23 Ocak 2020 Perşembe

ANILARIM 2 - İKİNCİ BÖLÜM -ÇOCUKLUK YILLARIM

google.com
yandex.com.tr



ANILARIM 2
ÇOCUKLUKYILLARIM
ŞAHABETTİN KÜÇÜKYAZICI



OSMANCIK’TAYIZ         

Eşya yüklü kamyonumuz, Irmak vadisini gürültülü sesler çıkararak aştı ve sonradan günlük yaşamımın bir parçası olacak olun Koyun Baba köprüsünü geçerek, Babamın önceden kiraladığı, Hükümet binası yanındaki evin önünde durduk. Bir avlu içinde iki ev vardı. Birisinde ev sahibi oturuyor, diğerini kiraya vermişti. Kendi hayvanları olduğu için başlangıçta bize ahırda yer vermemiş olmasına karşılık, bizim ineklerimizin de ahıra alınmasına razı oldular. Daha sonra, İnönü Zaferi İlkokuluna daha yakın  bahçe içinde bir eve taşınacaktık. Burası, iki katlı, bahçe içinde müstakil bir evdi.
Osmancık, Kargı – Çorum yolunun yarı yoludur.

Fazlı Dedem, aslen Çorum merkez nüfusuna olması nedeniyle, Çorum’da bulunan yakın akrabaları ziyaret için çocukluğumuzdan itibaren  gidip geldiğimiz bir yoldur. Daha önemlisi, Kızılırmak vadisini boydan boya geçerek gidilen toprak yolu çok severdim. Sonradan öğrendiğime göre, bu yol eski İPEK YOLU olup, üzerinde irili ufaklı tepeler bulunan son derece verimli arazileri olan, Kızılırmak boyunca uzanan  bir yoldur. Yol üzerindeki köylerde ağırlıklı olarak çeltik (pirinç) tarımı yapılırdı.
Babamın Müdürü olduğu okul da evimizin yakınında sayılırdı, Okul, iki katlı, ahşap, Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılmıştı. Geniş bir bahçesi vardı. Babam her gün Kardeşimle birlikte buraya gidecekti. Ama İlçenin tek Orta Okulu olan Osmancık Orta Okulu, şehrin öteki yakasında idi. Gemici mahallesi olarak bilinen bu yakada, Orta Okulun ilerisinde kamu kurumu olarak Askerlik Şubesi vardı. Bütün öğrenciler gibi Bende her gün kasabayı bir baştan öteki başa yürümek suretiyle okuluma gidip gelecektim.

Kitaplarım, defterlerim alındı. Taşındıktan kısa bir  süre sonra okullar açıldı. Orta okulda kıyafet zorunluğu vardı. Şapka, Ceket ve kravat. Bunlar da temin edildi. Artık resmi üniformalı bir öğrenci idim. Yeni gelmiş olmama rağmen, yabancılık yaşamadım. Arkadaşlarım iyi insanlardı. Banka müdürünün kızı, Babamın okulundan bir öğretmenin kız kardeşi, yine Gemici ilkokulundan bir öğretmenin kızı da bulunuyordu sınıfımızda. Hasan Tokgöz, Nihat yılan.
Babam benim İngilizce öğrenmemi istiyordu. Ama ne çare, okulda yalnızca Fransızca okutuluyordu. Onunda öğretmeni yoktu. Fransızca derslerine, İlçe Veterineri geliyordu. Fen Dersleri öğretmeni Mümtaz Beyi, Türkçe öğretmenimiz Bingül Hanımı hatırlıyorum. Hatta yıllar sonra, İstanbul Kız Lisesine giden küçük kız kardeşimin öğretmenleri arasında, Bingül Toksöz adını okuyunca, aramış ve Benim Türkçe öğretmenim olduğunu öğrenmiştim. Okulumuz iyi bir okuldu. Öğretmenlerim de.
Kargı’dan iken başladığım Cumhuriyet Gazetesi  okurluğum sürüyordu. Kargı’ya üç günde ulaşan günlük gazeteler, Osmancık’a iki günde geliyordu. Okuyan yok denecek kadar azdı. Hatta radyo dinlemek için bile kahvehanelere gidilirdi. Ortalıca Köyünden itibaren bizim evde radyo vardı. Babam, kendi becerisi ile bakır tellerden yaptığı çatı antenleri ile uzak istasyonları bile dinleyebiliyordu. Babam evde olmadığı zamanlarda da ben Herofon’u kurcalayarak, tanımadığım bilmediğim yörelerdeki insanları dinlemekten büyük haz duyuyordum.
Osmancık’ın ortasında koca bir kaya bulunuyordu. Kaya eski bir yerleşim yeri olan Osmancık’ta yaşayanlar tarafından kale olarak kullanıldığı, yüksek kayalıkların geçit veren bölgelerinin surlar yapılmak suretiyle güçlendirildiği görülmekteydi. Bu gün dahi surlar ayaktadır.  Kaya üzerinde oyulmak suretiyle yapılmış mağaralar vardı. Okul tatil olduğu zamanlarda, mahalle arkadaşlarımla bu kayaya tırmanmayı, mağaralardan, Çorum yolunu, kasabayı seyretmeyi çok severdim.
Kaya içinde halen su bulunan bir kuyu bulunmakta ve ayrıca, su yolu olduğu söylenen, Irmağa kadar uzanan bir tünel vardı. Biz arkadaşlarla bir süre ilerler, sonra korkup dönerdik.
Temellerinin bir ucu kaya ile bağlantılı olduğu anlatılan tarihi bir taş köprü ile şehrin karşı yakasına geçiliyordu. Anlatılanlara göre, Köprü, Sultan !!. Beyazid zamanında, bir veli olan Koyun Baba tarafından yapılmıştı. Köprü başındaki Arapça kitabeden, 1485 yılında yapımına başlanmış, 1489 yılında bitirilmişti. O yıllarda , bir bölümünün sel suları ile toprak altında kaldığı anlatılan taş köprünün, görünen uzunluğu 250 metre , genişliği 7,5 metre idi ve bütün ulaşım bu köprü üzerinden sağlanmaktaydı. Daha sonra, NATO yolu kapsamında yapılan İstanbul – Samsun yolu kapsamında, yeni köprü yapıldı. Karayolu ulaşımı oraya kaydırıldı.
Koyun Baba bölgede nüfuzlu bir veli olup başka eserleri de vardı. Uzun yıllar, fakirlere üç öğün yemek verildiği anlatılan, bir İMARET ve yanında CAMİ’nin de Koyun Baba’ya ait olduğu söylenirdi. Koyun Baba bölgedeki adıyla bir Evliya idi.
Kargı’ya göre Osmancık, hem daha fazla nüfusa sahip, hem de daha fazla gelişmişti. Kargı’da bir iki demirci, bir marangoz ve semerciler dışında zanaatkar yoktu. Ama Osmancık’ta, koca bir Tuğla Fabrikası, ona yakın Kiremit Ocağı , iki Çeltik Fabrikası ile küçük bir Sanayi Çarşısı  vardı. Ayrıca, Osmancık’ta Kargı’da olmayan, mezhep ayırımı ile de tanışmıştım. Sınıfta bir arkadaşım vardı, bazı Osmancıklı arkadaşlarım, onunla arkadaşlık etmememi söylüyorlardı. Daha sonra bu arkadaşım, Askeri lise kazanarak, subay oldu.
Kızılırmak, senede birkaç kez yükselir, bölge su baskınlarına maruz kalırdı. Orta Okul yıllarım, su baskınlarının önlenmesi için Hirfanlı Barajının yapım hikayelerini dinlemekle geçti. Baraj yapıldığı zaman su baskınları önleneceği gibi, bütün yaşamı pirince bağlı olan bölge halkının, sulama sorunları da çözülecekti.
Yaz tatilinde, Kargı’ya gidilmesi gerekiyordu. Kışlık yiyecek ihtiyaçlarımız için. Bizim bağ-bahçemiz Kargı’da idi. Ancak, Osmancık’ta ineklerimize bakacak kimse yoktu. Ben bu arada Kargı’ya gidemiyor, burada kalıyordum. Annemler döndükten sonra da ben gidiyordum. Çünkü, Ortalıca’dan beri Hacıhamza’da bulunan teyzeme, Kargı’da bulunan Ali Dedem ve Anneanneme misafir olmayı severdik. Onların çocukları ile güzel vakitler geçirirdik. Geçenlerde, Teyzemin kızı ile karşılaştım Tosya’da, nasıl kiraz topladığımızı, mahalle arasında oyunlar oynadığımız konuştuk. Şimdi rahmetli olan Doğan Ağabeyimiz,  gerçek bir ağabey idi. Ağırbaşlı, ciddi tavırları ile bizi de yönlendirirdi. Keza Kargı’daki Haluk Dayım, erken kaybettiği Babasının yerini doldurma istercesine evin sorumluluğunu üstlenmişti. Aramızdaki yaş farkının az olmasına karşılık, bizim üzerimizde büyük bir otoriteye sahipti. Kastamonu Lisesini bitiren Dayım,  Üniversite yıllarında, İstanbul’da bizimle komşu olacaktı. Yine çok erken aramızdan ayrılan Selahattin Dayımın çocukları da Kargı’da olurdu. Onlarla da tatilde buluşmak bizim için büyük mutluluktu.
Ertesi yıl, Osmancık’tan yaz tatilinde ayrılmadık. Osmancık’ın bağlar bölgesi vardı. Hemen herkesin bir bağı ve bağ evi vardı. Kargı’da biz bağ-bahçeye günlük gider gelirdik. Oysa Osmancık’ta, bütün yaz boyunca bağ evine taşınılır, çaşıda sanayide işi olanlar oradan işlerine gidip gelirler, yahut kışlık evlerinde kalırlardı. Kargı’ya nazaran, Osmancık’ta at ve eşek arabası sayısı da fazla idi.
Babam da bir bağ evi kiralamış, ikinci  yaz biz de Osmancıkta kalmıştık.
Radyodan dinlediğim kadarı ile Türkiye’de bir şeyler oluyordu. Gazete’de de anlatılanlardan Ankara’da sıkıntılar olduğu anlaşılıyordu. Babam muhtemelen biraz da, Kargı’daki müdürlüğe atanmamasının verdiği kırgınlıkla iktidarda bulunan partiyi eleştiriyordu. Çorum’daki kamu yetkilisi akrabalarımız Babam’a iktidarla ilgili eleştirilerinde dikkatli olmasını öğütlüyorlardı. 1960 Mayısı çok sıkıntılı geçti. 27 MAYIS DEVRİMİ olmuş, Ordu yönetime el koymuştu. İlçede herkes birbirini suçluyor, kimin Demokrat Partili, kimin Devrimden yanlısı olduğu anlaşılamıyordu .Bu arada Ben, Orta Okulu, Erkut İlkokulu bitirmiştik. Bütün yurtta  Devrim Mitingleri düzenleniyordu. Babam, Çorum Mitingine beni de götürdü. Özenle hazırladığım pankartımda, “ MENDERES DİYEN ZENGİ, HÜRRİYET DİYEN ŞEHİT OLDU” yazıyordu.
Babam, ahşap bir yapı olan,  İnönü Zaferi İlkokulu’nun yeniden yapılması işini başarıyla tamamlamış. Bu arada, okul hizmetini bahçede kurulan barakalarda vermişti.  Dört kardeştik. Hayat şartları ağırlaşıyor, bizim öğrenim masraflarımız aileyi düşündürüyordu. Buna rağmen, bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim. Bir gün bir köylü kapımız çaldı, elinde bir tavuk. Bunu hocam gönderdi diye bıraktı gitti. Daha sonra öğrendik, köylü traktör ehliyeti için dışarıdan ilkokul bitirme sınavlarına girmiş.  Annem de bir güzel onu pişirdi. Yanına da pilav. Babamı bekliyoruz. Babam, tavuğu nerden bulduğumuz diye sordu. Annemin “ Sen göndermişsin” demesiyle, kızılca kıyamet koptu. Okulda nöbetçi görevli çağırıldı. Köylü çarşıdan bulundu, .tavuk pişmiş olarak kendisine iade edildi. Bu arada Annemin “Ama Tencere Bizim” feryatları işe yaramadı.  Babam böyle bir insandı. Hasan Ali Yücelin, Hakkı Tonguç’un öğrencisiydi. Atatürk ilkelerine sıkı sıkıya bağlı bir öğretmendi. Hep öyle kaldı.
Erkut da  Ben de Öğretmen Okulu sınavlarına girdik. Parasız yatılı okumak bize iyi gelecekti. Ne var ki, Erkut kazandı, ben kazanamadım. Annem ve Babam okulların açılması yaklaştıkça Benim durumumu daha sık tartışır oldular.  Osmancık’ta lise yoktu. Çorum Öğretmen Okulu gündüzlü almıyordu. Lise’nin yatılısı vardı ama,  madem paralı olacaktı,  İstanbul olsundu. Aile Meclisi Kararı böyle çıktı. Babamla birlikte İstanbul’a geldik. Kabataş Lisesi kayıtlarım tamamlandı. Kapalı Çarşı’da yatakhane için istenen, çarşaflar nevresimler temin edildi.
Ve Ben artık Kabataşlı idim.
                                          

             



 







     















          


      

22 Ocak 2020 Çarşamba

KIBRIS BARIŞ HAREKATI / ŞAHABETTİN KÜÇÜKYAZICI

google.com



ANILARIM 3
ÇOCUKLUKYILLARIM
ŞAHABETTİN KÜÇÜKYAZICI



OSMANCIK’TAYIZ         

Eşya yüklü kamyonumuz, Irmak vadisini gürültülü sesler çıkararak aştı ve sonradan günlük yaşamımın bir parçası olacak olun Koyun Baba köprüsünü geçerek, Babamın önceden kiraladığı, Hükümet binası yanındaki evin önünde durduk. Bir avlu içinde iki ev vardı. Birisinde ev sahibi oturuyor, diğerini kiraya vermişti. Kendi hayvanları olduğu için başlangıçta bize ahırda yer vermemiş olmasına karşılık, bizim ineklerimizin de ahıra alınmasına razı oldular. Daha sonra, İnönü Zaferi İlkokuluna daha yakın  bahçe içinde bir eve taşınacaktık. Burası, iki katlı, bahçe içinde müstakil bir evdi.
Osmancık, Kargı – Çorum yolunun yarı yoludur.

Fazlı Dedem, aslen Çorum merkez nüfusuna olması nedeniyle, Çorum’da bulunan yakın akrabaları ziyaret için çocukluğumuzdan itibaren  gidip geldiğimiz bir yoldur. Daha önemlisi, Kızılırmak vadisini boydan boya geçerek gidilen toprak yolu çok severdim. Sonradan öğrendiğime göre, bu yol eski İPEK YOLU olup, üzerinde irili ufaklı tepeler bulunan son derece verimli arazileri olan, Kızılırmak boyunca uzanan  bir yoldur. Yol üzerindeki köylerde ağırlıklı olarak çeltik (pirinç) tarımı yapılırdı.
Babamın Müdürü olduğu okul da evimizin yakınında sayılırdı, Okul, iki katlı, ahşap, Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılmıştı. Geniş bir bahçesi vardı. Babam her gün Kardeşimle birlikte buraya gidecekti. Ama İlçenin tek Orta Okulu olan Osmancık Orta Okulu, şehrin öteki yakasında idi. Gemici mahallesi olarak bilinen bu yakada, Orta Okulun ilerisinde kamu kurumu olarak Askerlik Şubesi vardı. Bütün öğrenciler gibi Bende her gün kasabayı bir baştan öteki başa yürümek suretiyle okuluma gidip gelecektim.

Kitaplarım, defterlerim alındı. Taşındıktan kısa bir  süre sonra okullar açıldı. Orta okulda kıyafet zorunluğu vardı. Şapka, Ceket ve kravat. Bunlar da temin edildi. Artık resmi üniformalı bir öğrenci idim. Yeni gelmiş olmama rağmen, yabancılık yaşamadım. Arkadaşlarım iyi insanlardı. Banka müdürünün kızı, Babamın okulundan bir öğretmenin kız kardeşi, yine Gemici ilkokulundan bir öğretmenin kızı da bulunuyordu sınıfımızda. Hasan Tokgöz, Nihat yılan.
Babam benim İngilizce öğrenmemi istiyordu. Ama ne çare, okulda yalnızca Fransızca okutuluyordu. Onunda öğretmeni yoktu. Fransızca derslerine, İlçe Veterineri geliyordu. Fen Dersleri öğretmeni Mümtaz Beyi, Türkçe öğretmenimiz Bingül Hanımı hatırlıyorum. Hatta yıllar sonra, İstanbul Kız Lisesine giden küçük kız kardeşimin öğretmenleri arasında, Bingül Toksöz adını okuyunca, aramış ve Benim Türkçe öğretmenim olduğunu öğrenmiştim. Okulumuz iyi bir okuldu. Öğretmenlerim de.
Kargı’dan iken başladığım Cumhuriyet Gazetesi  okurluğum sürüyordu. Kargı’ya üç günde ulaşan günlük gazeteler, Osmancık’a iki günde geliyordu. Okuyan yok denecek kadar azdı. Hatta radyo dinlemek için bile kahvehanelere gidilirdi. Ortalıca Köyünden itibaren bizim evde radyo vardı. Babam, kendi becerisi ile bakır tellerden yaptığı çatı antenleri ile uzak istasyonları bile dinleyebiliyordu. Babam evde olmadığı zamanlarda da ben Herofon’u kurcalayarak, tanımadığım bilmediğim yörelerdeki insanları dinlemekten büyük haz duyuyordum.
Osmancık’ın ortasında koca bir kaya bulunuyordu. Kaya eski bir yerleşim yeri olan Osmancık’ta yaşayanlar tarafından kale olarak kullanıldığı, yüksek kayalıkların geçit veren bölgelerinin surlar yapılmak suretiyle güçlendirildiği görülmekteydi. Bu gün dahi surlar ayaktadır.  Kaya üzerinde oyulmak suretiyle yapılmış mağaralar vardı. Okul tatil olduğu zamanlarda, mahalle arkadaşlarımla bu kayaya tırmanmayı, mağaralardan, Çorum yolunu, kasabayı seyretmeyi çok severdim.
Kaya içinde halen su bulunan bir kuyu bulunmakta ve ayrıca, su yolu olduğu söylenen, Irmağa kadar uzanan bir tünel vardı. Biz arkadaşlarla bir süre ilerler, sonra korkup dönerdik.
Temellerinin bir ucu kaya ile bağlantılı olduğu anlatılan tarihi bir taş köprü ile şehrin karşı yakasına geçiliyordu. Anlatılanlara göre, Köprü, Sultan !!. Beyazid zamanında, bir veli olan Koyun Baba tarafından yapılmıştı. Köprü başındaki Arapça kitabeden, 1485 yılında yapımına başlanmış, 1489 yılında bitirilmişti. O yıllarda , bir bölümünün sel suları ile toprak altında kaldığı anlatılan taş köprünün, görünen uzunluğu 250 metre , genişliği 7,5 metre idi ve bütün ulaşım bu köprü üzerinden sağlanmaktaydı. Daha sonra, NATO yolu kapsamında yapılan İstanbul – Samsun yolu kapsamında, yeni köprü yapıldı. Karayolu ulaşımı oraya kaydırıldı.
Koyun Baba bölgede nüfuzlu bir veli olup başka eserleri de vardı. Uzun yıllar, fakirlere üç öğün yemek verildiği anlatılan, bir İMARET ve yanında CAMİ’nin de Koyun Baba’ya ait olduğu söylenirdi. Koyun Baba bölgedeki adıyla bir Evliya idi.
Kargı’ya göre Osmancık, hem daha fazla nüfusa sahip, hem de daha fazla gelişmişti. Kargı’da bir iki demirci, bir marangoz ve semerciler dışında zanaatkar yoktu. Ama Osmancık’ta, koca bir Tuğla Fabrikası, ona yakın Kiremit Ocağı , iki Çeltik Fabrikası ile küçük bir Sanayi Çarşısı  vardı. Ayrıca, Osmancık’ta Kargı’da olmayan, mezhep ayırımı ile de tanışmıştım. Sınıfta bir arkadaşım vardı, bazı Osmancıklı arkadaşlarım, onunla arkadaşlık etmememi söylüyorlardı. Daha sonra bu arkadaşım, Askeri lise kazanarak, subay oldu.
Kızılırmak, senede birkaç kez yükselir, bölge su baskınlarına maruz kalırdı. Orta Okul yıllarım, su baskınlarının önlenmesi için Hirfanlı Barajının yapım hikayelerini dinlemekle geçti. Baraj yapıldığı zaman su baskınları önleneceği gibi, bütün yaşamı pirince bağlı olan bölge halkının, sulama sorunları da çözülecekti.
Yaz tatilinde, Kargı’ya gidilmesi gerekiyordu. Kışlık yiyecek ihtiyaçlarımız için. Bizim bağ-bahçemiz Kargı’da idi. Ancak, Osmancık’ta ineklerimize bakacak kimse yoktu. Ben bu arada Kargı’ya gidemiyor, burada kalıyordum. Annemler döndükten sonra da ben gidiyordum. Çünkü, Ortalıca’dan beri Hacıhamza’da bulunan teyzeme, Kargı’da bulunan Ali Dedem ve Anneanneme misafir olmayı severdik. Onların çocukları ile güzel vakitler geçirirdik. Geçenlerde, Teyzemin kızı ile karşılaştım Tosya’da, nasıl kiraz topladığımızı, mahalle arasında oyunlar oynadığımız konuştuk. Şimdi rahmetli olan Doğan Ağabeyimiz,  gerçek bir ağabey idi. Ağırbaşlı, ciddi tavırları ile bizi de yönlendirirdi. Keza Kargı’daki Haluk Dayım, erken kaybettiği Babasının yerini doldurma istercesine evin sorumluluğunu üstlenmişti. Aramızdaki yaş farkının az olmasına karşılık, bizim üzerimizde büyük bir otoriteye sahipti. Kastamonu Lisesini bitiren Dayım,  Üniversite yıllarında, İstanbul’da bizimle komşu olacaktı. Yine çok erken aramızdan ayrılan Selahattin Dayımın çocukları da Kargı’da olurdu. Onlarla da tatilde buluşmak bizim için büyük mutluluktu.
Ertesi yıl, Osmancık’tan yaz tatilinde ayrılmadık. Osmancık’ın bağlar bölgesi vardı. Hemen herkesin bir bağı ve bağ evi vardı. Kargı’da biz bağ-bahçeye günlük gider gelirdik. Oysa Osmancık’ta, bütün yaz boyunca bağ evine taşınılır, çaşıda sanayide işi olanlar oradan işlerine gidip gelirler, yahut kışlık evlerinde kalırlardı. Kargı’ya nazaran, Osmancık’ta at ve eşek arabası sayısı da fazla idi.
Babam da bir bağ evi kiralamış, ikinci  yaz biz de Osmancıkta kalmıştık.
Radyodan dinlediğim kadarı ile Türkiye’de bir şeyler oluyordu. Gazete’de de anlatılanlardan Ankara’da sıkıntılar olduğu anlaşılıyordu. Babam muhtemelen biraz da, Kargı’daki müdürlüğe atanmamasının verdiği kırgınlıkla iktidarda bulunan partiyi eleştiriyordu. Çorum’daki kamu yetkilisi akrabalarımız Babam’a iktidarla ilgili eleştirilerinde dikkatli olmasını öğütlüyorlardı. 1960 Mayısı çok sıkıntılı geçti. 27 MAYIS DEVRİMİ olmuş, Ordu yönetime el koymuştu. İlçede herkes birbirini suçluyor, kimin Demokrat Partili, kimin Devrimden yanlısı olduğu anlaşılamıyordu .Bu arada Ben, Orta Okulu, Erkut İlkokulu bitirmiştik. Bütün yurtta  Devrim Mitingleri düzenleniyordu. Babam, Çorum Mitingine beni de götürdü. Özenle hazırladığım pankartımda, “ MENDERES DİYEN ZENGİ, HÜRRİYET DİYEN ŞEHİT OLDU” yazıyordu.
Babam, ahşap bir yapı olan,  İnönü Zaferi İlkokulu’nun yeniden yapılması işini başarıyla tamamlamış. Bu arada, okul hizmetini bahçede kurulan barakalarda vermişti.  Dört kardeştik. Hayat şartları ağırlaşıyor, bizim öğrenim masraflarımız aileyi düşündürüyordu. Buna rağmen, bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim. Bir gün bir köylü kapımız çaldı, elinde bir tavuk. Bunu hocam gönderdi diye bıraktı gitti. Daha sonra öğrendik, köylü traktör ehliyeti için dışarıdan ilkokul bitirme sınavlarına girmiş.  Annem de bir güzel onu pişirdi. Yanına da pilav. Babamı bekliyoruz. Babam, tavuğu nerden bulduğumuz diye sordu. Annemin “ Sen göndermişsin” demesiyle, kızılca kıyamet koptu. Okulda nöbetçi görevli çağırıldı. Köylü çarşıdan bulundu, .tavuk pişmiş olarak kendisine iade edildi. Bu arada Annemin “Ama Tencere Bizim” feryatları işe yaramadı.  Babam böyle bir insandı. Hasan Ali Yücelin, Hakkı Tonguç’un öğrencisiydi. Atatürk ilkelerine sıkı sıkıya bağlı bir öğretmendi. Hep öyle kaldı.
Erkut da  Ben de Öğretmen Okulu sınavlarına girdik. Parasız yatılı okumak bize iyi gelecekti. Ne var ki, Erkut kazandı, ben kazanamadım. Annem ve Babam okulların açılması yaklaştıkça Benim durumumu daha sık tartışır oldular.  Osmancık’ta lise yoktu. Çorum Öğretmen Okulu gündüzlü almıyordu. Lise’nin yatılısı vardı ama,  madem paralı olacaktı,  İstanbul olsundu. Aile Meclisi Kararı böyle çıktı. Babamla birlikte İstanbul’a geldik. Kabataş Lisesi kayıtlarım tamamlandı. Kapalı Çarşı’da yatakhane için istenen, çarşaflar nevresimler temin edildi.
Ve Ben artık Kabataşlı idim.
                                          

             



 







     















          


      

ÖZGEÇMİŞ / ŞAHABETTİN KÜÇÜKYAZICI

google.com
yandex.com.tr

ŞAHABETTİN KÜÇÜKYAZICI
VADİDEN SAHİLE
1946 yılında Kızılırmak vadisinde şirin bir kasaba olan Çorum/Kargı'da doğdum.
Canım kadar sevdiğim üç kardeşim daha oldu. ilk ve ortaokulu Çorum'da bitirdim. Ailemin, Lise için vadiden ayrılmamın doğru olacağına karar vermesi üzerine daha önce hiç görmediğim İstanbul'a geldim.
1971 yılında İ.Ü. İktisat Fakültesini bitirdiğimde, CHP Gençlik Kolu Bakırköy ilçe Başkanı ve İktisatlılar Sosyal Demokrasi Derneği Başkanı olarak deneyimler de edinmiştim.
Evlilik, askerlik sırasında Kıbrıs Barış Harekatına katılma ve sonrasında Tekel Müfettişliği yılları.
Yurt dışı stajı ve Tekel bünyesinde yöneticilik.
Nihayet, Mart/2005 emeklilik.
Geçenlerde bir gün bankadan aradılar. Kredi taksitlerinin  bittiğini, ipotek kaldırılması için bankaya başvurmamı söylediler. Bu demek oluyordu ki emekli olduktan sonra yedi yıl geçmiş.
Zaman hızla akıyor, ömür geçiyor.
Yaşadıklarım, gördüklerim bana göre önemli saydıklarımı bir araya getirmek için yazmaya başlıyorum.
İstanbul, 17.11.2012
Şahabettin KÜÇÜKYAZICI
www.gazeteistanbul.net

ALTI OK VE SOSYAL DEMOKRASİ / şahabettin küçükyazıcı

google.com
yandex.com.tr


  
   ALTI OK VE SOSYAL DEMOKRASI

  (CHP Kongre delegelerine açık mektup)

   Şahabettin KÜÇÜKYAZICI


Cumhuriyet Halk Fırkasının ikinci büyük kongresinde, Partinin temel ilkeleri, Cumhuriyetçilik, Milletçilik ve Halkçılık olarak tanımlanmıştır. 1931 yılındaki kongrede de, Laiklik, Devletçilik ve Devrimcilik eklenmiştir. Bu ilkeler, geri kalmışlıktan kurtulmak isteyen, kalkınıp güçlenmek için izleyeceği yolu gösteren ilkelerdir.
         Genç Türkiye Cumhuriyeti, emperyalistler tarafından kazanılmış bir savaşın sonunda, orduları dağıtılmış, toprakları paylaşılmış bir imparatorluğun, Kurtuluş Savaşı ile kurtarılabilen mirası üzerinde kurulmuştur. Doğal olarak, anti emperyalist ve bağımsızlıktan yana olacaktır. Cumhuriyeti kuran kadrolar, çağın düşüncelerinden ve Sovyet Devriminden etkilenmiş olarak Cumhuriyet Halk Partisinin ilkeleri, Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Laiklik, Halkçılık, Devletçilik ve Devrimcilik olarak belirlenmiştir. İlkelerin OK ile simgelenmesi, okun Türkler için önemli bir savaş aracı olması yanında,  Oğuzların da  ÜÇOKLAR, BOZOKLAR gibi adlandırılması ve Atatürk’ün Türk tarihine verdiği önemden kaynaklanmaktadır.
         Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Atatürk tarafından belirlenen hedeflere, Avrupalılar, yüzyılın sonunda Sosyalist Enternasyonal ile ulaşabilmişlerdir. Sosyal demokrasi bütün mazlum milletlere ışık tutacak bağımsızlık ve özgürlük demektir.
        Altıok, yüksek amaçlar içermektedir. Yeniliğe ve gelişmeye açıktır. Günün koşullarına uygun, ancak çağıyla bütünleşen gerçekçi bir nitelik taşır.
         Döneminde, tüm ezilen uluslara örnek oluşturan bir kalkınma yöntemidir. Temelinde, ulusal egemenlik ve tam bağımsızlık mevcuttur.
         Türkiye siyasal yaşamında sol hareketler, 19. Yüzyılın sonlarına doğru başlamış ise  de, aynı tarihlerde başlayan milliyetçilik akımlarının gölgesinde kalmıştır.
         Ekim Devrimi  sonrasında, Sovyetler Birliği ile Ankara Hükümeti arasındaki yakınlaşmalar da, Kurtuluş Savaşının zaferle sonuçlanmasını takiben çeşitli nedenlerden dolayı sona erdirilmiştir.
       Buna ek olarak, İkinci Dünya Savaşı yılları siyasal yaşamda ideolojik gelişmelerin duraklamasına neden olmuş, ancak 1960  Anayasasının getirdiği özgürlük ortamı yeniden Türkiye’de sol hareketin gelişmesine olanak sağlamıştır. İsmet İnönü ve Bülent Ecevit döneminde CHP, sol ve sosyal demokrat bir çizgiye taşınmak istenmiş ise de seçmen tarafından yeterli destek bulamamıştır.
       Turgut Özal’ın, ABD destekli liberal bir politika izlemesine olanak sağlayan 1980 darbesini takip eden yıllarda, seçimler sol partilerin sürekli oy kaybı ile sonuçlanmıştır.
         Başlangıçta başka alternatif bulunmadığından CHP’de yoğunlaşan alevi oylarının da son zamanlarda farklı partilere dağıldıkları, şehirli dar gelirli seçmenlerin de CHP’den uzaklaştıkları gözlenmektedir. Bir yandan da, CHP yönetiminin oylarını artırmak için değişik politikalar izlemekte olması, sol ve sosyal demokrat politikaların uygulanamaması işçi ve köylülerin destek vermesinde tereddütler oluşmasına neden olmaktadır.
         Günümüzde, CHP’nin ulaşmasını özlediğimiz Sosyal Demokrasi ise;
         Sosyalizm ve demokrasinin uyumlu bir bileşimidir. Özgürlükçüdür, sosyal adalet ve fırsat eşitliğini, emekçilerin çıkarlarını savunur. Ancak, öteki sınıfların yaşam hakkını da yok saymaz. Devlete sosyal ödevler yükleyip, ekonomik yaşama halk kitleleri yararına yön verme olanakları sağlar.
          Bu çerçevede CHP, antiemperyalist ve devrimci mücadelenin öncüsü olarak kendi özeleştirisini de yapmak suretiyle, içinde bulunduğumuz zor koşullarda, geçmişi ile barışık yürüyecek yeni bir sosyal demokrasi hattı çizmek zorundadır. Bu maksatla;
- Ekonomik alanda, ulusal kaynakların etkin ve verimli kullanılmasını, kaynak israfına son verilmesini sağlayacak bir model üzerinde çalışılması,
- No-liberal anlayışlar yerine, çalışanların hak ve önceliklerini gözeten, demokratik sosyal devlet anlayışına uygun politikalar üretilmesi,
- Bölgesel geri kalmışlıkların giderilmesine yönelik kamu yatırımcılığı ve özel girişimciliğe ilişkin planlamaların hızla başlatılması,
Ne Mutlu Türküm Diyene özdeyişine uygun olarak ulusal birliğimizin sağlanmasına katkıda bulunacak sosyal politikalar geliştirilmesi,
- İşçi, köylü tüm emekçilerin özlemlerine hitap edecek, kişi hak ve özgürlüklerinin artmasının insanların çalışma gücünü artıracağı bilincini güçlendirecek, işsizliğin yok edilmesi, daha adil bir bölüşüm için çağdaş ücret sistemlerine yönelik politikalar geliştirilmesi,
-Ulusal eğitim sistemi ile ilgili, bilim ve teknolojiye dayalı kolay anlaşılabilir politikalar oluşturulması,
-Emeklilikte ve hastalıkta koruyucu, işsizlikte destekleyici modeller geliştirilmesi,
- İnsanın insanı, yabancıların ülkeyi sömüremeyeceği bir düzen kurulabileceği bir ekonomik ve sosyal düzen kurulması,
- Bunların yanında, tüm kamusal iş ve işlemlerde, dürüstlük ve tarafsızlığın mutlaka sağlanacağı güvencesinin seçmene verilmesi,
         Şeklinde özetlenebilecek politikaları geliştireceklerine halkı inandırabilecek lider ve kadroların işbaşına gelmesi için, Kongreler dolayısıyla büyük bir fırsat bulunmaktadır.
         Kurultay delegelerinin, önümüzdeki seçimlerde CHP oylarının artırılması, Sosyal Demokrat düşüncenin iktidar olabilmesinin yolunun açılması görevi bulunmaktadır.
şk


NAZIM HİKMET 118 YAŞINDA/ŞAHABETTİN KÜÇÜKYAZICI

google.com
yandex.com

1998 yılında Moskova'da mezarını ziyaret etmek olanağı bulmuştum.
ŞK

NAZIM HİKMET 118 YAŞINDA

Nazım Hikemtee'i tanımak isteyen, NUTUK'tan esinlenerek yazdığı "KURTULUŞ SAVAŞI DESTANI" isimli şaheseri okumalı bence.

"Kurtuluş Savaşı Destanı"ndan

KUVAY-I MİLLİYE

"....
dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu.
ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
paşalar onun arkasındaydılar.
o, saati sordu.
paşalar: “üç” dediler.
sarışın bir kurda benziyordu.
ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
kocatepe'den afyon ovası'na atlayacaktı.
 Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
  bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
  bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
  bu dâvet bizim....

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
  bu hasret bizim...


..."

MÜFETTİŞLİK MESLEĞİ / Şahabettin KÜÇÜKYAZICI

yandex.com
MÜFETTİŞ VE MÜFETTİŞLİK MESLEĞİ ŞAHABETTİN KÜÇÜKYAZICI Müfettişlik mesleği bir kariyer mesleği olup, her kurum müfettiş yardımcısı olarak göreve başlayanları, yardımcılık süresince kendi bünyesinde hizmet-içi eğitim programlarından geçirir. Müfettişlik mesleği esas olarak deneyimli müfettişlerin refakatinde çalışılarak öğrenilir. Müfettiş olmak isteyenlerin; Sosyal bilimlere ilgili ve bu alanda başarılı, Sözel ve sayısal yeteneği yüksek, Derinliğine araştırma ve inceleme yapabilen, Analitik düşünebilen, Her türlü iklim ve koşullarda görev yapabilecek ve seyahat edebilecek beden ve ruh sağlığına sahip, Objektif, kararlı, dürüst ve cesur, Temsil yeteneğine sahip, Gizlilik prensibine bağlı ve sır saklayabilen kişiler olmaları gerekmektedir. Teftiş sırasında tespit ettiği her türlü yolsuzluklar veya soruşturma açılması gereken konularda kendiliğinden soruşturma başlatır, İlgililer hakkında yetkili makamın onayı üzerine soruşturmaya başlar, iş ilişkisinde bulunan diğer resmi ve özel iş yerleriyle ilgili evrak, dosya ve belgelerin doğruluğunu inceler. MÜFETTİŞ EMEKLİ OLDUKTAN SONRA DA UNVANINI TAŞIR, KORUR VE ONA GÖRE YAŞAR.

21 Ocak 2020 Salı

ANNILARIM 2 - İKİNCİ BÖLÜM -ÇOCUKLUK YILLARIM

google.com

ANILARIM 2
"KARGI"

Yıl, 1955. KARGI’DAYIZ ARTIK
Kargı bizim ailemizin toplu yaşadığı bir ilçedir. Kızılırmak vadisinde, bağlar, bahçeler arasında şirin bir kasabadır. Yerleşim yerinden sonra Irmağa kadar uzanan düzlükte, mera-harman yeri, devamında ise pirinç tarlaları uzanır. Asıl geçim kaynağı pirinçtir. Bunun yanı sıra, sebze ve hayvancılık yapılır.
Kargı'da bizi, Ali Dedem, Dayılarım, Amcam, Teyzelerim, ve kuzenler. Burada bizi yeni ve güzel bir hayat bekliyordu. Gazlı dedem Ben dört yaşında iken rahmetli olmuştu.
Okula yakın evimizin inşaatı üst kat hariç bitmiş, üst katın  pencereleri takılmasa da çatı tamamen kapatılmıştı. Bodrum katı tartışmasız ineklerimizin olacaktı. Orta kat, Mutfak, iki yatak odası ve banyo bizim yaşam alanımız. Bizim ailenin evlerinde tartışmasız, ayrı bir banyo ve tuvalet mutlaka bulunur. Aslında, yörenin ortak özelliğidir budur. Hemen bütün Kargı evlerinde  kullanışlı bir tuvalet ve banyo mevcut idi.

Örneğin, Ali Dedemin evi. İki katlı, giriş katında mutfak, büyük bir kiler ve bağımsız bir tuvalet, ikinci kattaki odalarda mutlaka bir banyo dolabı ve katta bağımsız hela ile, avluda at ve eşek için ayrı bölmesi olan ineklerin  barındığı ahır ve samanlık. Ön avluda, bütün mahallelinin de yararlandığı kubbeli fırın. Özellikle ramazan aylarında her gün fırın yakılır, komşular keşkeklerini bırakır, Babaannem büyük bir itina ile fırın kapağını hamurla kapatır, pişme zamanı gelince açardı. Ahırların bulunduğu avluda küçük bir sebze bahçesi, sulama kanalının (boklu ark)  arkasında büyük bir sebze ve meyve bahçesi bulunmaktaydı. Ve halan bunlar ayakta olup kuzenler tarafından kullanılmaktadır. Ali Dedem, gençlik yıllarını savaşlarda geçirmişti. Doğu cephesinde Osmanlı ordusunda, daha sonra, Kuvey-ı Milliyede. Az konuşur. Çok çalışır. Zaman buldukça atına atlar kırlara, bahçelere giderdi.
Fazlı Dedem, sevilen,sayılan bir öğretmen olup ben küçükken aramızdan ayrıldı. Kurtuluş savaşı yıllarında köy köy dolaşarak halkı düşmana karşı direnmeye çağırmış, Cumhuriyet kurulduktan kısa bir süre sonra emekli öğretmen olarak, siyaset sahnesinde görev almıştı. İl Genel Meclisi üyesi, aynı zamanda Daimi Encümendeydi öldüğünde. Aile içinde  otorite ve kuralları, ölümünden sonra da  uzun yıllar sürdü. Büyük Dayım, Yüzbaşı Selahattin, tam bir Türk Askeri  idi. Görev yaptığı karakollarda, işe atıyla gidip gelir, askerleri tarafından çok sevilirdi. Babam vatani görevini yapmak için gittiğinde, Annem ve Ben onlarla kalmışız. Haluk Dayım ile ise hemen hemen birlikte büyüdük. Aramızda fazla yaş farkımız yoktu.
Fazlı Dedem, nasıl bir kültürden geldi ise, öğretmenliği sırasında Kargı’ya bir ev yapmış. Buna ev demek yerine konak demek daha doğru olacak. Üç kattan oluşmakta. Oldukça geniş bir arazi üzerinde yapılmış, giriş katında, mutfak dediğimiz kocaman ir oda. Bu odada doğrudan çatıya ulaşan bacası olan  heybetli bir ocak bulunmaktadır. Ortada büyük bir holden geçilerek avluya inilir. Avluya çıkmadan, sol tarafta her türlü hububat ve erzakın depolandığı dev sandıklar bulunmaktadır.
Sağ tarafta yakarı katlara çıkan kapıdan girdiğinizde bir sürprizle karşılaşırsınız. Kocaman bir DOKUMA TEZGAHI. Boz zamanlarında herkes, halı kilim ve özellikle KARGI BEZİ dokur. İç çamaşırlarımız bu bezden dikilirdi. Yastıklarımız bu bezle yapılır. Anneannem, teyzelerim inanılmaz yetenekli insanlardı. Bağ bahçe işlerinde, hayvan bakımında olduğu kadar bu dokuma ve terzilik işlerinde de beceri sahibi idiler.
Ancak, ilerleyen zaman içinde, bana göre tarihi eser bile sayılabilecek bu konak, gelişigüzel bir kararla, meydan oluşturmak gerekçesiyle yıkılmış, ben çok sonra öğrendim. Üstelik, yerine ne meydan , re de başka bir düzenleme yapılmamıştı. Yazık etmişlerdi. Örnek bir kargı ev olarak korunabilirdi.
Sadece annemin ailesi değil, babaannem ve amcamın eşi de aynı becerilere sahiptiler.
Bize düşen, okullarımızda başarı sağlamak, tatillerde bağ bahçe işlerine yardım etmekti. Bunu da en iyi şekilde başarıyorduk. Özellikle bağ bozumunu çık severdim. Eşekler sıra sıra, küfeler üzüm dolu üzümler avluya taşınır. Burada şıra yapmak için kullandığımız OLUK içine boşaltılır, tulumba başında, iyice yıkandığı kontrol edilen ayaklarla üzümler ezilir, suyundan pekmez yapılırdı. Pekmezin bir kısmı, pekmez toprağı ile dövülerek ak pekmeze dönüştürülür. Önceden iplere dizilmiş cevizler, pekmez kazanına batırılarak enfes sucuklar yapılır, bütün kış tüketilirdi.
İkinci, üçüncü katlarda yatak odaları ve tuvaletler bulunurdu. Pencereler ise klasik cumbalı bir evdi.
Ahır ve samanlık yapısı itibariyle beni çok etkilemiştir. İki katlı olan ahir binasının, ikinci katı samanlık, yol hizasında idi. Ot ve saman boşaltmak kolay, hayvanları buradan besleme çok pratikti.
Bahçedeki örnek bağ da çeşit çeşit üzümler, yemelik üzüm ihtiyacımızı karşılardı.
Fazlı Dedem, ayrıca, bugünlerin saunasına benzer bir hamam yaptırmıştı bahçeye. Yine bahsetmeden geçemeyeceğim bir ayrıntı vardı burada. ZURNUK.
Pek çok kişi bu gün zurnuk nedir bilmez. Zurnuk vardı Fazlı Dedimin bahçesi ile yol arasında. Yağmur yağdığında, yoldan akan sel suları istenildiğinde bahçe sulamasında kullanılabiliyordu bu zurnuk sayesinde.
Bizim evin bahçesini de babam kalın duvarlarla çevirmiş, bahçesinde de asmalar dikmişti. İki de büyük dut ağacımız vardı. Dedemlerde bulunan kuyular bizimkinde yoktu. Zira, Babam evi yaptırdığında artık Kargı şehir suyuna kavuşmuştu.
Bizim Kargı’daki iki yıllık yaşamımız inanılmaz güzel anılarla doludur. Annemin inekleri sağarken, kedilerimizin kapıda bekleyişleri, buzağılarımızın doğumu, büyümelerini izleyişimi  heyecanla hatırlarım.
Her şeyden önce, uzakta da ola bağımız, bahçemiz vardı. İneklerimiz vardı. Kendimiz ekip biçiyorduk  Hatta, bahçedeki dut ağaçları sayesinde, boş olan üçüncü katımızda yazları ipek böceği yetiştirdik. Onların, dut yapraklarını yemelerini, koza zamanı yaprak yemeyerek, sürekli ağızlarından çıkardıkları salyalarla koza yaptıklarını hala hatırlarım.
Kargı merkez ilkokulunda günler güzel geçti. Dördüncü sınıftaki, Emin öğretmenim emekli oldu biz 5. Sınıfa başladıktan Sonra Gen, idealist, 52 yıl sonra bile adını ve yüzünü hatırladığım öğretmenimiz, Rasim Mehmet Bütüner .
Artık bir diplomam vardı. İlkokul mezunuydum.
Ben, daha İlkokul birinci sınıfında iken, aile ortamından etkilenerek, Andımızı, İstiklal Marşını ezberlemiş, ulus, yurt bilincine sahip olmuştum. Dörtten beşe geçtiğim  ve İlkokulu bitirdiğim yaz aylarında, Büyük Caminin Kuran Kurslarına devam etmiş, aile geleneğimiz olan Din Eğitimini de tamamlamıştım.
İlkokul arkadaşlarım çok nitelikli ve iyi insanlardı. Zira, anneleri-babaları da öyleydi. Çoğunun ailesi çiftçi idi. Bir arkadaşımızın babası C.Savcısı idi. Yıllar sonra arasam, Rüstem’i bulabilir miyim acaba ?
Okul bahçesinde genellikle mendile sarılmış gazete kağıtlarından oluşan topla maç yapardık. Rüstem’e meşin top aldılar. Artık, Rüstem, Savcı Babasından daha forslu idi. Topu vardı. Meşin topla oynamak ayrı bir zevkti. Ama Rüstem’i kızdırmamak gerekirdi. Rüstem kızınca topunu alır eve gider, biz yine mendil topa kalırdık.
Amcam sevilen bir  berberdi. Bağ bahçe işleri ile de uğraşırdı. Ne zaman çarşıdan geçsem yakalar, saçın uzamış otur bakalım der, kafamı üç numara yapardı.
Evin büyük çocuğu olarak, Anneme yardım etmek görevimdi. İneklerin bakımına, tavukların beslenmesine yardımcı oluyor,  tarlada ot biçip, sebze topluyordum.
Bu arada, kargı İlkokulu Müdürü de Emin Öğretmenle birlikte emekli olmuş, Babam Okul Müdür Vekili olarak Halı Köyden Merkeze tayin olmuştu.
Ben ilkokulu bitirmiştim. O yaz dünyalar tatlısı bir kız kardeşim daha doğmuştu. Ortaokul kitaplarımı temin ediliyor, Yaz tatilinde haylazlık yapmama izin verilmiyordu.
Kargı, kültür bakımından da civar kazalardan ileri idi. Özellikle Halkevi bünyesinde çeşitli etkinlikler bunda büyük rol oynamıştır diye düşünüyorum.
Yine Kargı günlerimde, Babamın çocukluk arkadaşları, manav Cevdet amca ve Demirci Mustafa amcalardan çok etkilenmişimdir. Çok çalışkan ve bilge denecek kadar kültürlü insanlardı. 
Tam okullar açılmasına yakın, bizim evde bir hareketlenme oldu. Babam hırçın, Annem üzgün, Dedem ve Babaanmem  ise kızgındılar. Bir süre sonra konu anlaşıldı. Babamın dönem arkadaşı olan Hilmi Amca okul Müdürü olarak atanınca, Babam da nakil istemiş, Osmancık İlköğretim Müdürlüğüne (Maarif Memuru) atanmıştı.
Bir Eylül gününde, eşyalarımız bir kamyona yüklenmiş. Annem ve Babam şoför mahallinde, Erkut, Meliha ve Ben kamyonun kasasında , eşyalar arasında bize ayrılan yerde, henüz bir kaç aylık Mediha Annemin kucağında Osmancık’ doğru yola çıkmıştık.
Osmancık’ta kiraladığımız ev bahçeli, fakat ahırı olmadığı için ineklerimizi hemen götüremedik. Osmancık’ta ahır bulduktan sonra onları getirecektik. Şimdilik onları, Dedemlere bıraktık.
DEVAM EDECEK