21 Ocak 2020 Salı

ANNILARIM 2 - İKİNCİ BÖLÜM -ÇOCUKLUK YILLARIM

google.com

ANILARIM 2
"KARGI"

Yıl, 1955. KARGI’DAYIZ ARTIK
Kargı bizim ailemizin toplu yaşadığı bir ilçedir. Kızılırmak vadisinde, bağlar, bahçeler arasında şirin bir kasabadır. Yerleşim yerinden sonra Irmağa kadar uzanan düzlükte, mera-harman yeri, devamında ise pirinç tarlaları uzanır. Asıl geçim kaynağı pirinçtir. Bunun yanı sıra, sebze ve hayvancılık yapılır.
Kargı'da bizi, Ali Dedem, Dayılarım, Amcam, Teyzelerim, ve kuzenler. Burada bizi yeni ve güzel bir hayat bekliyordu. Gazlı dedem Ben dört yaşında iken rahmetli olmuştu.
Okula yakın evimizin inşaatı üst kat hariç bitmiş, üst katın  pencereleri takılmasa da çatı tamamen kapatılmıştı. Bodrum katı tartışmasız ineklerimizin olacaktı. Orta kat, Mutfak, iki yatak odası ve banyo bizim yaşam alanımız. Bizim ailenin evlerinde tartışmasız, ayrı bir banyo ve tuvalet mutlaka bulunur. Aslında, yörenin ortak özelliğidir budur. Hemen bütün Kargı evlerinde  kullanışlı bir tuvalet ve banyo mevcut idi.

Örneğin, Ali Dedemin evi. İki katlı, giriş katında mutfak, büyük bir kiler ve bağımsız bir tuvalet, ikinci kattaki odalarda mutlaka bir banyo dolabı ve katta bağımsız hela ile, avluda at ve eşek için ayrı bölmesi olan ineklerin  barındığı ahır ve samanlık. Ön avluda, bütün mahallelinin de yararlandığı kubbeli fırın. Özellikle ramazan aylarında her gün fırın yakılır, komşular keşkeklerini bırakır, Babaannem büyük bir itina ile fırın kapağını hamurla kapatır, pişme zamanı gelince açardı. Ahırların bulunduğu avluda küçük bir sebze bahçesi, sulama kanalının (boklu ark)  arkasında büyük bir sebze ve meyve bahçesi bulunmaktaydı. Ve halan bunlar ayakta olup kuzenler tarafından kullanılmaktadır. Ali Dedem, gençlik yıllarını savaşlarda geçirmişti. Doğu cephesinde Osmanlı ordusunda, daha sonra, Kuvey-ı Milliyede. Az konuşur. Çok çalışır. Zaman buldukça atına atlar kırlara, bahçelere giderdi.
Fazlı Dedem, sevilen,sayılan bir öğretmen olup ben küçükken aramızdan ayrıldı. Kurtuluş savaşı yıllarında köy köy dolaşarak halkı düşmana karşı direnmeye çağırmış, Cumhuriyet kurulduktan kısa bir süre sonra emekli öğretmen olarak, siyaset sahnesinde görev almıştı. İl Genel Meclisi üyesi, aynı zamanda Daimi Encümendeydi öldüğünde. Aile içinde  otorite ve kuralları, ölümünden sonra da  uzun yıllar sürdü. Büyük Dayım, Yüzbaşı Selahattin, tam bir Türk Askeri  idi. Görev yaptığı karakollarda, işe atıyla gidip gelir, askerleri tarafından çok sevilirdi. Babam vatani görevini yapmak için gittiğinde, Annem ve Ben onlarla kalmışız. Haluk Dayım ile ise hemen hemen birlikte büyüdük. Aramızda fazla yaş farkımız yoktu.
Fazlı Dedem, nasıl bir kültürden geldi ise, öğretmenliği sırasında Kargı’ya bir ev yapmış. Buna ev demek yerine konak demek daha doğru olacak. Üç kattan oluşmakta. Oldukça geniş bir arazi üzerinde yapılmış, giriş katında, mutfak dediğimiz kocaman ir oda. Bu odada doğrudan çatıya ulaşan bacası olan  heybetli bir ocak bulunmaktadır. Ortada büyük bir holden geçilerek avluya inilir. Avluya çıkmadan, sol tarafta her türlü hububat ve erzakın depolandığı dev sandıklar bulunmaktadır.
Sağ tarafta yakarı katlara çıkan kapıdan girdiğinizde bir sürprizle karşılaşırsınız. Kocaman bir DOKUMA TEZGAHI. Boz zamanlarında herkes, halı kilim ve özellikle KARGI BEZİ dokur. İç çamaşırlarımız bu bezden dikilirdi. Yastıklarımız bu bezle yapılır. Anneannem, teyzelerim inanılmaz yetenekli insanlardı. Bağ bahçe işlerinde, hayvan bakımında olduğu kadar bu dokuma ve terzilik işlerinde de beceri sahibi idiler.
Ancak, ilerleyen zaman içinde, bana göre tarihi eser bile sayılabilecek bu konak, gelişigüzel bir kararla, meydan oluşturmak gerekçesiyle yıkılmış, ben çok sonra öğrendim. Üstelik, yerine ne meydan , re de başka bir düzenleme yapılmamıştı. Yazık etmişlerdi. Örnek bir kargı ev olarak korunabilirdi.
Sadece annemin ailesi değil, babaannem ve amcamın eşi de aynı becerilere sahiptiler.
Bize düşen, okullarımızda başarı sağlamak, tatillerde bağ bahçe işlerine yardım etmekti. Bunu da en iyi şekilde başarıyorduk. Özellikle bağ bozumunu çık severdim. Eşekler sıra sıra, küfeler üzüm dolu üzümler avluya taşınır. Burada şıra yapmak için kullandığımız OLUK içine boşaltılır, tulumba başında, iyice yıkandığı kontrol edilen ayaklarla üzümler ezilir, suyundan pekmez yapılırdı. Pekmezin bir kısmı, pekmez toprağı ile dövülerek ak pekmeze dönüştürülür. Önceden iplere dizilmiş cevizler, pekmez kazanına batırılarak enfes sucuklar yapılır, bütün kış tüketilirdi.
İkinci, üçüncü katlarda yatak odaları ve tuvaletler bulunurdu. Pencereler ise klasik cumbalı bir evdi.
Ahır ve samanlık yapısı itibariyle beni çok etkilemiştir. İki katlı olan ahir binasının, ikinci katı samanlık, yol hizasında idi. Ot ve saman boşaltmak kolay, hayvanları buradan besleme çok pratikti.
Bahçedeki örnek bağ da çeşit çeşit üzümler, yemelik üzüm ihtiyacımızı karşılardı.
Fazlı Dedem, ayrıca, bugünlerin saunasına benzer bir hamam yaptırmıştı bahçeye. Yine bahsetmeden geçemeyeceğim bir ayrıntı vardı burada. ZURNUK.
Pek çok kişi bu gün zurnuk nedir bilmez. Zurnuk vardı Fazlı Dedimin bahçesi ile yol arasında. Yağmur yağdığında, yoldan akan sel suları istenildiğinde bahçe sulamasında kullanılabiliyordu bu zurnuk sayesinde.
Bizim evin bahçesini de babam kalın duvarlarla çevirmiş, bahçesinde de asmalar dikmişti. İki de büyük dut ağacımız vardı. Dedemlerde bulunan kuyular bizimkinde yoktu. Zira, Babam evi yaptırdığında artık Kargı şehir suyuna kavuşmuştu.
Bizim Kargı’daki iki yıllık yaşamımız inanılmaz güzel anılarla doludur. Annemin inekleri sağarken, kedilerimizin kapıda bekleyişleri, buzağılarımızın doğumu, büyümelerini izleyişimi  heyecanla hatırlarım.
Her şeyden önce, uzakta da ola bağımız, bahçemiz vardı. İneklerimiz vardı. Kendimiz ekip biçiyorduk  Hatta, bahçedeki dut ağaçları sayesinde, boş olan üçüncü katımızda yazları ipek böceği yetiştirdik. Onların, dut yapraklarını yemelerini, koza zamanı yaprak yemeyerek, sürekli ağızlarından çıkardıkları salyalarla koza yaptıklarını hala hatırlarım.
Kargı merkez ilkokulunda günler güzel geçti. Dördüncü sınıftaki, Emin öğretmenim emekli oldu biz 5. Sınıfa başladıktan Sonra Gen, idealist, 52 yıl sonra bile adını ve yüzünü hatırladığım öğretmenimiz, Rasim Mehmet Bütüner .
Artık bir diplomam vardı. İlkokul mezunuydum.
Ben, daha İlkokul birinci sınıfında iken, aile ortamından etkilenerek, Andımızı, İstiklal Marşını ezberlemiş, ulus, yurt bilincine sahip olmuştum. Dörtten beşe geçtiğim  ve İlkokulu bitirdiğim yaz aylarında, Büyük Caminin Kuran Kurslarına devam etmiş, aile geleneğimiz olan Din Eğitimini de tamamlamıştım.
İlkokul arkadaşlarım çok nitelikli ve iyi insanlardı. Zira, anneleri-babaları da öyleydi. Çoğunun ailesi çiftçi idi. Bir arkadaşımızın babası C.Savcısı idi. Yıllar sonra arasam, Rüstem’i bulabilir miyim acaba ?
Okul bahçesinde genellikle mendile sarılmış gazete kağıtlarından oluşan topla maç yapardık. Rüstem’e meşin top aldılar. Artık, Rüstem, Savcı Babasından daha forslu idi. Topu vardı. Meşin topla oynamak ayrı bir zevkti. Ama Rüstem’i kızdırmamak gerekirdi. Rüstem kızınca topunu alır eve gider, biz yine mendil topa kalırdık.
Amcam sevilen bir  berberdi. Bağ bahçe işleri ile de uğraşırdı. Ne zaman çarşıdan geçsem yakalar, saçın uzamış otur bakalım der, kafamı üç numara yapardı.
Evin büyük çocuğu olarak, Anneme yardım etmek görevimdi. İneklerin bakımına, tavukların beslenmesine yardımcı oluyor,  tarlada ot biçip, sebze topluyordum.
Bu arada, kargı İlkokulu Müdürü de Emin Öğretmenle birlikte emekli olmuş, Babam Okul Müdür Vekili olarak Halı Köyden Merkeze tayin olmuştu.
Ben ilkokulu bitirmiştim. O yaz dünyalar tatlısı bir kız kardeşim daha doğmuştu. Ortaokul kitaplarımı temin ediliyor, Yaz tatilinde haylazlık yapmama izin verilmiyordu.
Kargı, kültür bakımından da civar kazalardan ileri idi. Özellikle Halkevi bünyesinde çeşitli etkinlikler bunda büyük rol oynamıştır diye düşünüyorum.
Yine Kargı günlerimde, Babamın çocukluk arkadaşları, manav Cevdet amca ve Demirci Mustafa amcalardan çok etkilenmişimdir. Çok çalışkan ve bilge denecek kadar kültürlü insanlardı. 
Tam okullar açılmasına yakın, bizim evde bir hareketlenme oldu. Babam hırçın, Annem üzgün, Dedem ve Babaanmem  ise kızgındılar. Bir süre sonra konu anlaşıldı. Babamın dönem arkadaşı olan Hilmi Amca okul Müdürü olarak atanınca, Babam da nakil istemiş, Osmancık İlköğretim Müdürlüğüne (Maarif Memuru) atanmıştı.
Bir Eylül gününde, eşyalarımız bir kamyona yüklenmiş. Annem ve Babam şoför mahallinde, Erkut, Meliha ve Ben kamyonun kasasında , eşyalar arasında bize ayrılan yerde, henüz bir kaç aylık Mediha Annemin kucağında Osmancık’ doğru yola çıkmıştık.
Osmancık’ta kiraladığımız ev bahçeli, fakat ahırı olmadığı için ineklerimizi hemen götüremedik. Osmancık’ta ahır bulduktan sonra onları getirecektik. Şimdilik onları, Dedemlere bıraktık.
DEVAM EDECEK








ANILARIM 1 - BİRİNCİ BÖLÜM -ÇOCUKLUK YILLARIM 1

linkedin.com
ANILARIM 1 VADİDE HAYATIMIZ

ŞAHABETTİN KÜÇÜKYAZICI

Çocukluk Yıllarım

Çocukluğum, Devrez Çayının kenarında, bir köy okulunun öğretmen lojmanında başladı.
İki kardeştik. Sonra üçüncü kardeşimiz geldi köy hayatımızda. Günler hızla geçiyordu. Ben hızla büyüyordum.
Babam, gündüzleri, 5 sınıflı köy okulunun tek öğretmeni olarak, öğrencilerini eğitiyor, zaman buldukça devlet tarafından verilen tarlanın ekimi, bakımı ile uğraşıyor, geçeleri de, köy halkına okuma-yazma kursları veriyordu.
Gece dersleri, genellikle bizim evdeki lüks lambasının okula taşınması suretiyle gerçekleşiyordu. Bu arada annem ve biz 5 numara gaz lambası ile idare ediyorduk.
Lojman balkonu altındaki kümesimizde tavuklarımız, bahçe içindeki ahırda da iki ineğimiz vardı.
İnekler, kış ayları dışında köyün sığırtmacı tarafından meraya otlatmaya götürülür, akşama getirilirdi. Tavuklar orada burada dolaşır, akşam olunca kümesin kapısı kapanırdı.
Annem, köylü kadınlar tarafından seviliyordu. Çünkü onların söküklerini dikiyor, yamalarını yapmalarına yardım ediyordu. Belki de köydeki tek dikiş makinesi bizim evdeydi.
Yaz aylarında, köyün yaylasında, kiraladığımız yayla evine biz de taşınırdık. Fırsat bulunca yakındaki ilçede bulunan Dedemlere ziyarete giderdik.
Yıl 1952 ve bir kız kardeşimiz doğdu. Çok tatlı bir bebekti. Bu arada ben babama birlikte, lojmandan  5 sınıflı  dersliğe geçer orada dersleri izlerdim. Tek sınıfllı okulumuza ana kapıdan girilir, ayakkabılarımız koridorda bırakılır, sınıfa ayakkabısız girilirdi. Bu suretle sınıf çamur ve tozdan korunmuş olurdu.
Derslik bilenen okul iki öğrencinin oturabileceği öğrenci sıraları bulunan, Kargı -Tosa karayolu yoluna bakıyor, daha ileride Devrez Çayı köye ait pirinç tarlalarını suladıktan sonra
Yakın köylerden geçerek, Kargı yakınlarında Kızılırmak Nehrine katılıyordu. Hemen, Devrez’in Kızılırmak ile birleştiği yere yakında Teyzemlerin yaşadığı Hacıhamza Nahiyesi vardı.
Abdullah Eniştem, Kadı Efendi olarak tanınırdı. Çok saygın bir kişiydi. Misafirliğe gittiğimizde, kasaptan mutlaka kuzu siparişi verilirdi. Beni önemser, elimden tutar Kasabanın kahvesine birlikte giderdik. Orada çay ikram ederdi. Çok hoşuma giderdi. Kendimi büyük adam gibi hissederdim. Keza, Terzi Hasan Abi ve Ahmet Abi kardeşler. Ölene kadar onların yanında kendimi önemli hissettim. Hasan Abim bir dönem Belediye Başkanlığı da yaptı.Ailece, Kasabayı ve Kasaba Halkını çok severlerdi. Gerçek birer yurtseverdiler. Çocuklarını da öyle yetiştirdiler. Nur içinde yatsınlar hepsi. Bedia Teyzem bir bilge kadındı. Hiç bir şey onun için sorun değildi. Dini inançları çok kuvvetliydi. Her konuda Kuran'dan bağlantılı açıklamaları olurdu. Sabiha Teyzem, başlı başına bir kültürdü. İstanbul'da büyümüş, evlilik nedeniyle Kasabaya yerleşmişti. Hacıhamza'dan Kargı'ya gittiğimizde yine her şey güzeldi Benim için. Babaannem dünya tatlısı bir insandı. Kötülük nedir bilmez, bütün İlçe tarafından sevilirdi. Adı bu nedenle Komşu anaya çıkmıştı. Herkes ona Komşu Ana der, başı sıkışan yardım isterdi. Olağanüstü çalışkan bir kadındı. Ben onu uyurken görmedim. Sabah kuşlukta kalkar, yakın tarladan ot biçer gelir, inekleri doyururdu. Sonra, inekleri sağar sütlerini pişirir, yoğurt yapardı. Sonra yengemle birlikte sebze tarlasına giderler, mevsime göre sebze-meyve toplarlardı. Pirince destek gelir kaynakları, bamya önemliydi. Günlük toplanması, dizilmesi ve kurutulması gerekiyordu. Bamya dizme işini büyük - küçük herkes yapmak zorundaydı. Yoksa yetişmezdi. Keza, Zeynep Anneannem. O ne sevgi dolu bir kadındı. Onlarda misafir olduğumuzda kendimizi çok rahat hissederdik. Evde, bahçede bize hiç bir yasak koymazdı. Melek Teyzem, adına uygun bir kadındı. Hep arkadaş gibi oldu bizimle.
Ben,  5 sınıflı köy okulunda 3. Sınıfı da bitirmiş, 4. Sınıfa geçmiştim. Benden dört yaş küçük olan erkek kardeşim de hızla büyüyordu. Babam, çocukların eğitimi gerekçesiyle,
Kargı İlçesine naklini istemiş, anca Kargı’ya daha yakın olan bir başka köye verilmişti. Halılar köyü daha büyük, okulu da 3 sınıflı idi. Fakat okulun lojmanı dolu olduğu  ve bizim Kargı’da kendi evimiz olduğu için Ben Kargı merkez İlkokulu’na başladım. Babam, bisikleti ile, her gün sabah Halılar köyüne gidip gelmek suretiyle öğretmenlik görevini sürdürmeye başladı.
Yeni bir hayatımız vardı artık. Köyden, üç bin nüfuslu bir ilçeye gelmiştik.
Kardeşim Erkut, köyde benimle birlikte okuma yapmayı öğrenmişti. Kargı İlkokuluna birinci sınıfta başladı. Fakat okul yönetimi, kendisinin okuma-yazma ve matematik bilgileri nedeniyle bir üst sınıftan başlatılmasına karar vermişti. Erkut çok zeki, bana göre özel eğitim görmesi halinde olağanüstü başarılara ulaşacaktı. Ama, o günün koşullarında bunu değerlendiremedik. Olabileceği kadar olamadı. Derken, parasız yatılı sınavlar kazanarak Eğitim enstitüsü, ODTÜ Elektronik Mühendisliği okudu. İyi bir Fen Bilgisi öğretmeni oldu, Kitaplar yazdı. Nur içinde yatsın.
Üç sınıfı Babam’ın beş sınıflı köy okulunda tamamlayan ben, Merkez ilkokulunda 4. Sınıfta Emin Hocanın öğrencisi olarak yeni bir yaşama başladım.
Kargı’daki evimiz üç katlı idi. Bölge özellikleri nedeniyle ahşap iskeletli, ahşap merdivenleri olan, Bodrum katı tamamen taş duvarlardan oluşan şirin bir evdi.
DEVAM EDECEK






















16 Ocak 2020 Perşembe

Şahabettin KÜÇÜKYAZICI/TAŞIMALI EĞİTİM KALDIRILMALIDIR

www.google.com

Şahabettin KÜÇÜKYAZICI
www.gazeteistanbul.net


MEB tarafından mezra ve köy okulları için uygulanan bir sistemdir.
Çamur, kar, soğuk demeden her gün onlarca km yol. Traktör römorkunda, kamyon kasasında köyden köye taşınan çocuklarımız.
Nadiren de olsa, derelerden, bağ arasından sırtta yola taşınan çocuklarımız.
Şu iki satırı yazarken dahi dünyadan pek çok örnek geçiyor aklımdan. Özellikle, Japonya ‘da bir öğrenci için yıllarca çalıştırılan tren yolu hattı. Western filemlerde köye gelen öğretmene verilen ütün değer. Biz papazı örnek aldık. Ama okulu, öğretmeni ya görmedik, ya Atatürk’ten sonra kasıtlı ihmal ettik.
Yıllar yılı, gurur duyduk köylerimizle. Ancak,40 bin köy ile övünmek lafta kaldı. (tam olarak  34.247 )
Köyde neden otursunlar ki artık. Zaten hayvan beslemek, ahırla yan yana yaşamak, tarlalarda koşturmak kolay mı? Büyük şehirlere göç ediyorlar zorunlu olarak. Köylerde yaşamı kanunla yasaklayan, yok etmeye çalışan tek ülke biziz mutlaka. Bir Kanun çıkardık. Köyleri kaldırdık. Akşam, tavuklarıyla, koyunlarıyla, inekleriyle yatan, Büyükşehir Belediyesi sınırlarında yaşayan köylüler, sabah uyandıklarında, artık MAHALLELİ olduklarını, hayvan besleyemeyeceklerini öğrendiler.
Birkaç yıl önce, Milli Eğitim Bakanı, taşımalı eğitim alan öğrenci sayıları konusunda bir soruya verdiği yanıtta Türkiye genelinde; ilköğretimde 12.028 merkez okulda 757.769 öğrenci, ortaöğretimde 5.152 merkez okulda 472.337 öğrenci, özel eğitimde ise 6.034 merkez okulda 92.175 öğrenci taşımalı eğitimden yararlanmaktadır” diye cevap verirken, Köy Enstitüsü mezunu bir babanın oğlu, ve 5 sınıflı köy okulunda okumuş birisi olarak, TV karşısında, öfkeden kızardığımı unutamam.
Deneme uygulamaları hariç, tam olarak 2001 yılında başlamıştı. Bu gün, 11 milyon ilköğretim öğrencisinden 700 bininin taşımalı eğitim aldığını görüyoruz.
Ancak, araştırmaları, uzman görüşleri TAŞIMALI EĞİTİM olarak isimlendirilen sistemden, ülkemiz, ulusumuz yararına sonuçlar alınmadığı yolunda.
Her şeyden önce, taşımalı eğitimin göçü hızlandırdığında yetkililer ortak fikirdedir. Çünkü, her sabah çocuğunu gönderip, akşama kadar evinde stres yaşamaktansa aile çocuğunu da alıp şehre taşınmaktadır.
Buna bağlı olarak, köyler özelliklerini yitirmekte, tarımsal üretim zarar görmektedir.
Okulların birçoğu harap olmuş, bazıları ahır veya depo olarak kullanılmaktadır. İlginçtir, bazı köy okullarını da imamlar, lojman olarak kullanmaktadır.
Taşımalı eğitim, eğitim açısından beklenen faydayı sağlamadığı gibi, çocuğu da köyünden, tarlasından, hayvanından koparmaktadır.
Köylerimizde artık, ne çocuk sesi duyabilir, ne de İSTİKLAL MARŞI dinleyebilirsiniz.           

Ne Yapmalı?
Taşımalı eğitim uygulamasına son verilmelidir. Belki, çok gerekli bazı istisnalar olabilir.
Devletimiz, gerekli sayının üzerinde imam ve sair din görevlilerini nasıl istihdam edebiliyorsa, köylerimiz için özel öğretmenler görevlendirmelidir.
Geçenlerde bir gazetede, Fatsa Kaymakamlığı tarafından, Ziraat ve Sanayi Odalarının da katkılarıyla , bir    EĞİTİM ŞEMNLİĞİ düzenlendiğini, burada eski örf ve adetlerimizin canlandırıldığını okudum.
Köy Okullarını canlandıran kara önlüklü, bandolu bir öğrenci grubunun şenlikte yürüyüş yapmış. İzleyenler duygulu anlar yaşamışlar.
Bir eğitim uzmanı “çocukların doğal öğrenme ortamlarından koparıldığını, buna bağlı olarak başarı seviyesinin de düştüğünü, şehirlerde gelişen, kamu tarafından desteklenen pek çok özel öğretim kurumlarından köy çocuklarının yararlanamadığını, bunun başta Anayasamız olmak üzere pek çok yasamız açısından uygun olmadığını” yazmaktadır.

Köy Okulları Ne Sağlar?
Sonda söyleyeceğimizi baştan yazalım. Köy okulları, kırsalda geçim koşullarının iyileştirilmesini, nüfusun köye kazandırılmasını sağlar.
Elbette ki konu köy okulunu açmakla bitmeyecektir.
MEB, köyleri bir sürgün yeri olarak görmek yerine, öncelikle gönüllü öğretmenlerden başlayarak, özel yetenekli, donanımlı öğretmenlerin buralarda görev almasına özen gösterecektir.
Köy Enstitüleri deneyiminden de yararlanmak suretiyle, isteyen öğretmene, toprak, tohum, tarım araç ve gerekleri vermelidir. Aynı şekilde, isteyen öğretmene, küçükbaş veya büyükbaş havan, seracılık yapmak isteyenlere sera malzemeleri, halıcılık ve diğer el sanatları ile ilgili malzemeler verilmelidir.
Çok kısa bir süre sonra, öğrencisine ve köylüye her alanda rehber kişiler yetiştiği görülecektir. Zira bu durumda bir öğretmen, günlerini, haftalarını köylü ile birlikte geçirecek, köy yaşamının canlanmasına da öncülük edecektir.

Neden Köye Dönüş?
Tekirdağ Büyükşehir Belediyesinin kuruluşunda Teftiş Kurulu Başkanı görev yaptığım üç yıl boyunca,
Mahalleye dönüşen köylerin, Belediye Başkanlarının, vatandaşın bu uygulamadan şikayetçi  olduklarını gördüm.
Son günlerde, Yerel Yönetimler Kanununda değişiklikler yapılmak üzere yoğun çalışmalar yapılmakta olduğunu okudum.
Bu çerçevede, köy okullarının da yeniden canlandırılmasının bu kanun kapsamında ele alınabileceğini düşündüm.
Devlet tarafından eğitim, bilgi ve görgülerimizin artırılması için yurt dışı görevlendirmem sırasında, 1989 yılında İsviçre’de yaşadım. Köylerin, insanların  göç edip kurtulmak isteyecekleri bir yer değil, çobanlığın, çiftçiliğin kutsal bir meslek olarak yaşandığını gördüm.
Biz de yıllar boyu Köylülüğü bir onur olarak bildik. “Köylü Miilletin Efendisidir “  diyen Liderlerimiz oldu.
Ne oldu da birdenbire köyümüzü terk ettik?
Bunun da cevabı basit. Her şeyden geçim sıkıntısı. Köylü günün koşullarına göre donatılmadığı için ürünlerini değerine satamaz, emeğinin karşılığını alamaz oldu.
Köylerde, eğitim ve sağlık kurumlarının bulunmasına özen gösterilemedi. Üretim ve pazarlama konusunda kooperatifleşme ve devlet desteği sağlanamadı.
Bu yüzden köylerimiz boşaldı. Deyip noktayı koymadan önce şunu da sormak gerekiyor.

Şehirde Ne Buldular?
Bu soruma da olumlu bir cevap veremiyorum. Hatta, nüfusları sağlıklı yaşam koşullarının çok üzerinde, çarpık kentleşmenin örneği varoşlarda, çok olumsuz şartlarda yaşayan bu göçün sahipleri, zar zor iş bulabilseler bile, düşük ücretlerle çalışmakta olduklarını gözlemliyoruz. Mutlu olduklarını söylemek ise çok zor. Özellikle emekli olduktan sonra, kentte yapacak bir uğraşı da kalmayan insanların, köylerine, doğdukları yerlere dönmeye özendirilmeleri zor olmasa gerekir diye düşünüyorum.
O halde, başa eğitim kurumlarının, takiben sağlık kurumlarının köylerde yeniden var edilmesi uygulamasından başlayarak, her bayramda doğdukları, büyüdükleri toprakları görmeye koşan bu yurttaşlarımız, kendi topraklarına kavuşturup, özlemlerini gidermek, bu arada, ekmeğini sütünü, sebzesini üretir hale getirmek ne büyük gurur olacaktır.

14 Ocak 2020 Salı

Şahabettin KÜÇÜKYAZICI/NAZIM HİKMET/118 yyaşında

www.google.com

1998 yılında Moskova'da mezarını ziyaret etmek olanağı bulmuştum.
ŞK

NAZIM HİKMET 118 YAŞINDA

Nazım Hikemtee'i tanımak isteyen, NUTUK'tan esinlenerek yazdığı "KURTULUŞ SAVAŞI DESTANI" isimli şaheseri okumalı bence.

"Kurtuluş Savaşı Destanı"ndan

KUVAY-I MİLLİYE

"....
dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu.
ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
paşalar onun arkasındaydılar.
o, saati sordu.
paşalar: “üç” dediler.
sarışın bir kurda benziyordu.
ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
kocatepe'den afyon ovası'na atlayacaktı.
 Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
  bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
  bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
  bu dâvet bizim....

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
  bu hasret bizim...


Şahabettin KÜÇÜKYAZICI/VADİDEN SAHİLE

www.google.com
www.yandex.com




VADİDEN SAHİLE
ŞAHABETTİN KÜÇÜKYAZICI

1946 yılında Kızılırmak vadisinde şirin bir kasaba olan Çorum/Kargı'da doğdum.
Canım kadar sevdiğim üç kardeşim daha oldu. ilk ve ortaokulu Çorum'da bitirdim. Ailemin, Lise için vadiden ayrılmamın doğru olacağına karar vermesi üzerine daha önce hiç görmediğim İstanbul'a geldim.
1971 yılında İ.Ü. İktisat Fakültesini bitirdiğimde, CHP Gençlik Kolu Bakırköy ilçe Başkanı ve İktisatlılar Sosyal Demokrasi Derneği Başkanı olarak deneyimler de edinmiştim.
Evlilik, askerlik sırasında Kıbrıs Barış Harekatına katılma ve sonrasında Tekel Müfettişliği yılları.
Yurt dışı stajı ve Tekel bünyesinde yöneticilik.
Nihayet, Mart/2005 emeklilik.
Geçenlerde bir gün bankadan aradılar. Kredi taksitlerinin  bittiğini, ipotek kaldırılması için bankaya başvurmamı söylediler. Bu demek oluyordu ki emekli olduktan sonra yedi yıl geçmiş.
Zaman hızla akıyor, ömür geçiyor.
Yaşadıklarım, gördüklerim bana göre önemli saydıklarımı bir araya getirmek için yazmaya başlıyorum.
İstanbul, 17.11.2012
Şahabettin KÜÇÜKYAZICI
www.gazeteistanbul.net








12 Ocak 2020 Pazar

Şahabettin KÜÇÜKYAZICI/BİR PAZAR GÜNÜ


www.yandex.com
www.google.com

BİR PAZAR GÜNÜ
Şahabettin Küçükyazıcı
Mevsim koşullarına uygun bir havada uyandım.
Sabah gazete başlıkları, TV haberleri , kahvaltı derken vakit öğlen oldu.
Öğleden sonra biraz yürüyüş için sokağa çıktım. Maçka Parkı yokuş zor geldi yaşlı bedenime. Maçka teknik önünden, parkı seyrederek yürüyorum.
Karşımda Hilton  bütün heybetiyle. Madam Hilton'u düşünüyorum. ne büyük aşk. Eşi o istediği için yapmış bu yatırımı.

Zsa Zsa Gabor. Madam Hilton. Gerçekten müthiş bir hanımdı hatırlarım gençliğimin mağazin dergilerinden.
İleride The Marmara. atatürk Kültür Merkezi yeni inşaatı henüz görülecek kadar yükselmemiş. Ama geçende gördüm. muazzam bir bina yükseliyor.
Bir hanım köpeğini gezdiriyor. Hava soğuk. tatil günü sokaklar tenha.
Aşağıda eski yerinde Yeni Dolmabahçe Stadı. Hatıralar canlanıyor gözümde.
Yürüyorum. Yol kiye ayrılık malum. soldan Akaretler'e inersiniz, sağdan Dolmabahçe'ye. Gençlik yıllarımın Maçka Parkını görmek istedim. Ama önümde koca bir yapı. Hotel Swviss. Yol üzerinde İsmet İnönü'nün İstanbul'daki konutu. 80 yıl önceki gibi. Sanki balkondan Paşa el sallayacak.
Gençliğim, CHP Gençlik Kolları anılarım. İleriden İstanbul Boğazı başlangıcı, Kız kulesi, Sarayburnu ve Maçka Parkı.
İsmet Paşa'nın, Cumhurbaşkanlığı döneminde Gezi Parkı'na yaptırılan heykeli, daha sonra siyasi mülahazalarla kaldırılmıştı. sonradan Maçka Parkı'na taşındı. 
Her yıl Temmuz sıcağında Parti olarak, burada Lozan Günü kutlarız.
Uzun zamandır katılmamıştım kutlamalara.
Görmeyeli Hotel Swiss büyümüş, serpilmiş, Ek Bina sahibi olmuş. Denize nazır maçka Çay Bahçesi yok olmuş.
Park içindeki Heykel ve kaidesindeki kitabeleri duygulandırdı beni. Sizlerle de paylaşmak isterim.



Yakında kutladığımız, Birinci İnönü Zaferini de anarak, Paşama iyi dileklerimi sundum.

Parkın yanından, Akaretlere geçen yoldan, Beşiktaş Jimnastik Kulubü önüne çıktım.Eski eser Akaretler Çeşmesi karşıladı Beni. O ana kadar, yenilenmiş dev binalar arasından geçerken, daracık aralıklardan Boğaz görünüyor ve "İste diyordum. Kanıl İstanbul sonrası Çatalca"  böyle olacak inanın. BJK yeni binaları yükseliyor kaşımda. Sağda yenilenmiş Akaretler Binaları görünüyor.
 




Akaretler'e doğru inerken, gençlik yıllarımın, Beşiktaş Halkevi Binasının önüne elli yol öncesine gidiyorum. Tam bağımsız, Demokratik Türkiye İdeallerimiz....
Laikliği kaybedeceğimiz aklımıza bile gelmez. 
Üst katta CHP ilçe binası ve çalışkan yöneticileri. 
Bana sorarsanız, günümüzde hala o dönemlerin çalışkan CHP yöneticileri sayesindedir ki, Bakırköy, Beşiktaş, Şişli, Sarıyer demokrattır.
Trakya'de 1969 seçimlerin ilk kazandığımız yerlerdi Çatalca ve Marmara Ereğlisi. Güzel bir yenileme yapılmış. sokak gençlere yönelik eğlence ven dinlenme tesisleri ile dolu. Cıvıl cıvıl. İmrendim gençlere. Onlar mı şanslı . Bizler mi güzel günler gördük....
Beşiktaş'tayım. Hedef yürüme süresi doldu. durakta da Bomonti'den geçeceği yazılı bir otobüs hazır.
O da otobüs Tünele girdi. Bomonti durağı. Bir sonra eve daha yakın. 



11 Ocak 2020 Cumartesi

BASIN AÇIKLAMASI


SOSYAL DEMOKRASİ DERNEĞİ OLARAK,
DİSK-EMEKLİ SEN İLE BİRLİKTE EMEKLİ 
MAAŞLARINA YAPILAN ZAM KONUSUNDA BASIN 
AÇIKLAMASI YAPTIK.