google.com
yandex.com.tr
ŞAHABETTİN KÜÇÜKYAZICI
VADİDEN SAHİLE
1946 yılında Kızılırmak vadisinde şirin bir kasaba olan Çorum/Kargı'da doğdum.
Canım kadar sevdiğim üç kardeşim daha oldu. ilk ve ortaokulu Çorum'da bitirdim. Ailemin, Lise için vadiden ayrılmamın doğru olacağına karar vermesi üzerine daha önce hiç görmediğim İstanbul'a geldim.
1971 yılında İ.Ü. İktisat Fakültesini bitirdiğimde, CHP Gençlik Kolu Bakırköy ilçe Başkanı ve İktisatlılar Sosyal Demokrasi Derneği Başkanı olarak deneyimler de edinmiştim.
Evlilik, askerlik sırasında Kıbrıs Barış Harekatına katılma ve sonrasında Tekel Müfettişliği yılları.
Yurt dışı stajı ve Tekel bünyesinde yöneticilik.
Nihayet, Mart/2005 emeklilik.
Geçenlerde bir gün bankadan aradılar. Kredi taksitlerinin bittiğini, ipotek kaldırılması için bankaya başvurmamı söylediler. Bu demek oluyordu ki emekli olduktan sonra yedi yıl geçmiş.
Zaman hızla akıyor, ömür geçiyor.
Yaşadıklarım, gördüklerim bana göre önemli saydıklarımı bir araya getirmek için yazmaya başlıyorum.
İstanbul, 17.11.2012
Şahabettin KÜÇÜKYAZICI
www.gazeteistanbul.net
22 Ocak 2020 Çarşamba
ALTI OK VE SOSYAL DEMOKRASİ / şahabettin küçükyazıcı
google.com
yandex.com.tr
yandex.com.tr
ALTI OK VE SOSYAL DEMOKRASI
(CHP Kongre delegelerine açık mektup)
Şahabettin KÜÇÜKYAZICI
Cumhuriyet Halk Fırkasının ikinci büyük kongresinde, Partinin temel ilkeleri, Cumhuriyetçilik, Milletçilik ve Halkçılık olarak tanımlanmıştır. 1931 yılındaki kongrede de, Laiklik, Devletçilik ve Devrimcilik eklenmiştir. Bu ilkeler, geri kalmışlıktan kurtulmak isteyen, kalkınıp güçlenmek için izleyeceği yolu gösteren ilkelerdir.
Genç Türkiye Cumhuriyeti, emperyalistler tarafından kazanılmış bir savaşın sonunda, orduları dağıtılmış, toprakları paylaşılmış bir imparatorluğun, Kurtuluş Savaşı ile kurtarılabilen mirası üzerinde kurulmuştur. Doğal olarak, anti emperyalist ve bağımsızlıktan yana olacaktır. Cumhuriyeti kuran kadrolar, çağın düşüncelerinden ve Sovyet Devriminden etkilenmiş olarak Cumhuriyet Halk Partisinin ilkeleri, Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Laiklik, Halkçılık, Devletçilik ve Devrimcilik olarak belirlenmiştir. İlkelerin OK ile simgelenmesi, okun Türkler için önemli bir savaş aracı olması yanında, Oğuzların da ÜÇOKLAR, BOZOKLAR gibi adlandırılması ve Atatürk’ün Türk tarihine verdiği önemden kaynaklanmaktadır.
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Atatürk tarafından belirlenen hedeflere, Avrupalılar, yüzyılın sonunda Sosyalist Enternasyonal ile ulaşabilmişlerdir. Sosyal demokrasi bütün mazlum milletlere ışık tutacak bağımsızlık ve özgürlük demektir.
Altıok, yüksek amaçlar içermektedir. Yeniliğe ve gelişmeye açıktır. Günün koşullarına uygun, ancak çağıyla bütünleşen gerçekçi bir nitelik taşır.
Döneminde, tüm ezilen uluslara örnek oluşturan bir kalkınma yöntemidir. Temelinde, ulusal egemenlik ve tam bağımsızlık mevcuttur.
Türkiye siyasal yaşamında sol hareketler, 19. Yüzyılın sonlarına doğru başlamış ise de, aynı tarihlerde başlayan milliyetçilik akımlarının gölgesinde kalmıştır.
Ekim Devrimi sonrasında, Sovyetler Birliği ile Ankara Hükümeti arasındaki yakınlaşmalar da, Kurtuluş Savaşının zaferle sonuçlanmasını takiben çeşitli nedenlerden dolayı sona erdirilmiştir.
Buna ek olarak, İkinci Dünya Savaşı yılları siyasal yaşamda ideolojik gelişmelerin duraklamasına neden olmuş, ancak 1960 Anayasasının getirdiği özgürlük ortamı yeniden Türkiye’de sol hareketin gelişmesine olanak sağlamıştır. İsmet İnönü ve Bülent Ecevit döneminde CHP, sol ve sosyal demokrat bir çizgiye taşınmak istenmiş ise de seçmen tarafından yeterli destek bulamamıştır.
Turgut Özal’ın, ABD destekli liberal bir politika izlemesine olanak sağlayan 1980 darbesini takip eden yıllarda, seçimler sol partilerin sürekli oy kaybı ile sonuçlanmıştır.
Başlangıçta başka alternatif bulunmadığından CHP’de yoğunlaşan alevi oylarının da son zamanlarda farklı partilere dağıldıkları, şehirli dar gelirli seçmenlerin de CHP’den uzaklaştıkları gözlenmektedir. Bir yandan da, CHP yönetiminin oylarını artırmak için değişik politikalar izlemekte olması, sol ve sosyal demokrat politikaların uygulanamaması işçi ve köylülerin destek vermesinde tereddütler oluşmasına neden olmaktadır.
Günümüzde, CHP’nin ulaşmasını özlediğimiz Sosyal Demokrasi ise;
Sosyalizm ve demokrasinin uyumlu bir bileşimidir. Özgürlükçüdür, sosyal adalet ve fırsat eşitliğini, emekçilerin çıkarlarını savunur. Ancak, öteki sınıfların yaşam hakkını da yok saymaz. Devlete sosyal ödevler yükleyip, ekonomik yaşama halk kitleleri yararına yön verme olanakları sağlar.
Bu çerçevede CHP, antiemperyalist ve devrimci mücadelenin öncüsü olarak kendi özeleştirisini de yapmak suretiyle, içinde bulunduğumuz zor koşullarda, geçmişi ile barışık yürüyecek yeni bir sosyal demokrasi hattı çizmek zorundadır. Bu maksatla;
- Ekonomik alanda, ulusal kaynakların etkin ve verimli kullanılmasını, kaynak israfına son verilmesini sağlayacak bir model üzerinde çalışılması,
- No-liberal anlayışlar yerine, çalışanların hak ve önceliklerini gözeten, demokratik sosyal devlet anlayışına uygun politikalar üretilmesi,
- Bölgesel geri kalmışlıkların giderilmesine yönelik kamu yatırımcılığı ve özel girişimciliğe ilişkin planlamaların hızla başlatılması,
- Ne Mutlu Türküm Diyene özdeyişine uygun olarak ulusal birliğimizin sağlanmasına katkıda bulunacak sosyal politikalar geliştirilmesi,
- İşçi, köylü tüm emekçilerin özlemlerine hitap edecek, kişi hak ve özgürlüklerinin artmasının insanların çalışma gücünü artıracağı bilincini güçlendirecek, işsizliğin yok edilmesi, daha adil bir bölüşüm için çağdaş ücret sistemlerine yönelik politikalar geliştirilmesi,
-Ulusal eğitim sistemi ile ilgili, bilim ve teknolojiye dayalı kolay anlaşılabilir politikalar oluşturulması,
-Emeklilikte ve hastalıkta koruyucu, işsizlikte destekleyici modeller geliştirilmesi,
- İnsanın insanı, yabancıların ülkeyi sömüremeyeceği bir düzen kurulabileceği bir ekonomik ve sosyal düzen kurulması,
- Bunların yanında, tüm kamusal iş ve işlemlerde, dürüstlük ve tarafsızlığın mutlaka sağlanacağı güvencesinin seçmene verilmesi,
Şeklinde özetlenebilecek politikaları geliştireceklerine halkı inandırabilecek lider ve kadroların işbaşına gelmesi için, Kongreler dolayısıyla büyük bir fırsat bulunmaktadır.
Kurultay delegelerinin, önümüzdeki seçimlerde CHP oylarının artırılması, Sosyal Demokrat düşüncenin iktidar olabilmesinin yolunun açılması görevi bulunmaktadır.
şk
NAZIM HİKMET 118 YAŞINDA/ŞAHABETTİN KÜÇÜKYAZICI
google.com
yandex.com
1998 yılında Moskova'da mezarını ziyaret etmek olanağı bulmuştum.
ŞK
yandex.com
1998 yılında Moskova'da mezarını ziyaret etmek olanağı bulmuştum.
ŞK
NAZIM HİKMET 118 YAŞINDA
Nazım Hikemtee'i tanımak isteyen, NUTUK'tan esinlenerek yazdığı "KURTULUŞ SAVAŞI DESTANI" isimli şaheseri okumalı bence.
"Kurtuluş Savaşı Destanı"ndan
KUVAY-I MİLLİYE
"....
dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu.
ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
paşalar onun arkasındaydılar.
o, saati sordu.
paşalar: “üç” dediler.
sarışın bir kurda benziyordu.
ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
kocatepe'den afyon ovası'na atlayacaktı.
ateşler yanıyordu.
ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
paşalar onun arkasındaydılar.
o, saati sordu.
paşalar: “üç” dediler.
sarışın bir kurda benziyordu.
ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
kocatepe'den afyon ovası'na atlayacaktı.
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim....
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim...
..."
MÜFETTİŞLİK MESLEĞİ / Şahabettin KÜÇÜKYAZICI
yandex.com
MÜFETTİŞ VE MÜFETTİŞLİK MESLEĞİ
ŞAHABETTİN KÜÇÜKYAZICI
Müfettişlik mesleği bir kariyer mesleği olup, her kurum müfettiş yardımcısı olarak göreve başlayanları, yardımcılık süresince kendi bünyesinde hizmet-içi eğitim programlarından geçirir. Müfettişlik mesleği esas olarak deneyimli müfettişlerin refakatinde çalışılarak öğrenilir.
Müfettiş olmak isteyenlerin; Sosyal bilimlere ilgili ve bu alanda başarılı, Sözel ve sayısal yeteneği yüksek, Derinliğine araştırma ve inceleme yapabilen, Analitik düşünebilen, Her türlü iklim ve koşullarda görev yapabilecek ve seyahat edebilecek beden ve ruh sağlığına sahip, Objektif, kararlı, dürüst ve cesur, Temsil yeteneğine sahip, Gizlilik prensibine bağlı ve sır saklayabilen kişiler olmaları gerekmektedir.
Teftiş sırasında tespit ettiği her türlü yolsuzluklar veya soruşturma açılması gereken konularda kendiliğinden soruşturma başlatır, İlgililer hakkında yetkili makamın onayı üzerine soruşturmaya başlar, iş ilişkisinde bulunan diğer resmi ve özel iş yerleriyle ilgili evrak, dosya ve belgelerin doğruluğunu inceler.
MÜFETTİŞ EMEKLİ OLDUKTAN SONRA DA UNVANINI TAŞIR, KORUR VE ONA GÖRE YAŞAR.
21 Ocak 2020 Salı
ANNILARIM 2 - İKİNCİ BÖLÜM -ÇOCUKLUK YILLARIM
"KARGI"
Yıl, 1955. KARGI’DAYIZ ARTIK
Kargı bizim ailemizin toplu yaşadığı bir
ilçedir. Kızılırmak vadisinde, bağlar, bahçeler arasında şirin bir kasabadır. Yerleşim yerinden sonra Irmağa kadar uzanan düzlükte, mera-harman yeri, devamında ise pirinç tarlaları uzanır. Asıl geçim kaynağı pirinçtir. Bunun yanı sıra, sebze ve hayvancılık yapılır.
Kargı'da bizi, Ali Dedem, Dayılarım, Amcam, Teyzelerim, ve kuzenler.
Burada bizi yeni ve güzel bir hayat bekliyordu. Gazlı dedem Ben dört yaşında iken rahmetli olmuştu.
Okula yakın evimizin inşaatı üst kat hariç
bitmiş, üst katın pencereleri takılmasa
da çatı tamamen kapatılmıştı. Bodrum katı tartışmasız ineklerimizin olacaktı.
Orta kat, Mutfak, iki yatak odası ve banyo bizim yaşam alanımız. Bizim ailenin
evlerinde tartışmasız, ayrı bir banyo ve tuvalet mutlaka bulunur. Aslında,
yörenin ortak özelliğidir budur. Hemen bütün Kargı evlerinde kullanışlı bir tuvalet ve banyo mevcut idi.
Örneğin, Ali Dedemin evi. İki katlı, giriş
katında mutfak, büyük bir kiler ve bağımsız bir tuvalet, ikinci kattaki
odalarda mutlaka bir banyo dolabı ve katta bağımsız hela ile, avluda at ve eşek
için ayrı bölmesi olan ineklerin
barındığı ahır ve samanlık. Ön avluda, bütün mahallelinin de
yararlandığı kubbeli fırın. Özellikle ramazan aylarında her gün fırın yakılır,
komşular keşkeklerini bırakır, Babaannem büyük bir itina ile fırın kapağını
hamurla kapatır, pişme zamanı gelince açardı. Ahırların bulunduğu avluda küçük
bir sebze bahçesi, sulama kanalının (boklu ark)
arkasında büyük bir sebze ve meyve bahçesi bulunmaktaydı. Ve halan
bunlar ayakta olup kuzenler tarafından kullanılmaktadır. Ali Dedem, gençlik yıllarını savaşlarda geçirmişti. Doğu cephesinde Osmanlı ordusunda, daha sonra, Kuvey-ı Milliyede. Az konuşur. Çok çalışır. Zaman buldukça atına atlar kırlara, bahçelere giderdi.
Fazlı Dedem, sevilen,sayılan bir öğretmen
olup ben küçükken aramızdan ayrıldı. Kurtuluş savaşı yıllarında köy köy dolaşarak halkı düşmana karşı direnmeye çağırmış, Cumhuriyet kurulduktan kısa bir süre sonra emekli öğretmen olarak, siyaset sahnesinde görev almıştı. İl Genel Meclisi üyesi, aynı zamanda Daimi Encümendeydi öldüğünde. Aile içinde otorite ve kuralları, ölümünden sonra da uzun yıllar
sürdü. Büyük Dayım, Yüzbaşı Selahattin, tam bir Türk Askeri idi. Görev
yaptığı karakollarda, işe atıyla gidip gelir, askerleri tarafından çok
sevilirdi. Babam vatani görevini yapmak için gittiğinde, Annem ve Ben onlarla
kalmışız. Haluk Dayım ile ise hemen hemen birlikte büyüdük. Aramızda fazla yaş farkımız yoktu.
Fazlı Dedem, nasıl bir kültürden geldi ise,
öğretmenliği sırasında Kargı’ya bir ev yapmış. Buna ev demek yerine konak demek
daha doğru olacak. Üç kattan oluşmakta. Oldukça geniş bir arazi üzerinde
yapılmış, giriş katında, mutfak dediğimiz kocaman ir oda. Bu odada doğrudan
çatıya ulaşan bacası olan heybetli bir
ocak bulunmaktadır. Ortada büyük bir holden geçilerek avluya inilir. Avluya
çıkmadan, sol tarafta her türlü hububat ve erzakın depolandığı dev sandıklar
bulunmaktadır.
Sağ tarafta yakarı katlara çıkan kapıdan
girdiğinizde bir sürprizle karşılaşırsınız. Kocaman bir DOKUMA TEZGAHI. Boz zamanlarında
herkes, halı kilim ve özellikle KARGI BEZİ dokur. İç çamaşırlarımız bu bezden
dikilirdi. Yastıklarımız bu bezle yapılır. Anneannem, teyzelerim inanılmaz
yetenekli insanlardı. Bağ bahçe işlerinde, hayvan bakımında olduğu kadar bu
dokuma ve terzilik işlerinde de beceri sahibi idiler.
Ancak, ilerleyen zaman içinde, bana göre tarihi eser bile sayılabilecek bu konak, gelişigüzel bir kararla, meydan oluşturmak gerekçesiyle yıkılmış, ben çok sonra öğrendim. Üstelik, yerine ne meydan , re de başka bir düzenleme yapılmamıştı. Yazık etmişlerdi. Örnek bir kargı ev olarak korunabilirdi.
Sadece annemin ailesi değil, babaannem ve
amcamın eşi de aynı becerilere sahiptiler.
Bize düşen, okullarımızda başarı sağlamak,
tatillerde bağ bahçe işlerine yardım etmekti. Bunu da en iyi şekilde
başarıyorduk. Özellikle bağ bozumunu çık severdim. Eşekler sıra sıra, küfeler üzüm
dolu üzümler avluya taşınır. Burada şıra yapmak için kullandığımız OLUK içine
boşaltılır, tulumba başında, iyice yıkandığı kontrol edilen ayaklarla üzümler
ezilir, suyundan pekmez yapılırdı. Pekmezin bir kısmı, pekmez toprağı ile
dövülerek ak pekmeze dönüştürülür. Önceden iplere dizilmiş cevizler, pekmez
kazanına batırılarak enfes sucuklar yapılır, bütün kış tüketilirdi.
İkinci, üçüncü katlarda yatak odaları ve
tuvaletler bulunurdu. Pencereler ise klasik cumbalı bir evdi.
Ahır ve samanlık yapısı itibariyle beni çok
etkilemiştir. İki katlı olan ahir binasının, ikinci katı samanlık, yol
hizasında idi. Ot ve saman boşaltmak kolay, hayvanları buradan besleme çok
pratikti.
Bahçedeki örnek bağ da çeşit çeşit üzümler,
yemelik üzüm ihtiyacımızı karşılardı.
Fazlı Dedem, ayrıca, bugünlerin saunasına
benzer bir hamam yaptırmıştı bahçeye. Yine bahsetmeden geçemeyeceğim bir
ayrıntı vardı burada. ZURNUK.
Pek çok kişi bu gün zurnuk nedir bilmez. Zurnuk
vardı Fazlı Dedimin bahçesi ile yol arasında. Yağmur yağdığında, yoldan akan
sel suları istenildiğinde bahçe sulamasında kullanılabiliyordu bu zurnuk
sayesinde.
Bizim evin bahçesini de babam kalın duvarlarla
çevirmiş, bahçesinde de asmalar dikmişti. İki de büyük dut ağacımız vardı. Dedemlerde
bulunan kuyular bizimkinde yoktu. Zira, Babam evi yaptırdığında artık Kargı
şehir suyuna kavuşmuştu.
Bizim Kargı’daki iki yıllık yaşamımız
inanılmaz güzel anılarla doludur. Annemin inekleri sağarken, kedilerimizin
kapıda bekleyişleri, buzağılarımızın doğumu, büyümelerini izleyişimi heyecanla hatırlarım.
Her şeyden önce, uzakta da ola bağımız,
bahçemiz vardı. İneklerimiz vardı. Kendimiz ekip biçiyorduk Hatta, bahçedeki dut ağaçları sayesinde, boş
olan üçüncü katımızda yazları ipek böceği yetiştirdik. Onların, dut
yapraklarını yemelerini, koza zamanı yaprak yemeyerek, sürekli ağızlarından
çıkardıkları salyalarla koza yaptıklarını hala hatırlarım.
Kargı merkez ilkokulunda günler güzel geçti. Dördüncü
sınıftaki, Emin öğretmenim emekli oldu biz 5. Sınıfa başladıktan Sonra Gen,
idealist, 52 yıl sonra bile adını ve yüzünü hatırladığım öğretmenimiz, Rasim
Mehmet Bütüner .
Artık bir diplomam vardı. İlkokul mezunuydum.
Ben, daha İlkokul birinci sınıfında iken,
aile ortamından etkilenerek, Andımızı, İstiklal Marşını ezberlemiş, ulus, yurt
bilincine sahip olmuştum. Dörtten beşe geçtiğim
ve İlkokulu bitirdiğim yaz aylarında, Büyük Caminin Kuran Kurslarına devam
etmiş, aile geleneğimiz olan Din Eğitimini de tamamlamıştım.
İlkokul arkadaşlarım çok nitelikli ve iyi
insanlardı. Zira, anneleri-babaları da öyleydi. Çoğunun ailesi çiftçi idi. Bir
arkadaşımızın babası C.Savcısı idi. Yıllar sonra arasam, Rüstem’i bulabilir
miyim acaba ?
Okul bahçesinde genellikle mendile sarılmış
gazete kağıtlarından oluşan topla maç yapardık. Rüstem’e meşin top aldılar.
Artık, Rüstem, Savcı Babasından daha forslu idi. Topu vardı. Meşin topla
oynamak ayrı bir zevkti. Ama Rüstem’i kızdırmamak gerekirdi. Rüstem kızınca
topunu alır eve gider, biz yine mendil topa kalırdık.
Amcam sevilen bir berberdi. Bağ bahçe işleri ile de uğraşırdı. Ne
zaman çarşıdan geçsem yakalar, saçın uzamış otur bakalım der, kafamı üç numara
yapardı.
Evin büyük çocuğu olarak, Anneme yardım etmek
görevimdi. İneklerin bakımına, tavukların beslenmesine yardımcı oluyor, tarlada ot biçip, sebze topluyordum.
Bu arada, kargı İlkokulu Müdürü de Emin
Öğretmenle birlikte emekli olmuş, Babam Okul Müdür Vekili olarak Halı Köyden
Merkeze tayin olmuştu.
Ben ilkokulu bitirmiştim. O yaz dünyalar
tatlısı bir kız kardeşim daha doğmuştu. Ortaokul kitaplarımı temin ediliyor, Yaz
tatilinde haylazlık yapmama izin verilmiyordu.
Kargı, kültür bakımından da civar kazalardan
ileri idi. Özellikle Halkevi bünyesinde çeşitli etkinlikler bunda büyük rol
oynamıştır diye düşünüyorum.
Yine Kargı günlerimde, Babamın çocukluk arkadaşları, manav Cevdet amca ve Demirci Mustafa amcalardan çok etkilenmişimdir. Çok çalışkan ve bilge denecek kadar kültürlü insanlardı.
Yine Kargı günlerimde, Babamın çocukluk arkadaşları, manav Cevdet amca ve Demirci Mustafa amcalardan çok etkilenmişimdir. Çok çalışkan ve bilge denecek kadar kültürlü insanlardı.
Tam okullar açılmasına yakın, bizim evde bir hareketlenme
oldu. Babam hırçın, Annem üzgün, Dedem ve Babaanmem ise kızgındılar. Bir süre sonra konu
anlaşıldı. Babamın dönem arkadaşı olan Hilmi Amca okul Müdürü olarak atanınca,
Babam da nakil istemiş, Osmancık İlköğretim Müdürlüğüne (Maarif Memuru)
atanmıştı.
Bir Eylül gününde, eşyalarımız bir kamyona
yüklenmiş. Annem ve Babam şoför mahallinde, Erkut, Meliha ve Ben kamyonun
kasasında , eşyalar arasında bize ayrılan yerde, henüz bir kaç aylık Mediha
Annemin kucağında Osmancık’ doğru yola çıkmıştık.
Osmancık’ta kiraladığımız ev bahçeli, fakat
ahırı olmadığı için ineklerimizi hemen götüremedik. Osmancık’ta ahır bulduktan
sonra onları getirecektik. Şimdilik onları, Dedemlere bıraktık.
DEVAM EDECEK
DEVAM EDECEK
ANILARIM 1 - BİRİNCİ BÖLÜM -ÇOCUKLUK YILLARIM 1
linkedin.com
ANILARIM 1
VADİDE HAYATIMIZ
ŞAHABETTİN KÜÇÜKYAZICI
Çocukluk Yıllarım
Çocukluğum, Devrez Çayının kenarında, bir köy
okulunun öğretmen lojmanında başladı.
İki
kardeştik. Sonra üçüncü kardeşimiz geldi köy hayatımızda. Günler hızla
geçiyordu. Ben hızla büyüyordum.
Babam, gündüzleri, 5 sınıflı köy okulunun tek
öğretmeni olarak, öğrencilerini eğitiyor, zaman buldukça devlet tarafından
verilen tarlanın ekimi, bakımı ile uğraşıyor, geçeleri de, köy halkına okuma-yazma kursları veriyordu.
Gece dersleri, genellikle bizim evdeki lüks
lambasının okula taşınması suretiyle gerçekleşiyordu. Bu arada annem ve biz 5
numara gaz lambası ile idare ediyorduk.
Lojman balkonu altındaki kümesimizde
tavuklarımız, bahçe içindeki ahırda da iki ineğimiz vardı.
İnekler, kış ayları dışında köyün sığırtmacı
tarafından meraya otlatmaya götürülür, akşama getirilirdi. Tavuklar orada
burada dolaşır, akşam olunca kümesin kapısı kapanırdı.
Annem, köylü kadınlar tarafından seviliyordu.
Çünkü onların söküklerini dikiyor, yamalarını yapmalarına yardım ediyordu.
Belki de köydeki tek dikiş makinesi bizim evdeydi.
Yaz aylarında, köyün yaylasında,
kiraladığımız yayla evine biz de taşınırdık. Fırsat bulunca yakındaki ilçede
bulunan Dedemlere ziyarete giderdik.
Yıl 1952 ve bir kız kardeşimiz doğdu. Çok
tatlı bir bebekti. Bu arada ben babama birlikte, lojmandan 5 sınıflı
dersliğe geçer orada dersleri izlerdim. Tek sınıfllı okulumuza ana kapıdan girilir, ayakkabılarımız koridorda bırakılır, sınıfa ayakkabısız girilirdi. Bu suretle sınıf çamur ve tozdan korunmuş olurdu.
Derslik bilenen okul iki öğrencinin
oturabileceği öğrenci sıraları bulunan, Kargı -Tosa karayolu yoluna bakıyor,
daha ileride Devrez Çayı köye ait pirinç tarlalarını suladıktan sonra
Yakın köylerden geçerek, Kargı yakınlarında
Kızılırmak Nehrine katılıyordu. Hemen, Devrez’in Kızılırmak ile birleştiği yere
yakında Teyzemlerin yaşadığı Hacıhamza Nahiyesi vardı.
Abdullah Eniştem, Kadı Efendi olarak tanınırdı. Çok saygın bir kişiydi. Misafirliğe gittiğimizde, kasaptan mutlaka kuzu siparişi verilirdi. Beni önemser, elimden tutar Kasabanın kahvesine birlikte giderdik. Orada çay ikram ederdi. Çok hoşuma giderdi. Kendimi büyük adam gibi hissederdim. Keza, Terzi Hasan Abi ve Ahmet Abi kardeşler. Ölene kadar onların yanında kendimi önemli hissettim. Hasan Abim bir dönem Belediye Başkanlığı da yaptı.Ailece, Kasabayı ve Kasaba Halkını çok severlerdi. Gerçek birer yurtseverdiler. Çocuklarını da öyle yetiştirdiler. Nur içinde yatsınlar hepsi. Bedia Teyzem bir bilge kadındı. Hiç bir şey onun için sorun değildi. Dini inançları çok kuvvetliydi. Her konuda Kuran'dan bağlantılı açıklamaları olurdu. Sabiha Teyzem, başlı başına bir kültürdü. İstanbul'da büyümüş, evlilik nedeniyle Kasabaya yerleşmişti. Hacıhamza'dan Kargı'ya gittiğimizde yine her şey güzeldi Benim için. Babaannem dünya tatlısı bir insandı. Kötülük nedir bilmez, bütün İlçe tarafından sevilirdi. Adı bu nedenle Komşu anaya çıkmıştı. Herkes ona Komşu Ana der, başı sıkışan yardım isterdi. Olağanüstü çalışkan bir kadındı. Ben onu uyurken görmedim. Sabah kuşlukta kalkar, yakın tarladan ot biçer gelir, inekleri doyururdu. Sonra, inekleri sağar sütlerini pişirir, yoğurt yapardı. Sonra yengemle birlikte sebze tarlasına giderler, mevsime göre sebze-meyve toplarlardı. Pirince destek gelir kaynakları, bamya önemliydi. Günlük toplanması, dizilmesi ve kurutulması gerekiyordu. Bamya dizme işini büyük - küçük herkes yapmak zorundaydı. Yoksa yetişmezdi. Keza, Zeynep Anneannem. O ne sevgi dolu bir kadındı. Onlarda misafir olduğumuzda kendimizi çok rahat hissederdik. Evde, bahçede bize hiç bir yasak koymazdı. Melek Teyzem, adına uygun bir kadındı. Hep arkadaş gibi oldu bizimle.
Ben, 5 sınıflı köy okulunda 3. Sınıfı da bitirmiş, 4. Sınıfa geçmiştim. Benden dört yaş küçük olan erkek kardeşim de hızla büyüyordu. Babam, çocukların eğitimi gerekçesiyle,
Abdullah Eniştem, Kadı Efendi olarak tanınırdı. Çok saygın bir kişiydi. Misafirliğe gittiğimizde, kasaptan mutlaka kuzu siparişi verilirdi. Beni önemser, elimden tutar Kasabanın kahvesine birlikte giderdik. Orada çay ikram ederdi. Çok hoşuma giderdi. Kendimi büyük adam gibi hissederdim. Keza, Terzi Hasan Abi ve Ahmet Abi kardeşler. Ölene kadar onların yanında kendimi önemli hissettim. Hasan Abim bir dönem Belediye Başkanlığı da yaptı.Ailece, Kasabayı ve Kasaba Halkını çok severlerdi. Gerçek birer yurtseverdiler. Çocuklarını da öyle yetiştirdiler. Nur içinde yatsınlar hepsi. Bedia Teyzem bir bilge kadındı. Hiç bir şey onun için sorun değildi. Dini inançları çok kuvvetliydi. Her konuda Kuran'dan bağlantılı açıklamaları olurdu. Sabiha Teyzem, başlı başına bir kültürdü. İstanbul'da büyümüş, evlilik nedeniyle Kasabaya yerleşmişti. Hacıhamza'dan Kargı'ya gittiğimizde yine her şey güzeldi Benim için. Babaannem dünya tatlısı bir insandı. Kötülük nedir bilmez, bütün İlçe tarafından sevilirdi. Adı bu nedenle Komşu anaya çıkmıştı. Herkes ona Komşu Ana der, başı sıkışan yardım isterdi. Olağanüstü çalışkan bir kadındı. Ben onu uyurken görmedim. Sabah kuşlukta kalkar, yakın tarladan ot biçer gelir, inekleri doyururdu. Sonra, inekleri sağar sütlerini pişirir, yoğurt yapardı. Sonra yengemle birlikte sebze tarlasına giderler, mevsime göre sebze-meyve toplarlardı. Pirince destek gelir kaynakları, bamya önemliydi. Günlük toplanması, dizilmesi ve kurutulması gerekiyordu. Bamya dizme işini büyük - küçük herkes yapmak zorundaydı. Yoksa yetişmezdi. Keza, Zeynep Anneannem. O ne sevgi dolu bir kadındı. Onlarda misafir olduğumuzda kendimizi çok rahat hissederdik. Evde, bahçede bize hiç bir yasak koymazdı. Melek Teyzem, adına uygun bir kadındı. Hep arkadaş gibi oldu bizimle.
Ben, 5 sınıflı köy okulunda 3. Sınıfı da bitirmiş, 4. Sınıfa geçmiştim. Benden dört yaş küçük olan erkek kardeşim de hızla büyüyordu. Babam, çocukların eğitimi gerekçesiyle,
Kargı İlçesine naklini istemiş, anca Kargı’ya
daha yakın olan bir başka köye verilmişti. Halılar köyü daha büyük, okulu da 3
sınıflı idi. Fakat okulun lojmanı dolu olduğu
ve bizim Kargı’da kendi evimiz olduğu için Ben Kargı merkez İlkokulu’na
başladım. Babam, bisikleti ile, her gün sabah Halılar köyüne gidip gelmek
suretiyle öğretmenlik görevini sürdürmeye başladı.
Yeni bir hayatımız vardı artık. Köyden, üç
bin nüfuslu bir ilçeye gelmiştik.
Kardeşim Erkut, köyde benimle birlikte okuma
yapmayı öğrenmişti. Kargı İlkokuluna birinci sınıfta başladı. Fakat okul
yönetimi, kendisinin okuma-yazma ve matematik bilgileri nedeniyle bir üst
sınıftan başlatılmasına karar vermişti. Erkut çok zeki, bana göre özel eğitim
görmesi halinde olağanüstü başarılara ulaşacaktı. Ama, o günün koşullarında bunu
değerlendiremedik. Olabileceği kadar olamadı. Derken, parasız yatılı sınavlar kazanarak Eğitim enstitüsü, ODTÜ Elektronik Mühendisliği okudu. İyi bir Fen Bilgisi öğretmeni
oldu, Kitaplar yazdı. Nur içinde yatsın.
Üç sınıfı Babam’ın beş sınıflı köy okulunda
tamamlayan ben, Merkez ilkokulunda 4. Sınıfta Emin Hocanın öğrencisi olarak
yeni bir yaşama başladım.
Kargı’daki evimiz üç katlı idi. Bölge özellikleri
nedeniyle ahşap iskeletli, ahşap merdivenleri olan, Bodrum katı tamamen taş
duvarlardan oluşan şirin bir evdi.
DEVAM EDECEK
16 Ocak 2020 Perşembe
Şahabettin KÜÇÜKYAZICI/TAŞIMALI EĞİTİM KALDIRILMALIDIR
www.google.com
Şahabettin KÜÇÜKYAZICI
www.gazeteistanbul.net
Şahabettin KÜÇÜKYAZICI
www.gazeteistanbul.net
MEB tarafından mezra ve köy okulları için uygulanan
bir sistemdir.
Çamur, kar, soğuk demeden her gün onlarca km yol.
Traktör römorkunda, kamyon kasasında köyden köye taşınan çocuklarımız.
Nadiren de olsa, derelerden, bağ arasından sırtta yola
taşınan çocuklarımız.
Şu iki satırı yazarken dahi dünyadan pek çok örnek
geçiyor aklımdan. Özellikle, Japonya ‘da bir öğrenci için yıllarca çalıştırılan
tren yolu hattı. Western filemlerde köye gelen öğretmene verilen ütün değer.
Biz papazı örnek aldık. Ama okulu, öğretmeni ya görmedik, ya Atatürk’ten sonra
kasıtlı ihmal ettik.
Yıllar yılı, gurur duyduk köylerimizle. Ancak,40 bin
köy ile övünmek lafta kaldı. (tam olarak
34.247 )
Köyde neden otursunlar ki artık. Zaten hayvan
beslemek, ahırla yan yana yaşamak, tarlalarda koşturmak kolay mı? Büyük şehirlere
göç ediyorlar zorunlu olarak. Köylerde yaşamı kanunla yasaklayan, yok etmeye
çalışan tek ülke biziz mutlaka. Bir Kanun çıkardık. Köyleri kaldırdık. Akşam,
tavuklarıyla, koyunlarıyla, inekleriyle yatan, Büyükşehir Belediyesi
sınırlarında yaşayan köylüler, sabah uyandıklarında, artık MAHALLELİ
olduklarını, hayvan besleyemeyeceklerini öğrendiler.
Birkaç yıl önce, Milli Eğitim Bakanı, taşımalı eğitim
alan öğrenci sayıları konusunda bir soruya verdiği yanıtta “Türkiye
genelinde; ilköğretimde 12.028 merkez okulda 757.769 öğrenci, ortaöğretimde
5.152 merkez okulda 472.337 öğrenci, özel eğitimde ise 6.034 merkez okulda
92.175 öğrenci taşımalı eğitimden yararlanmaktadır” diye cevap
verirken, Köy Enstitüsü mezunu bir babanın oğlu, ve 5 sınıflı köy okulunda okumuş
birisi olarak, TV karşısında, öfkeden kızardığımı unutamam.
Deneme uygulamaları hariç, tam olarak 2001 yılında başlamıştı.
Bu gün, 11 milyon ilköğretim öğrencisinden 700 bininin taşımalı eğitim aldığını
görüyoruz.
Ancak, araştırmaları, uzman görüşleri TAŞIMALI EĞİTİM olarak
isimlendirilen sistemden, ülkemiz, ulusumuz yararına sonuçlar alınmadığı
yolunda.
Her şeyden önce, taşımalı eğitimin göçü hızlandırdığında
yetkililer ortak fikirdedir. Çünkü, her sabah çocuğunu gönderip, akşama kadar
evinde stres yaşamaktansa aile çocuğunu da alıp şehre taşınmaktadır.
Buna bağlı olarak, köyler özelliklerini yitirmekte, tarımsal
üretim zarar görmektedir.
Okulların birçoğu harap olmuş, bazıları ahır veya depo olarak
kullanılmaktadır. İlginçtir, bazı köy okullarını da imamlar, lojman olarak
kullanmaktadır.
Taşımalı eğitim, eğitim açısından beklenen faydayı sağlamadığı
gibi, çocuğu da köyünden, tarlasından, hayvanından koparmaktadır.
Köylerimizde artık, ne
çocuk sesi duyabilir, ne de İSTİKLAL MARŞI dinleyebilirsiniz.
Ne Yapmalı?
Taşımalı eğitim
uygulamasına son verilmelidir. Belki, çok gerekli bazı istisnalar olabilir.
Devletimiz, gerekli
sayının üzerinde imam ve sair din görevlilerini nasıl istihdam edebiliyorsa,
köylerimiz için özel öğretmenler görevlendirmelidir.
Geçenlerde bir gazetede,
Fatsa Kaymakamlığı tarafından, Ziraat ve Sanayi Odalarının da katkılarıyla ,
bir EĞİTİM ŞEMNLİĞİ düzenlendiğini,
burada eski örf ve adetlerimizin canlandırıldığını okudum.
Köy Okullarını canlandıran
kara önlüklü, bandolu bir öğrenci grubunun şenlikte yürüyüş yapmış. İzleyenler
duygulu anlar yaşamışlar.
Bir eğitim uzmanı “çocukların doğal öğrenme ortamlarından koparıldığını, buna bağlı olarak
başarı seviyesinin de düştüğünü, şehirlerde gelişen, kamu tarafından
desteklenen pek çok özel öğretim kurumlarından köy çocuklarının
yararlanamadığını, bunun başta Anayasamız olmak üzere pek çok yasamız açısından
uygun olmadığını” yazmaktadır.
Köy Okulları Ne
Sağlar?
Sonda
söyleyeceğimizi baştan yazalım. Köy okulları, kırsalda geçim koşullarının
iyileştirilmesini, nüfusun köye kazandırılmasını sağlar.
Elbette ki
konu köy okulunu açmakla bitmeyecektir.
MEB,
köyleri bir sürgün yeri olarak görmek yerine, öncelikle gönüllü öğretmenlerden
başlayarak, özel yetenekli, donanımlı öğretmenlerin buralarda görev almasına
özen gösterecektir.
Köy Enstitüleri
deneyiminden de yararlanmak suretiyle, isteyen öğretmene, toprak, tohum, tarım
araç ve gerekleri vermelidir. Aynı şekilde, isteyen öğretmene, küçükbaş veya
büyükbaş havan, seracılık yapmak isteyenlere sera malzemeleri, halıcılık ve
diğer el sanatları ile ilgili malzemeler verilmelidir.
Çok kısa
bir süre sonra, öğrencisine ve köylüye her alanda rehber kişiler yetiştiği görülecektir.
Zira bu durumda bir öğretmen, günlerini, haftalarını köylü ile birlikte
geçirecek, köy yaşamının canlanmasına da öncülük edecektir.
Neden Köye Dönüş?
Tekirdağ
Büyükşehir Belediyesinin kuruluşunda Teftiş Kurulu Başkanı görev yaptığım üç
yıl boyunca,
Mahalleye
dönüşen köylerin, Belediye Başkanlarının, vatandaşın bu uygulamadan şikayetçi olduklarını gördüm.
Son
günlerde, Yerel Yönetimler Kanununda değişiklikler yapılmak üzere yoğun çalışmalar
yapılmakta olduğunu okudum.
Bu
çerçevede, köy okullarının da yeniden canlandırılmasının bu kanun kapsamında
ele alınabileceğini düşündüm.
Devlet
tarafından eğitim, bilgi ve görgülerimizin artırılması için yurt dışı
görevlendirmem sırasında, 1989 yılında İsviçre’de yaşadım. Köylerin, insanların
göç edip kurtulmak isteyecekleri bir yer
değil, çobanlığın, çiftçiliğin kutsal bir meslek olarak yaşandığını gördüm.
Biz de
yıllar boyu Köylülüğü bir onur olarak bildik. “Köylü Miilletin Efendisidir “
diyen Liderlerimiz oldu.
Ne oldu da
birdenbire köyümüzü terk ettik?
Bunun da
cevabı basit. Her şeyden geçim sıkıntısı.
Köylü günün koşullarına göre donatılmadığı için ürünlerini değerine satamaz,
emeğinin karşılığını alamaz oldu.
Köylerde, eğitim ve sağlık kurumlarının
bulunmasına özen gösterilemedi. Üretim ve pazarlama konusunda kooperatifleşme
ve devlet desteği sağlanamadı.
Bu yüzden
köylerimiz boşaldı. Deyip noktayı koymadan önce şunu da sormak gerekiyor.
Şehirde Ne
Buldular?
Bu soruma
da olumlu bir cevap veremiyorum. Hatta, nüfusları sağlıklı yaşam koşullarının
çok üzerinde, çarpık kentleşmenin örneği varoşlarda, çok olumsuz şartlarda
yaşayan bu göçün sahipleri, zar zor iş bulabilseler bile, düşük ücretlerle
çalışmakta olduklarını gözlemliyoruz. Mutlu olduklarını söylemek ise çok zor.
Özellikle emekli olduktan sonra, kentte yapacak bir uğraşı da kalmayan
insanların, köylerine, doğdukları yerlere dönmeye özendirilmeleri zor olmasa
gerekir diye düşünüyorum.
O halde, başa
eğitim kurumlarının, takiben sağlık kurumlarının köylerde yeniden var edilmesi
uygulamasından başlayarak, her bayramda doğdukları, büyüdükleri toprakları
görmeye koşan bu yurttaşlarımız, kendi topraklarına kavuşturup, özlemlerini
gidermek, bu arada, ekmeğini sütünü, sebzesini üretir hale getirmek ne büyük
gurur olacaktır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)