yandex.com.tr
ANILARIM 2
ÇOCUKLUKYILLARIM
ŞAHABETTİN KÜÇÜKYAZICI
OSMANCIK’TAYIZ
Eşya yüklü
kamyonumuz, Irmak vadisini gürültülü sesler çıkararak aştı ve sonradan günlük
yaşamımın bir parçası olacak olun Koyun Baba köprüsünü geçerek, Babamın önceden
kiraladığı, Hükümet binası yanındaki evin önünde durduk. Bir avlu içinde iki ev
vardı. Birisinde ev sahibi oturuyor, diğerini kiraya vermişti. Kendi hayvanları
olduğu için başlangıçta bize ahırda yer vermemiş olmasına karşılık, bizim
ineklerimizin de ahıra alınmasına razı oldular. Daha sonra, İnönü Zaferi
İlkokuluna daha yakın bahçe içinde bir
eve taşınacaktık. Burası, iki katlı, bahçe içinde müstakil bir evdi.
Osmancık, Kargı – Çorum yolunun yarı yoludur.
Fazlı Dedem, aslen Çorum merkez nüfusuna olması nedeniyle, Çorum’da bulunan yakın akrabaları ziyaret için çocukluğumuzdan itibaren gidip geldiğimiz bir yoldur. Daha önemlisi, Kızılırmak vadisini boydan boya geçerek gidilen toprak yolu çok severdim. Sonradan öğrendiğime göre, bu yol eski İPEK YOLU olup, üzerinde irili ufaklı tepeler bulunan son derece verimli arazileri olan, Kızılırmak boyunca uzanan bir yoldur. Yol üzerindeki köylerde ağırlıklı olarak çeltik (pirinç) tarımı yapılırdı.
Babamın Müdürü
olduğu okul da evimizin yakınında sayılırdı, Okul, iki katlı, ahşap, Cumhuriyetin
ilk yıllarında yapılmıştı. Geniş bir bahçesi vardı. Babam her gün Kardeşimle
birlikte buraya gidecekti. Ama İlçenin tek Orta Okulu olan Osmancık Orta Okulu,
şehrin öteki yakasında idi. Gemici mahallesi olarak bilinen bu yakada, Orta
Okulun ilerisinde kamu kurumu olarak Askerlik Şubesi vardı. Bütün öğrenciler
gibi Bende her gün kasabayı bir baştan öteki başa yürümek suretiyle okuluma
gidip gelecektim.
Kitaplarım, defterlerim
alındı. Taşındıktan kısa bir süre sonra
okullar açıldı. Orta okulda kıyafet zorunluğu vardı. Şapka, Ceket ve kravat. Bunlar
da temin edildi. Artık resmi üniformalı bir öğrenci idim. Yeni gelmiş olmama
rağmen, yabancılık yaşamadım. Arkadaşlarım iyi insanlardı. Banka müdürünün kızı,
Babamın okulundan bir öğretmenin kız kardeşi, yine Gemici ilkokulundan bir
öğretmenin kızı da bulunuyordu sınıfımızda. Hasan Tokgöz, Nihat yılan.
Babam benim
İngilizce öğrenmemi istiyordu. Ama ne çare, okulda yalnızca Fransızca
okutuluyordu. Onunda öğretmeni yoktu. Fransızca derslerine, İlçe Veterineri
geliyordu. Fen Dersleri öğretmeni Mümtaz Beyi, Türkçe öğretmenimiz Bingül
Hanımı hatırlıyorum. Hatta yıllar sonra, İstanbul Kız Lisesine giden küçük kız
kardeşimin öğretmenleri arasında, Bingül Toksöz adını okuyunca, aramış ve Benim
Türkçe öğretmenim olduğunu öğrenmiştim. Okulumuz iyi bir okuldu. Öğretmenlerim
de.
Kargı’dan iken
başladığım Cumhuriyet Gazetesi okurluğum
sürüyordu. Kargı’ya üç günde ulaşan günlük gazeteler, Osmancık’a iki günde
geliyordu. Okuyan yok denecek kadar azdı. Hatta radyo dinlemek için bile
kahvehanelere gidilirdi. Ortalıca Köyünden itibaren bizim evde radyo vardı.
Babam, kendi becerisi ile bakır tellerden yaptığı çatı antenleri ile uzak
istasyonları bile dinleyebiliyordu. Babam evde olmadığı zamanlarda da ben
Herofon’u kurcalayarak, tanımadığım bilmediğim yörelerdeki insanları
dinlemekten büyük haz duyuyordum.
Osmancık’ın
ortasında koca bir kaya bulunuyordu. Kaya eski bir yerleşim yeri olan
Osmancık’ta yaşayanlar tarafından kale olarak kullanıldığı, yüksek kayalıkların
geçit veren bölgelerinin surlar yapılmak suretiyle güçlendirildiği
görülmekteydi. Bu gün dahi surlar ayaktadır.
Kaya üzerinde oyulmak suretiyle yapılmış mağaralar vardı. Okul tatil
olduğu zamanlarda, mahalle arkadaşlarımla bu kayaya tırmanmayı, mağaralardan,
Çorum yolunu, kasabayı seyretmeyi çok severdim.
Kaya içinde
halen su bulunan bir kuyu bulunmakta ve ayrıca, su yolu olduğu söylenen, Irmağa
kadar uzanan bir tünel vardı. Biz arkadaşlarla bir süre ilerler, sonra korkup
dönerdik.
Temellerinin
bir ucu kaya ile bağlantılı olduğu anlatılan tarihi bir taş köprü ile şehrin
karşı yakasına geçiliyordu. Anlatılanlara göre, Köprü, Sultan !!. Beyazid
zamanında, bir veli olan Koyun Baba tarafından yapılmıştı. Köprü başındaki
Arapça kitabeden, 1485 yılında yapımına başlanmış, 1489 yılında bitirilmişti. O
yıllarda , bir bölümünün sel suları ile toprak altında kaldığı anlatılan taş
köprünün, görünen uzunluğu 250 metre , genişliği 7,5 metre idi ve bütün ulaşım
bu köprü üzerinden sağlanmaktaydı. Daha sonra, NATO yolu kapsamında yapılan
İstanbul – Samsun yolu kapsamında, yeni köprü yapıldı. Karayolu ulaşımı oraya
kaydırıldı.
Koyun Baba
bölgede nüfuzlu bir veli olup başka eserleri de vardı. Uzun yıllar, fakirlere
üç öğün yemek verildiği anlatılan, bir İMARET ve yanında CAMİ’nin de Koyun
Baba’ya ait olduğu söylenirdi. Koyun Baba bölgedeki adıyla bir Evliya idi.
Kargı’ya göre
Osmancık, hem daha fazla nüfusa sahip, hem de daha fazla gelişmişti. Kargı’da
bir iki demirci, bir marangoz ve semerciler dışında zanaatkar yoktu. Ama
Osmancık’ta, koca bir Tuğla Fabrikası, ona yakın Kiremit Ocağı , iki Çeltik
Fabrikası ile küçük bir Sanayi Çarşısı
vardı. Ayrıca, Osmancık’ta Kargı’da olmayan, mezhep ayırımı ile de
tanışmıştım. Sınıfta bir arkadaşım vardı, bazı Osmancıklı arkadaşlarım, onunla
arkadaşlık etmememi söylüyorlardı. Daha sonra bu arkadaşım, Askeri lise
kazanarak, subay oldu.
Kızılırmak,
senede birkaç kez yükselir, bölge su baskınlarına maruz kalırdı. Orta Okul
yıllarım, su baskınlarının önlenmesi için Hirfanlı Barajının yapım hikayelerini
dinlemekle geçti. Baraj yapıldığı zaman su baskınları önleneceği gibi, bütün
yaşamı pirince bağlı olan bölge halkının, sulama sorunları da çözülecekti.
Yaz tatilinde,
Kargı’ya gidilmesi gerekiyordu. Kışlık yiyecek ihtiyaçlarımız için. Bizim
bağ-bahçemiz Kargı’da idi. Ancak, Osmancık’ta ineklerimize bakacak kimse yoktu.
Ben bu arada Kargı’ya gidemiyor, burada kalıyordum. Annemler döndükten sonra da
ben gidiyordum. Çünkü, Ortalıca’dan beri Hacıhamza’da bulunan teyzeme, Kargı’da
bulunan Ali Dedem ve Anneanneme misafir olmayı severdik. Onların çocukları ile
güzel vakitler geçirirdik. Geçenlerde, Teyzemin kızı ile karşılaştım Tosya’da,
nasıl kiraz topladığımızı, mahalle arasında oyunlar oynadığımız konuştuk. Şimdi
rahmetli olan Doğan Ağabeyimiz, gerçek
bir ağabey idi. Ağırbaşlı, ciddi tavırları ile bizi de yönlendirirdi. Keza
Kargı’daki Haluk Dayım, erken kaybettiği Babasının yerini doldurma istercesine
evin sorumluluğunu üstlenmişti. Aramızdaki yaş farkının az olmasına karşılık,
bizim üzerimizde büyük bir otoriteye sahipti. Kastamonu Lisesini bitiren Dayım,
Üniversite yıllarında, İstanbul’da
bizimle komşu olacaktı. Yine çok erken aramızdan ayrılan Selahattin Dayımın
çocukları da Kargı’da olurdu. Onlarla da tatilde buluşmak bizim için büyük
mutluluktu.
Ertesi yıl,
Osmancık’tan yaz tatilinde ayrılmadık. Osmancık’ın bağlar bölgesi vardı. Hemen
herkesin bir bağı ve bağ evi vardı. Kargı’da biz bağ-bahçeye günlük gider
gelirdik. Oysa Osmancık’ta, bütün yaz boyunca bağ evine taşınılır, çaşıda
sanayide işi olanlar oradan işlerine gidip gelirler, yahut kışlık evlerinde
kalırlardı. Kargı’ya nazaran, Osmancık’ta at ve eşek arabası sayısı da fazla
idi.
Babam da bir
bağ evi kiralamış, ikinci yaz biz de
Osmancıkta kalmıştık.
Radyodan
dinlediğim kadarı ile Türkiye’de bir şeyler oluyordu. Gazete’de de
anlatılanlardan Ankara’da sıkıntılar olduğu anlaşılıyordu. Babam muhtemelen
biraz da, Kargı’daki müdürlüğe atanmamasının verdiği kırgınlıkla iktidarda
bulunan partiyi eleştiriyordu. Çorum’daki kamu yetkilisi akrabalarımız Babam’a
iktidarla ilgili eleştirilerinde dikkatli olmasını öğütlüyorlardı. 1960 Mayısı
çok sıkıntılı geçti. 27 MAYIS DEVRİMİ olmuş, Ordu yönetime el koymuştu. İlçede
herkes birbirini suçluyor, kimin Demokrat Partili, kimin Devrimden yanlısı
olduğu anlaşılamıyordu .Bu arada Ben, Orta Okulu, Erkut İlkokulu bitirmiştik. Bütün
yurtta Devrim Mitingleri düzenleniyordu.
Babam, Çorum Mitingine beni de götürdü. Özenle hazırladığım pankartımda, “
MENDERES DİYEN ZENGİ, HÜRRİYET DİYEN ŞEHİT OLDU” yazıyordu.
Babam, ahşap
bir yapı olan, İnönü Zaferi İlkokulu’nun
yeniden yapılması işini başarıyla tamamlamış. Bu arada, okul hizmetini bahçede
kurulan barakalarda vermişti. Dört
kardeştik. Hayat şartları ağırlaşıyor, bizim öğrenim masraflarımız aileyi
düşündürüyordu. Buna rağmen, bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim. Bir gün bir
köylü kapımız çaldı, elinde bir tavuk. Bunu hocam gönderdi diye bıraktı gitti.
Daha sonra öğrendik, köylü traktör ehliyeti için dışarıdan ilkokul bitirme
sınavlarına girmiş. Annem de bir güzel
onu pişirdi. Yanına da pilav. Babamı bekliyoruz. Babam, tavuğu nerden
bulduğumuz diye sordu. Annemin “ Sen göndermişsin” demesiyle, kızılca kıyamet
koptu. Okulda nöbetçi görevli çağırıldı. Köylü çarşıdan bulundu, .tavuk pişmiş
olarak kendisine iade edildi. Bu arada Annemin “Ama Tencere Bizim” feryatları
işe yaramadı. Babam böyle bir insandı.
Hasan Ali Yücelin, Hakkı Tonguç’un öğrencisiydi. Atatürk ilkelerine sıkı sıkıya
bağlı bir öğretmendi. Hep öyle kaldı.
Erkut
da Ben de Öğretmen Okulu sınavlarına
girdik. Parasız yatılı okumak bize iyi gelecekti. Ne var ki, Erkut kazandı, ben
kazanamadım. Annem ve Babam okulların açılması yaklaştıkça Benim durumumu daha
sık tartışır oldular. Osmancık’ta lise
yoktu. Çorum Öğretmen Okulu gündüzlü almıyordu. Lise’nin yatılısı vardı ama, madem paralı olacaktı, İstanbul olsundu. Aile Meclisi Kararı böyle
çıktı. Babamla birlikte İstanbul’a geldik. Kabataş Lisesi kayıtlarım
tamamlandı. Kapalı Çarşı’da yatakhane için istenen, çarşaflar nevresimler temin
edildi.
Ve Ben
artık Kabataşlı idim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder