29 Aralık 2019 Pazar

JEEP FABRİKASI GİZEMLİ ÖYKÜSÜ

www.google.comimage002

Fabrika aslında 1954 yılında “Türk Willys Overland” adı ile kuruldu. O zamanlarda ABD’den parça getirtilerek sivil/askeri cipler üretiliyordu. Sonradan TSK’ya devredilen fabrikada 1986 yılında “T-Model” isimli proje ile yerli üretim cipler üzerinde çalışılmaya başlandı.
4 yıl sonra ise yüzde yüz yerli askeri cipler üretilebiliyordu. 1995 yılında “Tuzla 1013” ismi ve “T” logosuyla Türk Patent Enstitüsü’nden marka tescilleri alındı. 1990’dan 2006 yılına kadar her türlü ihtiyaca yönelik binlerce cip üretildi.
Türkiye’nin ilk otomotiv fabrikası olarak anılan bu yerde 15 farklı model arazi aracı tamamen yerli şekilde üretiliyordu. Türkiye sanayisi için büyük bir gelişmeydi. Ancak “Ordunun konsept değişikliği yaparak üretim sektöründen uzaklaşacağı” söylentileri doğru çıktı ve 2006 yılında “İhtiyaç yok.” denilerek fabrika üretimi durduruldu.
Üretimin neden durdurulduğu tam olarak açıklanmıyor, konu ile ilgili konuşan Yıldız Teknik Üniversitesi  Öğretim Üyesi Prof. Dr. Rahmi Güçlü şöyle diyor:
“İmalat kolay iş değil. Yatırım, risk gerektirir. Herkes bunu göze alamıyor. Çoğu sanayici bundan kaçınıyor, ithalat kolaya geliyor. TSK da bugün ithal ediyor.”
Fabrika kapatılmasaydı şu an tüm dünyaya arazi aracı satıyor bile olabilirdik, kim bilir?

Şahabettin KAÇAKYAZICI/DEVRİM OTOMOBİLİ MUCİZESİ

www.google.com
www.yandex.com.tr

Derleyen: Şahabettin KÜÇÜKYAZICI


DEVRİM  OTOMOBİLİ ENGELLENDİ

 "Türkiye'nin Otomobili" tanıtım toplantısında konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Devrim otomobilin önünü kesmeyi başardılar ama bu defa devrim otomobilinin önünü inşallah kesemeyecekler. Devrim otomobilinin benzini olmadığı için yolda kalmasını projeyi boğma kampanyasına çevirenler, Türkiye’nin Otomobili için de aynı şeyi yapmaya çalışacaklardır. Ama bu kez izin vermeyeceğiz.” dedi. Tören başında, DEVRİM  otomobilini de inceleyen Başkan Erdoğan, yeni tasarımın test sürüşünübizzat yaptı.
Bilişim Vadisindeki törende  Necmettin Erbakan'ı anarken, yerli otomobili engellemeye çalışanları tek tek anlattı.
“Devrim otuz yıl sonra bile çalışıyordu”
DEVRİM OTOMOBİLİNİ DÖNEMİN YETKİLİLERİNİN AĞIZINDAN DİNLEYELİM:
KEMAL KAPLAN ANLATIYOR
Şükrü Er yaşamının mihenk noktalarını, Türk sanayinin nereden nereye geldiğini anlatırken, söz Devrim’e geldi: “Projede yer alan mühendislerden biriyim. Devlet Demiryolları’nın Eskişehir fabrikasında bir alan bize tahsis edilmişti. Ankara ve Sivas fabrikaları da bize destek veriyordu. İnsan üstü bir performansla dört ayda dört otomobil ürettik. Bu dört otomobil için üç tipte, on adet de motor ürettik. Dünyada görülmemiş şey… Bir kısmı mühendislerden oluşan 30 kadar personel alınlarının akıyla projeyi bitirdi. İki tanesi 29 ekim için Ankara’ya gönderildi. İlk orada halkın karşısına çıkacaktı. Araçlardan birine yakıt konmamış. Gürsel bu araca bindi araç durunca tüm basın, buraya hücum etti. Arkadan gelen ikinci araç paşayı alıp meclise gitti. Lakin kimse bundan söz etmedi. Biz çalışmaları sürdürürken, gazetelerde günlerce aleyhte yazı çıkmıştı. “Türkler otomobil üretemez” diye kampanya başlattılar adeta. O dönem sanayi bakanı olan Şahap Kocatopçu projeyi şiddetli kınayanların başında geliyor. Onunla çok kavgalarımız olmuştur. Bürokrasi içinde aleyhte bir lobi oluşturulmuştur. Devrim’in üretilmeme sebebi başarısızlık değil, tamamıyla siyasidir ve ABD baskısı vardır arkasında. Amerika’dan çok sayıda yetkili gelip temaslarda bulunmuştur. Araca benzin konmaması veya depodan benzinin boşaltılması ise resmen sabotajdır. Zamanın hükümeti yabancı destekli bu lobiye direnememiştir. Bu araçlar biri halen Eskişehir’de. Olayların üzerinden 30 yıl geçtikten sonra, gidip gördüm ve içine girip çalıştırdım. Hiçbir sorun yoktu”
Şükrü Er’in anlattıkları içimi sızlatmış Türk milletine yapılan bu haksızlığı hazm edememiştim doğrusu.
Amerika önce engelledi sonra kendi üretti
Aylar sonra, kendisini önceden tanıdığım Şahap Kocatopçu’yu evinde ziyarete gittim. 89 yaşındaydı ve sağlığı oldukça iyiydi.
Kocatopçu da Türk sanayisine büyük emek vermiş, iki kez-darbe dönemlerinde-sanayi bakanı olarak görev yapmış, TÜSİAD kurucularından ve ilk başkanlarından, 26 yıl Şişe Cam genel müdürlüğü yapmış, bir zat-ı muhterem. 1930’lu yılların sonunda yüksek öğrenim için devlet bursuyla, önce Belçika’ya II. Dünya Savaşı başlayınca ABD’ye gönderilmiş.
Okul yılları, Türk sanayisi… Mevzu uzuyor, bir türlü Devrim konusu açılmıyordu. Bir ara söze girdim: “Efendim Devrim’den bahseder misiniz. Siz o dönem Sanayi…” “bakanıydınız” dememe fırsat vermeden, yaşından beklenmeyecek bir hiddetle, “Bana ondan bahsetme” diyerek cümleyi bitirmeme fırsat vermedi. Sonra sakinleşti, duruldu, ben şaşkınlığımı üzerimden atamadan anlatmaya başladı: “O zaman Şişe Cam genel müdürüyüm. Gürsel Paşa emretti, sanayi bakanı olarak göreve başladım. Birgün beni huzuruna çağırdı. Yerli otomobil üretmenin olasılıklarını sordu. Bunun mümkün olmadığını söyledim. Aradan bir süre geçti. Projeyi başlatacaklarını söylediler. Ben şiddetle karşı çıktım. Üretim mümkün olsa bile, rantabl olamazdı. 60’lı yıllarda ülkede kaç araç vardı ki, seri üretime geçilse, o kadar aracı alacak potansiyel müşteri yoktu.”
Cemâl Gürsel kararlıdır. Kocatopçu engel olamayınca istifa eder.
Aklıma ilk;1929 yılında kurulan ve ihracat şartı getirilen Ford’un Tophane’deki ilk montaj fabrikası geldi (satamazsan ihraç edebilirdin). Ardından Devrim’den sadece 5 yıl sonra Koç ve Ford ortaklığıyla kurulan fabrika geldi. Türk milletine YERLİ OTOMOBİL diye ANADOL’u yutturmuşlardı.  18 yıl boyunca üretilen Anadol satış sıkıntısı çekmemişti! (87 bin adet satıldı.)
O dönemde iç talep 3 – 5 bin adet olarak bilinirken, ilk çıkacak Anadol için 76 bin kişi başvurmuştu. Ancak Anadol yılda 8 bin adetlik üretilebildi. 1.5 yıl kadar sıra beklemek  gerekiyordu.
40’lı yıllarda başlayan ABD yardımı, özellikle motorlu taşıtlar alanında artmıştı. Hibe olarak askeri kamyon, cip,  yedek parça veriliyordu. Yerli araç üretilmesine ABD en büyük engeldi.
DEVRİM’i durduran Amerika 5 yıl sonra kendi firması FORD ile Türkiye’de otomobil üretimine yeşil ışık yakacaktı.

28 Aralık 2019 Cumartesi

YERLİ VE MİLLİ İLK TÜRK OTOMOBİLİ/Şahabettin Küçükyazıcı

www.google.com
www,yandex.com.tr

Şahabettin KÜÇÜKYAZICI


Şahabettin KÜÇÜKYAZICI

Yeryüzünde yaşam mücadelesi veren insanoğlu, ÇİVİ’den, DEGİRMEN TAŞI’na, TEKERLEK’ten, ELEKTRİK AMPULÜ’ne, TELEFON’a, MOTOR’a kadar pek çok icadın sahibi olmuştur.
Günümüz Türkiye’si, hemen her alanda tüketicilerin taleplerini karşılayabilecek üretimler yapabilecek olgunluğa erişmiş bulunmaktadır. Fermuardan otomobile kadar her türlü ürün konusunda iddialı olabilecek alt yapıya da sahip olduğunu söylemek abartılı sayılmamalıdır.
Zira, Ülkemizde yaşayan insanlar, 1400’lüyıllarda Avrupa kıtasını titretecek ateşli silahları, Kurtuluş Savaşı yıllarında yerel işliklerde, silah ve cephaneyi üretmiş, Milli Kurtuluş Savaşını zaferle sonlandırmış, savaştan sonra da, Yurdun dört bir yanında yükselen sanayi kuruluşlarını kimseye muhtaç olmadan kurmuştur.
Daha, 1992 yılında bir Uçak Fabrikası sahibi olun Türkiye Cumhuriyeti, tamamen yerli ve milli, lokomotif üretimini gerçekleştirmiş, yerli ve milli  bir otomobil üretmiş, Tank ve Palet, insansız hava aracı üretimi konularında üstün başarılar sağlamıştır.
Bu açıdan bakıldığında, yerli ve milli bir otomobil üretmemiz bize göre sıradan bir olay kabul edilmelidir.
Ancak, 27 Aralık 2019 günü, büyük bir gösteri ile tanıtımı yapılan, iki otomobilin, halkın beklentilerine ne kadar cevap verebildiğini yine, halkın takdirlerine bırakmak yerinde olacaktır.
Bizimle benzer koşullarda pek çok ülkede otomobil üretilmekte ve Dünya pazarlarında rekabet etmekte olduğu dikkate alındığında, Türkiye’nin bu pazarda yerini alabilmesi mümkün görülmekte olup, bir değerlendirme yapacak olursak geç kaldığımızı dahi söyleyebiliriz.
Henüz, İşletme Yeri, Fabrika Binası yapılması ile çalışmaların başlatıldığı ifade edilen yerli ve milli otomobil konusunu zamana bırakarak, sizlere İlk yerli ve milli otomobil tanıtım töreni vesilesiyle, bize göre ilk Türk Otomobili Olan Devrim, İlk Türk Uçağı ve Türk Lokomotifi hakkında hatırlatmalar yapmak istiyoruz.(x)

İLK TÜRK OTOMOBİLİ
Devrim Markalı ilk milli otomobil iki adet üretilmiştir.
Yerli ve Milli olan ilk otomobil, 48 Mühendis ve 200 işçinin katılımı ile  Eskişehir'de  Demiryolu Fabrikalarında yaklaşık 4,5 ay süren çalışmalar sonunda üretildi.
Türkiye'nin ilk yerli ve milli otomobili DEVRİM ortaya çıktı.
Otomobillerin yapımında kullanılan motordan, direksiyona, koltuk kaplamalarına kadar bütün malzemelerinde yerli ürünler kullanıldı.
Beyaz ve siyah olarak üretilen iki otomobil, 28 Ekim akşamı boyaları tamamlanarak, Ankara’ya sevk edilirken, cilaları tren yolculuğu sırasında yapılmıştır.
Tren yolculuğu sırasında, emniyet gerekçesi ile depoları boş bırakılan otomobillere, Ankara’da benzin ikmal yapılacaktı.
Birinci araç deposu doldurulduktan sonra tören alanına  Cemal Paşa’nın geldiği anonsu üzerine yakıt ikmali yapılamamış, Paşa’da o otomibile binip hareket edilmiştir. Pek tabii olarak yakıtı olmayan otomobil, yüz metre sonra hareketsiz kalmıştır.
Bu olayla ilgili olarak, kanaatimizce sayfalarca olacak, ayrı bir yazı konusu yapılmalıdır.
Bize göre hiçbir mazeret, Paşa’ya yakıt ikmali yapılması gerektiğini söylememeyi, yahut, yakıtı olan diğer araca binmesinin sağlanmamasını mazur gösteremez. Bu yıllardır saklanan bir sabotaj sırrı olabilir. Gelişmeler de bunu doğrulamaktadır. Otomobiller yapılmış, başarı sağlanmış ve fakat BİR ŞEKİLDE UNUTTURULMUŞTUR.
Halen  ilki yerli ve milli otomobiller, TÜLOMSAŞ müzesinde sergilenmektedir.

KAYSERİ UÇAK FABRİKASI
Dokuz Yılda, 160 uçak üretmiştir.
1926’da, Alman Junkers firmasıyla, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin anlaşmasıyla, Tayyare ve Motor Türk Anonim Şirketi (TOMTAŞ) adı altında faaliyete başlamış, 1928 yılında, Junkers firmasının yükümlülüklerini yerine getirmemesi sonucu fabrika iflas etti ve Türk Tayyare Cemiyeti fabrikayı satın aldı.
Fabrika, 1931 yılında, Milli Savunma Bakanlığı (MSB) Hava Müsteşarlığı tarafından yeniden açıldı. 1950 yılında fabrika MSB tarafından değiştirilerek, 2. Hava İkmal ve Bakım Merkezi olarak faaliyetine devam etmiştir.
Burada üretilen uçakların, Hava kuvvetleri Müzesi’nde görülebileceği ifade edilmektedir.
 NURİ DEMİRAĞ UÇAK FABRİKASI
1936 yılında, İlk Uçak Mühendisimiz Selahattin Alan ile birlikte, Beşiktaş’ta çalışmalarına başlayan Nuri Demirağ, Türk Malı uçaklar yapmayı başarmıştır.
THK, Beşiktaş’taki fabrikaya ilk olarak 65 adet planör, sonrasında 10 adet başlangıç eğitim uçağı sipariş etti. Planörler, 1937-1938 yıllarında tamamlanarak teslim edildi Nuri Demirağ’ın Beşiktaş’taki fabrikada yapılan ve hiç bir bozukluk göstermeden başarılı uçuşlarına devam eden uçakları, Türkiye’de olduğu kadar yurtdışında da büyük yankılar uyandırmıştı. Hele çift motorlu, barışta yolcu uçağı, savaşta istenildiği zaman eksiksiz bir bombardıman uçağı görevini yerine getiriyordu Türklerin kendi uçaklarını kendilerinin yapması belli başlı uçak fabrikalarını endişelendirmiştir.
İngiliz ve Almanlara göre Amerika’nın endişeleri daha büyük olmuştur.
Ancak Atatürk öldükten sonra bu alana ilgi azalmış devlet desteğini çekmiştir.
1939’da THK, sipariş ettiği 65 adet uçak zamanında teslimat yapılmaması gerekçeleriyle sözleşmeyi feshetmiş, Ahmet Emin Yalman’ın kurmuş olduğu bir şirket aracılığıyla Ülkemiz Amerika’dan uçak satın almaya başlamıştır.
Nuri Demirağ tarafından yapılan uçakları yaklaşık 16000 uçuş yapmış, hiçbir kaza olmamış, fakat Devlet tarafından destek görmemiş ve 1950 yılında tüm askeri ve sivil teşebbüsler bir Kanunla kapatılmıştır.

TÜRKİYE’NİN İLK MİLLİ LOKOMOTİFLERİ
Bozkurt ve Karakurt
Türk işçi ve mühendislerinden oluşan bir takım tarafından, Sivas’ta çok kısa bir sürede bitirilen Bozkurt Lokomotifi 1961’de hizmete girmiştir.
Aynı dönemde Eskişehir’deki Tülomsaş firması tarafından Karakurt (lokomotif) Karakurt Lokomotifi de hizmete girmiştir. Bu 2 lokomotifin en büyük özellikleri ilk yerli Türk lokomotifleri olmasıdır.
Aralıksız, 25 yıl hizmet vermişler, ekonomik ömürlerini doldurmaları nedeniyle emekliye ayrılmışlardır.

bozkurt ve karakurt lokomotif ile ilgili görsel sonucu

HAFRİYAT NEDİR?/ Şahabettin küçükyazıcı

www.google.com
www.yandex.com.tr


TÜM BELEDİYELERDE ÖNDE GELEN SORUN: HAFRİYAT
"Bazı Büyükşehir Belediyelerimizin dikkatine"
HAFRİYAT NEDİR?
Şahabettin KÜÇÜKYAZICI

Büyükşehir yasasıyla birlikte gelişi güzel hafriyat dökülmesi yasaklanmıştır. Ancak, Büyükşehir Belediyesinin de döküm sahası belirleme zorunluluğu vardır.
Müteahhit, İnşaat Sahibi ve Hafriyatçıların  mağdur olmaması için bu konuda gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.
Herkes hafriyatını, mutlaka Büyükşehir Belediyesi tarafından belirlenen döküm sahasına dökmek zorundadır. Döküm sahası dışına hafriyat dökenlere Encümen Kararıyla büyük para cezaları uygulaması mümkün bulunmaktadır.
Büyükşehir Belediyesi tarafından gerekli düzenlemeler yapıldığında, yıllık hafriyat gelirlerinin yirmi milyon liradan fazla olacağı hesaplanmaktadır.
Hafriyat Nedir?
Hafriyat denildiği zaman ilk olarak aklınıza inşaat kazısından çıkan taş, toprak, demir vs atıklar akla gelebilir. En yalın tanımıyla hafriyat, toprağı kazma ve taşıma işlemidir. Hafriyat, inşaat sektöründe yeni iş kolu haline gelmiştir. Toprak, taş veya kayalık zeminleri; kazma, taşıma, yumuşatma gibi işlemlerle şekillendirme işine Hafriyat adı verilir. Karayolu, baraj, demiryolu, madencilik ve bina inşaatı gibi projelerin önemli bir kısmı hafriyattır. Zamanımızda büyük hafriyatlar genellikle modern makina ve taşıtlarla yapılmaktadır. Kapsama giren uygulamalar; toprak kazma, kanal açma, yıkım, enkaz kaldırma vb. Ayrıca yıkın veya enkaz kaldırma uygulamaları sırasında ortaya çıkan yığınları taşımak da bir hafriyat işlemi sayılır.
  
Hafriyat Toprağının Tekrar Kullanılması ve Geri Kazanılması
Hafriyat toprağı ve inşaat yıkıntı atıklarının öncelikle kaynağında azaltılması, ayrı toplanması ve tekrar kullanılması geri kazanılması esastır.
Özellikle bitkisel toprağın ayrı toplanması ve park, bahçe, yeşil alan yapımında kullanılması esastır.  Katı atık depolama alanlarında örtü malzemesi olarak kullanıldığı gibi kimyasal özelliklerin uygun olması halinde çimento sanayiinde de kullanılabilecektir.
Bundan başka, meraların ıslahı, yamaç ve toprak kalınlığı yetersiz tarım alanlarının verimli hale getirilmesi konularında da başarılı sonuçlar alındığı bilinmektedir.
Bundan başka, çeşitli geri kazanım tesisleri kurulması da mümkündür.

Hafriyat şirketleri nasıl çalışır? 
Hafriyat şirketleri kazı, enkaz kaldırma, yıkım, inşaat gibi işler üzerinde çalışırlar. Projelendirme yaparak işe başlayan bu şirketler daha sonra fay durumu analizi, taş yapısının incelenmesi ve toprağın yapısı gibi uygulamaları gerçekleştirirler. 
Hafriyat şirketlerinin bütün faaliyetleri Büyükşehir Belediyesi yetkili organları tarafından yakından izlenir ve denetlenir.

BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ ATIK A.Ş.
Büyük şehirlerin, gizli ve büyük bir problemi olan hafriyat kirliliğini, kesin çözüme ulaştırmak amacıyla depolama alanları, geri dönüşüm tesisleri ve ıslah projelerini kapsayan çalışmalar yapılmaktadır. Başta, İstanbul olmak üzere ülkemiz genelinde inşaat yıkıntı atığı toplama, inşaat yıkıntı atıkları geri kazanım tesisleri ve hafriyat depolama tesislerinin işletilmesi, maksadıyla atık şirketleri kurulmuş ve faaliyettedir. Bunların en belli başlısı olan İSTAÇ A.Ş. model alınmak suretiyle,  Büyükşehir Belediyeler  bünyesinde atık şirketi kurulmasına çalışılmıştır.


UYGULAMADAN ÖRNEK;

Numan Aksakal 
-
 DENETİM ELEMANLARI (Müfettişler, Denetçiler, Kontrolörler)

Spor Kulübü yolsuzlukları...
Türkiye’de profesyonel yolsuzluk kamu kurumlarının, şirketlerinin spor kulüpleri, dernekleri, yurtdışı iştirakleri, fonları üzerinden yapılır. Bunların ortak özelliği, nerdeyse hiç denetlenmemeleridir. Birçok örneğe bizzat şahit olduğum için, benim gördüğüm sistemlerin nasıl çalıştığını spor kulübü örneğinden özetle anlatayım. Başka yöntemler illaki vardır. Milletimiz bu konuda çok zeki.
Spor kulüplerinin çoğu dernek statüsündedirler ve bunların denetimleri neredeyse yoktur. Dolayısıyla sporsever yönetici veya onların adamları bir spor kulübü kurarlar. Bu kulübü ilgili kamu kuruluşu sahiplenir. Dolayısıyla kamu kuruluşunun buraya finansman sağlaması makul hale getirilir. Para desteği doğrudan bağış şeklinde olabileceği gibi, çoğunlukla kamu kuruluşunun para kazandıran işlerinden birinin kulübe verilmesi şeklinde de olabilir. Hatta öyle ki kimi zaman aslında verilen işin tamamını kamu kuruluşu kendi personeli eliyle yapar. Ama olsun parayı yine destek amacıyla kulübe verir.
Spor Kulübünden para nasıl çıkarılır?
1. Yöntem “basit yöntem”
Spor kulübü, örneğin eğitime destek için yöneticilerin çocuklarına ABD’de okusun diye burs verir. Tüm masraflarını karşılar. Harçlıklarını dolu dolu verir.
Spor kulübü ilgili kuruluş yöneticilerine yaptıkları katkılara teşekkür için onlara yurtdışında rüya tatiller hediye eder. Trafik cezalarını öder. Sauna, masaj ücretlerini öder, vs. . Burada “masaj”... evet tahmin ettiğiniz gibi.... yani adam devletin parasıyla....
2. Yöntem “profesyonel yöntem” (Hem çalışıyor hem çalıyor yöntemi)
Kamu kuruluşunun finansal destek olsun diye spor kulübüne vermiş olduğu çok para kazandıran işi spor kulübü kendisi bizzat yapmaz. Dernek olduğu için ihale yapmak zorunda da değildir. Bunu çok düşük bir kazançla yöneticilerle irtibatlı olan firmalara verir. İşi alan asıl firma bu hayırlı işe vesile oldukları için kazancını hayırsever, sporsever yöneticilerle paylaşır. Bunun da en yaygın yöntemlerinden biri “Otopark İşletmeciliği”ydi. Ama şimdi literatüre “Hafriyat” işi de girdi. Örneğin Kamu kuruluşu şehrin en merkezindeki boş yerini spor kulübüne işletmesi için verir. Spor kulübü bunu aylık 40 bin TL’ye bir firmaya verir. Firma diyelim aylık 15 milyon TL kazanır. Spor Kulübü kamu kuruluşuna gelirini 40 bin TL gösterir ve bu işi yapmasından dolayı işletme ücreti olarak aylık 10 bin TL alır. Gerisini kamu kuruluşuna verir. Kamu kuruluşu 30 bin kazanır. Firma ise kazandığı 15 milyon TL’yi hayır sahibi yöneticilerle paylaşır. Kazan-kazan... ya da kazan kazan götürme işi... Millet ne yapar? Millet de spor kulübüne destek olsun diye maçları izlemeye gider ve tezahürat yapar. Kulübün başarılarıyla sevinir

27 Aralık 2019 Cuma

İşsizlik




www.google.com



İŞSİZLİK

www.gazeteistanbul.net


Şahabettin KÜÇÜKYAZICI

TÜİK verileri, Türkiye’de işsizliğin artmaya devam ettiğini ve ülkenin en temel sorunun işsizlik olduğunu bir kez daha ortaya koydu.
İstihdamı teşvik programlarına ve bu programlar kapsamında sağlanan mali desteklere rağmen işsizlik oranının artıyor olması, sorunun kısa sürede çözümünün zor olduğunun göstergesi olarak kabul edilmektedir.
Verilerin detayında Ülkemiz adına endişelenecek sonuçlar bulunmaktadır. İşsizliğin   genele yayılmış olması yanında, özellikle genç nüfus açısından tehlikeli boyutlarda olduğu görülmektedir.
TÜİK’e göre genç işsizlerin oranı yaklaşık yüzde yirmilere ulaşma eğilimindedir. Bir başka gösterge “BOŞTA GEZEN”  genç nüfus oranıdır. Yani, bu gençler ne eğitim kurumlarındadır, ne de bir işte çalışmaktadır”. Bu şekilde işsizlik oranı ise yüzde 50’nin üzerindedir.
Yani, ülkede gençlerin yarısından fazlası ne çalışıyor ne de eğitime devam ediyor; umutsuzca boşta geziyor.
Resmi işsiz sayısının 4,6 milyon  olarak açıklandığı, buna  2 milyon 354 bin “iş aramayıp, çalışmaya hazır olanları” da eklediğimizde Türkiye’deki işsiz sayısı, yaklaşık 7 milyon olarak hesaplanmaktadır.
Mevsim etkilerinden arındırılmış verilere göre ise işsizlik oranı %14,3 ile tarihi seviyelerine ulaşmıştır.
Belirsizliğin arttığı bir dönemde ekonomik karar almak da güçleşeceği için önümüzdeki dönemde istihdamın artmasına imkân verecek üretim artışının olması ve bunu destekleyecek yatırımların yapılması da zor görünüyor. Bunun üzerine uluslararası ilişkilerde yaşanan gelişmeleri koyduğumuz zaman, ekonomik olarak işlerin düzelme göstereceğini söylemek mümkün görülmemektedir.
Bu konuda, CHP grubu tarafından da bir rapor hazırlanmış bulunmaktadır.
Raporda özetle; “2004 yılında 97 bin 545 olan üniversite mezunu işsiz sayısının 2019 yılında 1 milyon 340 bine yükseldiği, Türkiye’de ne çalışan ne de okuyan 6 milyon gencin kayıp nesil olarak yetiştiği vurgulanmakta, şu değerlendirmelerde bulunulmaktadır:
* Her 100 üniversite mezunundan 26’sı işsiz. Bu oran nüfus artışı, üniversite mezunu artışı ve iş alanlarının daralmasıyla birlikte katlanarak yükseliyor.
* İŞKUR verilerine göre, 2004 yılında 97 bin 545 olan üniversite mezunu işsiz sayısı 2019 yılında 1 milyon 340 bine ulaştı. Üniversite mezunu işsiz sayısı son 15 yılda 10 katın üzerinde bir artış gösterdi. Aynı dönemde lise mezunu işsizlerin oranı yüzde 47’den yüzde 25’e düştü. Bu veriler, üniversite eğitiminin ‘işsizliği ertelediği’ gerçeğini ortaya koydu.
* 2002’de 7.5 milyon kişi tarım kesiminde faaliyet gösterirken 2018’de 4.9 milyona düştü. Her yıl ortalama 150 bin kişi tarımdan kopuyor.
* 10 yıl öncesine kadar çiftçilik yapanların yaş ortalaması 35-40 idi. SGK ve Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre Türkiye’de çiftçilerin yaş ortalaması 50’ye çıktı.
* 15-29 yaş aralığındaki  20 milyon insanın 5.5 milyonu öğrenci, 6 milyonu çalışıyor, 2.5 milyonu hem çalışıyor hem okuyor, 6 milyonu ne çalışıyor ne okuyor.
* Okula devamsızlıkta 53 ülkenin eğitim istatistikleri karşılaştırıldığında Türkiye altıncı sırada yer alıyor.
* 8-34 yaş arasındaki gençlerle yapılan kamuoyu araştırmalarında, “Yurtdışında yaşamak ister misiniz” sorusuna ‘Evet’ yanıtı verenlerin oranı yüzde 70 ile yüzde 90 arasında değişiyor.” 
Denilmektedir.
Sonuç olarak, Türkiye ekonomisi açıklanan bütün programlara ve yapılan faiz indirimlerine rağmen bir toparlanma sürecine girememiştir. Türkiye ekonomisinin 2019 yılında küçülmeye devam edeceği tahmin edilmekte,  takip eden yıllarda hedeflenen %5’lik büyüme hedeflerini tutturulması da zor görünmektedir.  
Bu nedenle işsizlik ülkenin en temel sorunu olmaya devam edecektir

25 Aralık 2019 Çarşamba

KANAL İSTANBUL 2


www.yandex.com.tr
www.google.com
Şahabettin KÜÇÜKYAZICI
Kanal İstanbul ile ilgili olarak iki aydır, çeşitli vesilelerle yazdığımız gerçekleri ulusal basın bir haftadır etraflıca yansıtmaktadır.
Buna rağmen,görünmeyen bir el Kanal için ısrarı sürdürmeye çalışmakta, projelerinin gelir getireceğini ileri sürmektedir.
Oysa asıl gelir Montrö'dedir.
Kanal projesi, risk taşıdığı gibi, uygulanabilirliği bilinmemekte, hatta bize göre şüphelidir.
ŞK

MARMARA SU YOLU 


SAVBOĞAZLAR GELİR SAĞLAMIYOR,KANAL İSTANUL GELİR GETİRECEK.

BİZE GÖRE GERÇEKMONTRÖ sanıldığından çok daha iyi, Türkiye yararına bir anlaşmadır. Montrö sözleşmesine göre Türk boğazlarından geçen her gemi  ton başına 0,17 gr altın karşılığı ücret ödemek zorundadır.

Kamu oyu, “Boğazlardan geçen gemilerden ücret, vergi ya da harç alınmayacağı” şeklinde  yanlış  bilgiye sahiptir.

Atatürk’ün  Cumhurbaşkanlığı döneminde 1936 yılında imzalanan Montrö Sözleşmesi'ne göre, Boğazlar'dan geçecek gemilerden Türkiye,  sıhhi kontrol, fener ve tahliye hizmetleri için ton başına vergi ve harç almaktadır.

Montrö Sözleşmesine göre vergi ve harçların miktarı Altın Frank üzerinden belirlenmiştir ve toplamda Net Tonaj başına 0,595 Altın Frank'tır.

Altın Frank, "Franc Germinal" ya da "Napolyon Altını", Napolyon tarafından 1805'te dolaşıma sokulmuş ve 1920 yılında Milletler Cemiyetince de hesap birimi olarak kabul edilmiş 0,290 gram saf altın içeren bir para birimidir1936'da imzalanan Montrö Anlaşmasına göre Türkiye, boğazlardan geçen her bir gemiden net ton başına 0,17 gram çil çil altın verg i alma hakkına sahip bulunduğu anlaşma metninden anlaşılmaktadır.

Ancak; Boğazlardan geçiş ücretlerinin,  sözleşmenin imzalanmasını takip eden 46 yıl boyunca Altın Frank üzerinden alındığı, 1983 yılından beri ise Montrö Anlaşmasının açık hükmüne rağmen bu vergilerin alınmadığı ileri sürülmektedir.

Anlaşma hükümleri ne göre; 15.000 Net Tonluk bir gemi için yaklaşık 110.000 $ geçiş ücreti alınması gerekmektedir. Boğazlardan 2018 yılında yaklaşık toplam 85.000 gemi ve 1,3 milyar ton yük geçtiği dikkate alınırsa, alınacak toplam verginin çok büyük bir meblağa karşılık geleceği hesaplanmaktadır. 

Bu Montrö Anlaşması ile Türkiye’ye verilmiş  bir haktır,

Kanal İstanbul için yapılacak onca yatırım karşılığında, sonucun ne olacağını ise kimsenin tam olarak tahmin edemediğini düşünüyoruz.

Kanal İstanbul Projesi’nin yeniden değerlendirilmesi talimatıyla, büyük bir siyasi kazanım de elde edilmiş olacaktır

Bize göre esasen, Montrö İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizini kapsamaktadır. Kanal İstanbul Projesinin gerçekleşmesi halinde de, Montrö yürürlükte kaldığı sürece, ABD Savaş Gemileri anlaşma hükümlerinden bağımsız olarak Karadeniz’e geçemeyecekler, Montrö hükümleri uyarınca da Çanakkale Boğazından geçen gemilerden Türkiye’nin vergi alma hakkı devam edecektir. Aksi halde Kanal’ın KARADENİZ – EGE  hattında açılması gerekecektir.

.(NOT 1: Altın Frank artık tedavülde olmadığı için boğazlardan geçen gemilerden ton başına 0,595 Altın Frank harcın karşılığı yeni bir hesap yöntemi ile belirlenmelidir. Altın Frank'tan maksat zaten altın paranın içindeki saf altın miktarıdır, yapılacak iş sadece bir Altın Frank'ın içindeki saf altın miktarı olan 0,29 gr altının değerini geminin geçtiği tarihteki 24 ayar saf altın fiyatına göre Türk Lirası olarak almaktır. Bu manada Altın Frank'ın Cumhuriyet Altını'ndan hiç bir farkı yoktur. Alınması gereken ücreti Altın Frank'ın içerdiği 24 ayar saf altın üzerinden hesaplarsak net ton başına 0,17 gram 24 ayar, saf altın karşılığı ücret alınacak demektir.”)
(NOT 2: 3 milyar ton yük, 0,17 gr üzerinden 220 ton altın yapar, 220 ton altın ise 9 milyar dolar )

21 Aralık 2019 Cumartesi

Sarıkamış Şehitleri/şahabettin küçükyazıcı

www.google.com





Şahabettin KÜÇÜKYAZICI
SARIKAŞ ŞEHİTLERİMİZİ ANIYORUZ
NURLAR İÇİNDE YATSINLAR
ŞK


SARIKAMIŞ HAREKATI NEDİR?
1914 yılının Kasım ayında Azap ve Köprüköy, Rus orduları tarafından saldırıya uğradı. Ancak saldırıyı 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa püskürtmüş ve Rus ordusunu dağıtmıştır.
Harekatın amacı, dağılan Rus ordusunu tamamen yok edip, Bakü petrollerine ulaşmak ve Alman İmparatorluğu'nun sanayi ihtiyacını karşılamaktı. Aynı zamanda 1877 yılındaki 93 Harbi'ni Osmanlı İmparatorluğu'nu kaybetmiş ve Batum, Sarıkamış, Kars, Ardahan ve Artvin Ruslara verilmişti.
Toprakları geri almak amacıyla 1914 yılında dönemin Başkomutan Vekili olan Enver Paşa, 19 Aralık tarihinde harekat kararı verdi.
başarıyla geçen taarruz sonrasında olumsuz hava koşulları nedeniyle seyrini değiştirdi. Kış, 3-4 Ocak 1915 gecesi daha da şiddetlendi. Fırtına ile yağan kar, yolları tıkayıp, çadırları yıktı. Arkasından da dondurucu soğuklar bastırınca, 60 bin Osmanlı askeri donma, dizanteri ve tifo gibi hastalıklardan dolayı hayatını kaybetti. Bu harekatta Ruslar da 32 bin askerini kaybetti.