23 Ocak 2020 Perşembe

ANILARIM 2 - İKİNCİ BÖLÜM -ÇOCUKLUK YILLARIM

google.com
yandex.com.tr



ANILARIM 2
ÇOCUKLUKYILLARIM
ŞAHABETTİN KÜÇÜKYAZICI



OSMANCIK’TAYIZ         

Eşya yüklü kamyonumuz, Irmak vadisini gürültülü sesler çıkararak aştı ve sonradan günlük yaşamımın bir parçası olacak olun Koyun Baba köprüsünü geçerek, Babamın önceden kiraladığı, Hükümet binası yanındaki evin önünde durduk. Bir avlu içinde iki ev vardı. Birisinde ev sahibi oturuyor, diğerini kiraya vermişti. Kendi hayvanları olduğu için başlangıçta bize ahırda yer vermemiş olmasına karşılık, bizim ineklerimizin de ahıra alınmasına razı oldular. Daha sonra, İnönü Zaferi İlkokuluna daha yakın  bahçe içinde bir eve taşınacaktık. Burası, iki katlı, bahçe içinde müstakil bir evdi.
Osmancık, Kargı – Çorum yolunun yarı yoludur.

Fazlı Dedem, aslen Çorum merkez nüfusuna olması nedeniyle, Çorum’da bulunan yakın akrabaları ziyaret için çocukluğumuzdan itibaren  gidip geldiğimiz bir yoldur. Daha önemlisi, Kızılırmak vadisini boydan boya geçerek gidilen toprak yolu çok severdim. Sonradan öğrendiğime göre, bu yol eski İPEK YOLU olup, üzerinde irili ufaklı tepeler bulunan son derece verimli arazileri olan, Kızılırmak boyunca uzanan  bir yoldur. Yol üzerindeki köylerde ağırlıklı olarak çeltik (pirinç) tarımı yapılırdı.
Babamın Müdürü olduğu okul da evimizin yakınında sayılırdı, Okul, iki katlı, ahşap, Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılmıştı. Geniş bir bahçesi vardı. Babam her gün Kardeşimle birlikte buraya gidecekti. Ama İlçenin tek Orta Okulu olan Osmancık Orta Okulu, şehrin öteki yakasında idi. Gemici mahallesi olarak bilinen bu yakada, Orta Okulun ilerisinde kamu kurumu olarak Askerlik Şubesi vardı. Bütün öğrenciler gibi Bende her gün kasabayı bir baştan öteki başa yürümek suretiyle okuluma gidip gelecektim.

Kitaplarım, defterlerim alındı. Taşındıktan kısa bir  süre sonra okullar açıldı. Orta okulda kıyafet zorunluğu vardı. Şapka, Ceket ve kravat. Bunlar da temin edildi. Artık resmi üniformalı bir öğrenci idim. Yeni gelmiş olmama rağmen, yabancılık yaşamadım. Arkadaşlarım iyi insanlardı. Banka müdürünün kızı, Babamın okulundan bir öğretmenin kız kardeşi, yine Gemici ilkokulundan bir öğretmenin kızı da bulunuyordu sınıfımızda. Hasan Tokgöz, Nihat yılan.
Babam benim İngilizce öğrenmemi istiyordu. Ama ne çare, okulda yalnızca Fransızca okutuluyordu. Onunda öğretmeni yoktu. Fransızca derslerine, İlçe Veterineri geliyordu. Fen Dersleri öğretmeni Mümtaz Beyi, Türkçe öğretmenimiz Bingül Hanımı hatırlıyorum. Hatta yıllar sonra, İstanbul Kız Lisesine giden küçük kız kardeşimin öğretmenleri arasında, Bingül Toksöz adını okuyunca, aramış ve Benim Türkçe öğretmenim olduğunu öğrenmiştim. Okulumuz iyi bir okuldu. Öğretmenlerim de.
Kargı’dan iken başladığım Cumhuriyet Gazetesi  okurluğum sürüyordu. Kargı’ya üç günde ulaşan günlük gazeteler, Osmancık’a iki günde geliyordu. Okuyan yok denecek kadar azdı. Hatta radyo dinlemek için bile kahvehanelere gidilirdi. Ortalıca Köyünden itibaren bizim evde radyo vardı. Babam, kendi becerisi ile bakır tellerden yaptığı çatı antenleri ile uzak istasyonları bile dinleyebiliyordu. Babam evde olmadığı zamanlarda da ben Herofon’u kurcalayarak, tanımadığım bilmediğim yörelerdeki insanları dinlemekten büyük haz duyuyordum.
Osmancık’ın ortasında koca bir kaya bulunuyordu. Kaya eski bir yerleşim yeri olan Osmancık’ta yaşayanlar tarafından kale olarak kullanıldığı, yüksek kayalıkların geçit veren bölgelerinin surlar yapılmak suretiyle güçlendirildiği görülmekteydi. Bu gün dahi surlar ayaktadır.  Kaya üzerinde oyulmak suretiyle yapılmış mağaralar vardı. Okul tatil olduğu zamanlarda, mahalle arkadaşlarımla bu kayaya tırmanmayı, mağaralardan, Çorum yolunu, kasabayı seyretmeyi çok severdim.
Kaya içinde halen su bulunan bir kuyu bulunmakta ve ayrıca, su yolu olduğu söylenen, Irmağa kadar uzanan bir tünel vardı. Biz arkadaşlarla bir süre ilerler, sonra korkup dönerdik.
Temellerinin bir ucu kaya ile bağlantılı olduğu anlatılan tarihi bir taş köprü ile şehrin karşı yakasına geçiliyordu. Anlatılanlara göre, Köprü, Sultan !!. Beyazid zamanında, bir veli olan Koyun Baba tarafından yapılmıştı. Köprü başındaki Arapça kitabeden, 1485 yılında yapımına başlanmış, 1489 yılında bitirilmişti. O yıllarda , bir bölümünün sel suları ile toprak altında kaldığı anlatılan taş köprünün, görünen uzunluğu 250 metre , genişliği 7,5 metre idi ve bütün ulaşım bu köprü üzerinden sağlanmaktaydı. Daha sonra, NATO yolu kapsamında yapılan İstanbul – Samsun yolu kapsamında, yeni köprü yapıldı. Karayolu ulaşımı oraya kaydırıldı.
Koyun Baba bölgede nüfuzlu bir veli olup başka eserleri de vardı. Uzun yıllar, fakirlere üç öğün yemek verildiği anlatılan, bir İMARET ve yanında CAMİ’nin de Koyun Baba’ya ait olduğu söylenirdi. Koyun Baba bölgedeki adıyla bir Evliya idi.
Kargı’ya göre Osmancık, hem daha fazla nüfusa sahip, hem de daha fazla gelişmişti. Kargı’da bir iki demirci, bir marangoz ve semerciler dışında zanaatkar yoktu. Ama Osmancık’ta, koca bir Tuğla Fabrikası, ona yakın Kiremit Ocağı , iki Çeltik Fabrikası ile küçük bir Sanayi Çarşısı  vardı. Ayrıca, Osmancık’ta Kargı’da olmayan, mezhep ayırımı ile de tanışmıştım. Sınıfta bir arkadaşım vardı, bazı Osmancıklı arkadaşlarım, onunla arkadaşlık etmememi söylüyorlardı. Daha sonra bu arkadaşım, Askeri lise kazanarak, subay oldu.
Kızılırmak, senede birkaç kez yükselir, bölge su baskınlarına maruz kalırdı. Orta Okul yıllarım, su baskınlarının önlenmesi için Hirfanlı Barajının yapım hikayelerini dinlemekle geçti. Baraj yapıldığı zaman su baskınları önleneceği gibi, bütün yaşamı pirince bağlı olan bölge halkının, sulama sorunları da çözülecekti.
Yaz tatilinde, Kargı’ya gidilmesi gerekiyordu. Kışlık yiyecek ihtiyaçlarımız için. Bizim bağ-bahçemiz Kargı’da idi. Ancak, Osmancık’ta ineklerimize bakacak kimse yoktu. Ben bu arada Kargı’ya gidemiyor, burada kalıyordum. Annemler döndükten sonra da ben gidiyordum. Çünkü, Ortalıca’dan beri Hacıhamza’da bulunan teyzeme, Kargı’da bulunan Ali Dedem ve Anneanneme misafir olmayı severdik. Onların çocukları ile güzel vakitler geçirirdik. Geçenlerde, Teyzemin kızı ile karşılaştım Tosya’da, nasıl kiraz topladığımızı, mahalle arasında oyunlar oynadığımız konuştuk. Şimdi rahmetli olan Doğan Ağabeyimiz,  gerçek bir ağabey idi. Ağırbaşlı, ciddi tavırları ile bizi de yönlendirirdi. Keza Kargı’daki Haluk Dayım, erken kaybettiği Babasının yerini doldurma istercesine evin sorumluluğunu üstlenmişti. Aramızdaki yaş farkının az olmasına karşılık, bizim üzerimizde büyük bir otoriteye sahipti. Kastamonu Lisesini bitiren Dayım,  Üniversite yıllarında, İstanbul’da bizimle komşu olacaktı. Yine çok erken aramızdan ayrılan Selahattin Dayımın çocukları da Kargı’da olurdu. Onlarla da tatilde buluşmak bizim için büyük mutluluktu.
Ertesi yıl, Osmancık’tan yaz tatilinde ayrılmadık. Osmancık’ın bağlar bölgesi vardı. Hemen herkesin bir bağı ve bağ evi vardı. Kargı’da biz bağ-bahçeye günlük gider gelirdik. Oysa Osmancık’ta, bütün yaz boyunca bağ evine taşınılır, çaşıda sanayide işi olanlar oradan işlerine gidip gelirler, yahut kışlık evlerinde kalırlardı. Kargı’ya nazaran, Osmancık’ta at ve eşek arabası sayısı da fazla idi.
Babam da bir bağ evi kiralamış, ikinci  yaz biz de Osmancıkta kalmıştık.
Radyodan dinlediğim kadarı ile Türkiye’de bir şeyler oluyordu. Gazete’de de anlatılanlardan Ankara’da sıkıntılar olduğu anlaşılıyordu. Babam muhtemelen biraz da, Kargı’daki müdürlüğe atanmamasının verdiği kırgınlıkla iktidarda bulunan partiyi eleştiriyordu. Çorum’daki kamu yetkilisi akrabalarımız Babam’a iktidarla ilgili eleştirilerinde dikkatli olmasını öğütlüyorlardı. 1960 Mayısı çok sıkıntılı geçti. 27 MAYIS DEVRİMİ olmuş, Ordu yönetime el koymuştu. İlçede herkes birbirini suçluyor, kimin Demokrat Partili, kimin Devrimden yanlısı olduğu anlaşılamıyordu .Bu arada Ben, Orta Okulu, Erkut İlkokulu bitirmiştik. Bütün yurtta  Devrim Mitingleri düzenleniyordu. Babam, Çorum Mitingine beni de götürdü. Özenle hazırladığım pankartımda, “ MENDERES DİYEN ZENGİ, HÜRRİYET DİYEN ŞEHİT OLDU” yazıyordu.
Babam, ahşap bir yapı olan,  İnönü Zaferi İlkokulu’nun yeniden yapılması işini başarıyla tamamlamış. Bu arada, okul hizmetini bahçede kurulan barakalarda vermişti.  Dört kardeştik. Hayat şartları ağırlaşıyor, bizim öğrenim masraflarımız aileyi düşündürüyordu. Buna rağmen, bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim. Bir gün bir köylü kapımız çaldı, elinde bir tavuk. Bunu hocam gönderdi diye bıraktı gitti. Daha sonra öğrendik, köylü traktör ehliyeti için dışarıdan ilkokul bitirme sınavlarına girmiş.  Annem de bir güzel onu pişirdi. Yanına da pilav. Babamı bekliyoruz. Babam, tavuğu nerden bulduğumuz diye sordu. Annemin “ Sen göndermişsin” demesiyle, kızılca kıyamet koptu. Okulda nöbetçi görevli çağırıldı. Köylü çarşıdan bulundu, .tavuk pişmiş olarak kendisine iade edildi. Bu arada Annemin “Ama Tencere Bizim” feryatları işe yaramadı.  Babam böyle bir insandı. Hasan Ali Yücelin, Hakkı Tonguç’un öğrencisiydi. Atatürk ilkelerine sıkı sıkıya bağlı bir öğretmendi. Hep öyle kaldı.
Erkut da  Ben de Öğretmen Okulu sınavlarına girdik. Parasız yatılı okumak bize iyi gelecekti. Ne var ki, Erkut kazandı, ben kazanamadım. Annem ve Babam okulların açılması yaklaştıkça Benim durumumu daha sık tartışır oldular.  Osmancık’ta lise yoktu. Çorum Öğretmen Okulu gündüzlü almıyordu. Lise’nin yatılısı vardı ama,  madem paralı olacaktı,  İstanbul olsundu. Aile Meclisi Kararı böyle çıktı. Babamla birlikte İstanbul’a geldik. Kabataş Lisesi kayıtlarım tamamlandı. Kapalı Çarşı’da yatakhane için istenen, çarşaflar nevresimler temin edildi.
Ve Ben artık Kabataşlı idim.
                                          

             



 







     















          


      

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder