26 Ocak 2020 Pazar

ANILARIM 1- BİRİNCİ BÖLÜM- VADİDEN SAHİLE -


google.com
yandex.com.tr

ANILARIM 1
VADİDEN SAHİLE
"Ve İstanbul"
Demokratların on yıl süren iktidarları, İstanbul ve Ankara’da Üniversite Gençliğinin gösterilerine ve CHP muhalefetine karşı çok sert önlemlerle karşı koymaya başlamış Sıkı Yönetim ilan etmişti. Ordu, 27 Mayıs’ta yönetim el koymuş, iktidar milletvekillerini, bakanları tutuklayarak yargılanmak üzere Yassıada’ya götürmüştü.
1960 yazı ihtilal çalkantıları içinde geçti. Çorum Öğretmen Okulu sınavlarına birlikte girdiğimiz Kargı İlkokulundan sınıf arkadaşlarım, Hasan Felik, kemal Acekse, Erol Örencik, Hasan Turgut Tuncel hatırladıklarımdı. Yine Bizim sınıftan, iyi arkadaş olduğumuz Babamın Amcasının oğlu Hayrettin de, Ankara tapu Kadastro meslek Lisesini kazanmış oraya gidecekti. Osmancık Ortaokulundan sınıf arkadaşlarım, Müfide Kandilli Kız Lisesine kayıt olmuş, Reyhan ve Gülay ise Çorum Öğretmen Okulunu kazanmıştı. Benim gibi yatılı okul kazanamayan başka arkadaşlarım da vardı. Onlar da Çorum Kastamonu Lisesi’ne yatılı olarak gittiler.
Ekim ayında, Hasanoğlan Öğretmen Okulunu kazanmış olan kardeşim Erkut ile birlikte yola çakacaktık. Hazırlıklar yapıldı. Radyolarda, Milli Cepheye kayıt olanlar listelerinin yerini, Yassıada yargılamalarına ilişkin haberler yer alıyordu. Sanıklar getirildiler, bağlı olmayarak yerlerine alındılar ifadesiyle başlayan mahkeme haberleri, Osmancık halkında tepkilere neden oluyor, olumsuz yorumlar yapılıyordu.
Göz açıp kapayıncaya kadar yaz geçti. Bir sonbahar günü tarihini hatırlamıyorum, Babam Erkut ve Beni Çorum otobüsüne bindirdi. Artık Kızılırmak vadisinden ayrılıp, yeni bir döneme doğru yola çıkmıştım. Babam, kendisi de Köy Enstitüsünde yatılı olarak okumuş olmasından belki, bizim bu yeni yaşamımıza yolculuğumuzu olağan karşılıyordu.
O yıllarda, bugün olduğu gibi, kullanışlı taşıma kapları, çantalar bavullar yoktu. İki tahta bavul temin edilmiş, Annem, kardeşime ve bana yeteri kadar iç çamaşırı, gömlek, çorap, kazak, banyo malzemesi ile bavullarımızı hazır hale getirmişti. Yol harçlıklarımız cebimize, yeni aylıklarımız gönderilene kadar yetecek paramız, yolculuk sırasında çalınmasın diye iç fanilamıza Anemin becerisi ile eklenmiş bir cebe dikilmek suretiyle emniyete alınmıştı.
Çorum otogarı bildiğimiz bir yerdi. Ankara otobüsüne binmemiz zor olmadı. Kargı ve Osmancık’tan tanığımız kişiler de vardı. Birkaç yıl öncesine kadar Köy Enstitüsü olan, yaz tatillerinde Babamın da inşaatında çalıştığına ilişkin anılar dinlediğimiz Hasanoğlan Öğretmen Okulu, aynı isimli bir köyün yakınında, Ana yoldan bir kilometreye kadar uzaklıkta idi. Köyün kavşağına geldiğimizde, şoför otobüsü durdurdu, muavin Erkut’u ve bavulunu yol kenarına bıraktı ve hareket ettik. Ben Ankara’dan sonra İstanbul’a devam edecektim. , Otobüs hareket ettiğinde, yol kenarında bıraktığım kardeşimi izlerken doyduğum acıyı hayatım boyunca unutamadım. Birden bire Onu çok çocuk ve korunmaya muhtaç görmüştüm. Ben Onu oracıkta bıraktım.
O kadar küçüktü ki. Yanına koyduğu bavulu ile neredeyse aynı boyda idi. Onun oradan bir kilometrelik uzaktaki, yeni Okuluna kadar yürüyüp, nöbetçi öğretmeni bulmak üzere, tek başına elinde bavulu nasıl bıraktığımızı bir türlü içme sindiremedim. İlkokula da erken başladığı ve ikinci sınıftan başladığı için, yaşıtlarından da çok küçüktü. Altı yıl sonra Öğretmen okulunu bitirdiğinde, ilk maaşını kendisine ödemeyip, velisi olarak babama ödemişlerdi.
Onu, yol kavşağında bıraktığımda, minicik yüreğinde kopan fırtınaları, Babamın, henüz anne şefkatine muhtaç çocuğun, Osamancık Ortaokulu’na gitmesi için hiçbir engel yokken, yatılı okula gönderilmesi kararını niçin ve nasıl verebildiğini de asla bilemedim.
Ve işte, Etlik Garajındayım. Daha önce Babamla birlikte gittiğim şekilde, İstanbul otobüsüne biletimi aldım. Artık hava kararmış, gece yolculuğu yapılacaktır. O yıllarda İstanbul –Ankara arası otobüs yolculuğu sekiz saat ve Harem veya Kabataş’tan arabalı vapur ile Avrupa yakasına geçilirdi.
Kabataş İskelesinde, muavin elime bavulumu tutuşturduğunda gün ağarmaya başlıyordu. Yol harçlığı için cebe ayırdığımız paralarım bitmişti. Yazın Babamla bir iki kez gittiğimiz yeni Okulum, Kabataş Lisesi isminden dolayı, hemen otobüsten iner inmez ulaşabileceğimi sanıyordum. İskele meydanında, siyah elbiseli bir denizciye sordum yeni okulumun yerini. Ohuu dedi, Kabataş Lisesi Ortaköy’de. Bana tarif ettiği yola doğru, bavulumla yürümeye başladım.
Dolmabahçe’den itibaren ağırlaşmaya başlayan bavuluma Annemin neler koymuş olabileceğini yol boyunca düşündüm durdum. Yıllar sonra, İsviçre’de, marketten bavul arabası satın alırken, otomobili icat edenlerin, bavul tekerleğinin icadında ne kadar geç kaldığını soruşturdum. Sonunda, yolların bavul tekerleğine uygun hale gelmesinin ancak yirminci yüzyılda mümkün olabildiği gibi bir mazeret bulabildim.
Ortaköy semtinde bulunan Kabataş Lisesi, İstanbul’un gözde okullarından birisi idi. Ortaköy ise, o tarihlerde nüfusunun hemen tamamı Rum asıllı vatandaşlarımızdan oluşan, yaklaşık otuz bin kişinin yaşadığı şirin bir Boğaz Köyü idi. Bu günlerde üzeri kapatılarak geniş bir yol haline getirilen Ortaköy Deresi, köyün tam ortasından geçer, Derenin iki yanında köy yolu uzanırdı. Yolun sonunda, Ortaköy mezarlığı bulunurdu. Kabataş Lisesi’in o yıllarda orta bölümü yoktu. Orta Okul desteği, Ortaköy çıkışında yine deniz kenarında ahşap, tarihi bir binası olan Gaziosmanpaşa Orta Okulu tarafından sağlanırdı. Görkemli kilise, ilerisinde tarihi Ortaköy Camii Boğazı süslerdi. 
Kabataş Lisesi, İstanbul’un gözde okullarından birisi idi. Kaydım yapılırken, okul taksitim de ödenmişti. Nöbetçi Müdür Yardımcısı, dolabımı ve yatağımı göstermesi için görevli ile birlikte gönderdi. Okul üçer katlı iki bağımsız bloktan oluşuyordu. İki bina arasında iki katlı şirin bir bina vardı. Bu binanın alt katı öğrenci reviri, üst kat ise Müdür Lojmanı idi. İki binadan birisi okul yönetimi, laboratuvar, kütüphaneleri barındırıyor, diğerinde ise öğrenci yatakhaneleri olması gerekiyordu. Fakat, O yaz Yatakhane binasında çatlama ve denize doğru kayma tespit edilmiş olması nedeniyle onarıma alınmış, öğrenci yatakhaneleri, Beşiktaş – Ortaköy yolu üzerinde bulunan, kantin ve mutfak binasının ikinci katına taşınmıştı. Okul tamamen denize cepheli idi. Ana kapı girişinin solunda bulunan alanda Spor Salonu yer almaktaydı.
Yatılı okul yaşamı bilindiği gibi, her yönüyle çok farklı özellikleri olan bir yaşamdır. Okulumuzda aynı zamanda gündüzlü öğrenciler de bulunmaktaydı. Bizler, akşam ders bittikten sonra, Etüt Saatine kadar serbest zaman geçirir, ziller çalınca, ertesi günün derslerine çalışmak üzere, etüt sınıflarımıza giderdik. Etüt saatlerinde disiplini sağlayan, genellikle üniversite öğrencisi olan Etüt Abileri aynı zamanda yatılı öğrencilere rehberlik görevi üstlenmişlerdi.
Yatakhanelerimizde, her katta öğrenci duşları ve tuvaletleri ile her öğrencinin kişisel eşyalarının saklandığı dolaplarımız vardı. Yataklarımız, ikişer katlı ranza şeklindeydi.
Sabah aynı saatte kalkılır, akşam olduğu gibi etüt sınıflarında, günlük dersler için hazırlık yapılırdı. Etüt sonrası kahvaltı hep birlikte giderdik. Her öğrencinin masası belirlenmiş, her masa için yemek paylaşım ve kontrol için görevli masa başı kıdemli öğrenciler bulunurdu.
Sınıflarımız dışında, Biyoloji, Fizik ve kimya derslerini yaptığımız laboratuvarlarımız, resim salonumuz okulumuza ayrıcalık katardı. Aradan geçen bunca yıla rağmen, Biyoloji derslerinde, Makbule Coker’in uygulamalı derslerini, eterle bayılttığımız kurbağanın kalbinin atışlarını hatırlarım. Yıl içinde iz bırakan öğretmenlerimizden Samih Nafiz Tansu’yu daha sonra basındaki yazılarından takip ettim. Fransızca öğretmenimiz Şafinaz Şarman. Ve Muavin Vahit Bey. Baş Muavin Sırrı Bey, Müdür Adnan Dinçer. Bu a kadar benimsediğim bir Okulda, birinci sınıfta nasıl kaldım? Bilemiyorum.
Ama özellikle bir isimden bahsetmek isterim Beden Eğitimi M. U. Bana neden taktığını, yıl sonunda beni Beden Eğitimi dersinden neden bütünlemeye bıraktığını, bütünleme sınavında yaz tatilinde kuyudan su çekerken elimde oluşan yara nedeniyle kasa hareketlerini iyi yapamadığım gerekçesi ile beden Eğitiminden beni sınıfta bırakmaktan neden zevk aldığını, babamın kendisini ziyaretinden sonra öğrendim. Meğer kendisi beni, düşüncesinden farklı bir partinin toplantısında görmüş! Bunu Babama “Parti toplantılarında gezeceğine dersini çalışsaydı” diye anlatmıştı.
Her ay harçlıklarımız geliyor, okul mutemedi bunları etüt sonrası bize dağıtıyordu. Sınıfımızda, babası kaymakam olan arkadaşım, Metin Arıkan vardı. Onun ağabeyi de Galatasaray Lisesinde daha üst sınıfta idi. Onlarla arkadaşlığım, İstanbul’u daha kolay tanımama yardım etti. Birlikte hafta sonları çıkıyor, Metin’in Feriköy’deki akrabalarına ziyaret gidiyor, oradan da Beyoğlu’na gezmeye çıkıyorduk. Başka arkadaşlarımız da vardı. Özellikle Çorumlu diye kendileri ile dost olmaya çalıştığım, Mustafa Öncü, Şebinkarahisarlı Armağan Gözen.
Beyoğlu, o tarihlerde, bir tür medeniyetin beşiği idi. İstiklal’in girişinde bir polis kontrol noktası bulunurdu. Bize anlatıldığına göre, ayakkabısı boyalı olmayan, saçı sakalı bakımsız hırpani kılıklı kişilerin Cadde’ye girmesine izin vermiyordu.
O tarihlerde radyo yaygın olmamakla birlikte ben evimizde radyomuz olduğu için, Bankalar Caddesi’ndeki elektronikçilerden aldığımız adına Cermanyum dediğimiz kulakla bulunduğumuz yere en yakın radyo istasyonun dinleyebiliyordum. Okul idaresi bunları kullanmamıza izin vermiyordu. Zaman zaman, yatakhane ve dolaplarda aramalar yapılır, izinsiz memleketten gelen yiyecekler, bu tür eşyalar toplanır imha edilirdi.
Gündüzlü arkadaşlarımız dersler bitince evlerine gider, biz ancak hafta sonları izinli çıkabilirdik. Bunun dışında bekçiler kapıdan bizi bırakmazdı. Bekçiler, sayıları binin üzerinde öğrenciden hangilerinin yatılı, hangilerinin gündüzlü olduklarını bekçiler ayırt edebilirlerdi.
Beşiktaş Kulübüne ait Şeref Stadında, seçilen öğrenciler okullar arası yarışmalar için antrenman yapmak için, yıl sonu tiyatro oyunu için rol alan arkadaşlar da, oyun Beşiktaş Kız Lisesi ortak sahneleneceğinden prova için hafta içinde izinli olarak kapı çıkışı belgesine sahip oldular.
Unkapanı’nda Bakkallık yapan, Babamın Kargılı bir arkadaşına ziyarete gider, benimle aynı yaşlarda olan çocukları ile hafta sonu vakit geçirirdim, ama etüt saatlerini iyi değerlendiremez, teneffüslerde daha çok yalnız vakit geçirirdim. Yıldız Parkı, Sarıyer sahili en çok ziyaret ettiğim yerlerdi. Bunanla birlikte, yatılı okul yaşamına uyum sağlayabildiğimi söyleyemem. O tarihlerde bu konuda öğrenciyi anlamaya çalışan öğretmen, rehber öğretmen, hekim falan da bulunmuyordu.
Bir akşam, 1961 yılında İskenderun’da Atatürk Heykeline atılan bomba için yapılan gece yürüyüşüne katılmak için, yatakhanenin demirlerini kırarak katılan grubun içinde yer almam, bizim Bedenciyi çılgına çevirmeye yetmişti muhtemelen. Ailelerimize yazı falan yazıldığı söylendi ama konu Atatürk olduğu için, o tarihlerde fazla üzerine gidilmedi.
Yıl sonunda bir tanesi Beden Eğitimi olmak üzere dört dersten bütünlemeye kaldım. Yaz tatili için Osmancık’a gittiğimde, babam bu durum nedeniyle çok üzgündü. Arkadaşlarının, Çorum Öğretmen Okuluna giden çocukları ve yakınlarının başarılarını örnek gösterip beni eleştiriyordu. Onlar da, bana Beden Eğitimi dersinden nasıl bütünlemeye kaldığımı anlattırmaktan büyük keyif alıyorlardı. Bu durum beni çok daha fazla üzüyordu.
Osmancık’taki evimizin, bahçeye bakan ikinci katındaki otoma adeta kendimi hapsetmiştim. Ders çalışmam gerekiyordu.
Fakat, yaz tatil çabucak bitti. Bütünleme sınavlarında iki dersten geçer not almama rağmen, birisi Beden Eğitimi olmak üzere iki dersten sınıfta kaldım.
Benden, büyük başarılar bekleyen akrabalarım ve ailem için büyük bir yıkım oldu benim sınıfta kalmam. Erkut, Canım kardeşim, zeka küpü, sınıfını geçmiş, hem de mandolin çalmasını öğrenmişti. Yıllar yılı Onunla hep gurur duyduk. Meliha, evimizin yakınındaki Babamın Müdür olduğu Okula devam ediyordu, üçüncü sınıfa geçmişti. Mediha da hızla büyüyordu.
O yaz acı bir olay yaşadık. Dayım, Yüzbaşı Selahattin Akar’ı kaybettik. 30 Ağustos’ta Binbaşı olacaktı. Kokartları elbisesinin cebinden çıktı. Boyabat Jandarma Komutanı idi. Bütün İlçe tarafından takdir edilen, askerler tarafından çok sevilen O Komutan bir trafik kazasına yenik düşmüştü.
Yaz sonunda,  aile meclisi benim için toplandı. Karar, madem yatılı okula uyum sağlayamadım, İstanbul’a taşınılacaktı. Çorum’daki akrabalar, Babamın önemli görevlerdeki arkadaşları nakil için devreye girdiler. Yeni dönem başlamadan, Babam’ın İstanbul, Bakırköy Haznedar İlkokulu’na kendi isteği ile öğretmen olarak tayini çıktı.
İneklerimiz ne olacaktı? İstanbul’a nasıl taşınacaktık?
DEVAM EDECEK

DEVAM EDECEK
Dip Not:1 – Ben ve Kardeşimin yatılı okullara seyahatlerinde neden yalnız bırakıldığımız, ailemizin bizimle yeterince ilgilenmediği gibi sorulur günümüz koşullarında okurun aklına gelecektir doğal olarak.
Ancak, bir kuşak geriye gitmemiz halinde babamı daha doğru değerlendirmek mümkün olacaktır.
Babam ve arkadaşları, 1940 yılında, Kargı-Tosya arasında çalışan atlı - yaylı Posta Arabası ile Tosya’ya, oradanda muhtemelen yaya veya yine bir başka yaylı ile Kastamonu’ya ulaşmışlardır. Bur grup köylü çocuklarıdır. Kastamonu, Göl Köy Enstitüsü bahçesinde başka kasaba ve köylerden gelen çocuklar da vardır. Erken gelenler, okul bahçesinde yanlarındaki gocuk, palto ne varsa onlar üzerinde dinlenmektedirler. Sınavı beklerken, görevli adayların yanlarında birer kalem, kağıt  ve silgi bulundurulmasının zorunlu olduğunu bildirdiğinde herkesi bir telaş alır. Çoğunun azıkları vardır, ama kalem kağıt alacak paraları yoktur. Durumu köy bakkalına anlattıklarında, Bakkal, kağıt, kalem sattığını ama parasız veremeyeceğini söyler. Bunun üzerine kara kara düşünürlerken, akıllarına azıklarını satmak gelir. Bakkal yumurtaları karşılığında ihtiyaçları olan kağıt, kalem ve silgiyi verecektir. Bu arada parası olmadığından, kağıt-kalem alamadığından sınava giremeyen oldu mu? Bilemiyorum. Daha sonra da eğitimleri sırasında, okul bahçelerinde ziraat ve hayvancılık faaliyetlerinde çalışarak kendi yiyeceklerinin pek çoğunu üretmişler, hatta kendi okullarından sonra, diğer Enstitülerin inşaatlarında yaz tatillerinde fiilen çalışmışlardır. Bu gerçeklerin ışığında onların bize
davranışlarını değerlendirmekte fayda var. Ayrıca,1960lar Türkiye’si, güvenlikli ve işi insanların yaşadığı bir Ülkeydi. Bu çocukların başına yollarda bir şey gelebilir endişesi yoktu.
KÖY ENST.





Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve ayakta duran insanlar

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, kalabalık ve açık hava

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, oturuyorgoogle.com

23 Ocak 2020 Perşembe

ANILARIM 2 - İKİNCİ BÖLÜM -ÇOCUKLUK YILLARIM

google.com
yandex.com.tr



ANILARIM 2
ÇOCUKLUKYILLARIM
ŞAHABETTİN KÜÇÜKYAZICI



OSMANCIK’TAYIZ         

Eşya yüklü kamyonumuz, Irmak vadisini gürültülü sesler çıkararak aştı ve sonradan günlük yaşamımın bir parçası olacak olun Koyun Baba köprüsünü geçerek, Babamın önceden kiraladığı, Hükümet binası yanındaki evin önünde durduk. Bir avlu içinde iki ev vardı. Birisinde ev sahibi oturuyor, diğerini kiraya vermişti. Kendi hayvanları olduğu için başlangıçta bize ahırda yer vermemiş olmasına karşılık, bizim ineklerimizin de ahıra alınmasına razı oldular. Daha sonra, İnönü Zaferi İlkokuluna daha yakın  bahçe içinde bir eve taşınacaktık. Burası, iki katlı, bahçe içinde müstakil bir evdi.
Osmancık, Kargı – Çorum yolunun yarı yoludur.

Fazlı Dedem, aslen Çorum merkez nüfusuna olması nedeniyle, Çorum’da bulunan yakın akrabaları ziyaret için çocukluğumuzdan itibaren  gidip geldiğimiz bir yoldur. Daha önemlisi, Kızılırmak vadisini boydan boya geçerek gidilen toprak yolu çok severdim. Sonradan öğrendiğime göre, bu yol eski İPEK YOLU olup, üzerinde irili ufaklı tepeler bulunan son derece verimli arazileri olan, Kızılırmak boyunca uzanan  bir yoldur. Yol üzerindeki köylerde ağırlıklı olarak çeltik (pirinç) tarımı yapılırdı.
Babamın Müdürü olduğu okul da evimizin yakınında sayılırdı, Okul, iki katlı, ahşap, Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılmıştı. Geniş bir bahçesi vardı. Babam her gün Kardeşimle birlikte buraya gidecekti. Ama İlçenin tek Orta Okulu olan Osmancık Orta Okulu, şehrin öteki yakasında idi. Gemici mahallesi olarak bilinen bu yakada, Orta Okulun ilerisinde kamu kurumu olarak Askerlik Şubesi vardı. Bütün öğrenciler gibi Bende her gün kasabayı bir baştan öteki başa yürümek suretiyle okuluma gidip gelecektim.

Kitaplarım, defterlerim alındı. Taşındıktan kısa bir  süre sonra okullar açıldı. Orta okulda kıyafet zorunluğu vardı. Şapka, Ceket ve kravat. Bunlar da temin edildi. Artık resmi üniformalı bir öğrenci idim. Yeni gelmiş olmama rağmen, yabancılık yaşamadım. Arkadaşlarım iyi insanlardı. Banka müdürünün kızı, Babamın okulundan bir öğretmenin kız kardeşi, yine Gemici ilkokulundan bir öğretmenin kızı da bulunuyordu sınıfımızda. Hasan Tokgöz, Nihat yılan.
Babam benim İngilizce öğrenmemi istiyordu. Ama ne çare, okulda yalnızca Fransızca okutuluyordu. Onunda öğretmeni yoktu. Fransızca derslerine, İlçe Veterineri geliyordu. Fen Dersleri öğretmeni Mümtaz Beyi, Türkçe öğretmenimiz Bingül Hanımı hatırlıyorum. Hatta yıllar sonra, İstanbul Kız Lisesine giden küçük kız kardeşimin öğretmenleri arasında, Bingül Toksöz adını okuyunca, aramış ve Benim Türkçe öğretmenim olduğunu öğrenmiştim. Okulumuz iyi bir okuldu. Öğretmenlerim de.
Kargı’dan iken başladığım Cumhuriyet Gazetesi  okurluğum sürüyordu. Kargı’ya üç günde ulaşan günlük gazeteler, Osmancık’a iki günde geliyordu. Okuyan yok denecek kadar azdı. Hatta radyo dinlemek için bile kahvehanelere gidilirdi. Ortalıca Köyünden itibaren bizim evde radyo vardı. Babam, kendi becerisi ile bakır tellerden yaptığı çatı antenleri ile uzak istasyonları bile dinleyebiliyordu. Babam evde olmadığı zamanlarda da ben Herofon’u kurcalayarak, tanımadığım bilmediğim yörelerdeki insanları dinlemekten büyük haz duyuyordum.
Osmancık’ın ortasında koca bir kaya bulunuyordu. Kaya eski bir yerleşim yeri olan Osmancık’ta yaşayanlar tarafından kale olarak kullanıldığı, yüksek kayalıkların geçit veren bölgelerinin surlar yapılmak suretiyle güçlendirildiği görülmekteydi. Bu gün dahi surlar ayaktadır.  Kaya üzerinde oyulmak suretiyle yapılmış mağaralar vardı. Okul tatil olduğu zamanlarda, mahalle arkadaşlarımla bu kayaya tırmanmayı, mağaralardan, Çorum yolunu, kasabayı seyretmeyi çok severdim.
Kaya içinde halen su bulunan bir kuyu bulunmakta ve ayrıca, su yolu olduğu söylenen, Irmağa kadar uzanan bir tünel vardı. Biz arkadaşlarla bir süre ilerler, sonra korkup dönerdik.
Temellerinin bir ucu kaya ile bağlantılı olduğu anlatılan tarihi bir taş köprü ile şehrin karşı yakasına geçiliyordu. Anlatılanlara göre, Köprü, Sultan !!. Beyazid zamanında, bir veli olan Koyun Baba tarafından yapılmıştı. Köprü başındaki Arapça kitabeden, 1485 yılında yapımına başlanmış, 1489 yılında bitirilmişti. O yıllarda , bir bölümünün sel suları ile toprak altında kaldığı anlatılan taş köprünün, görünen uzunluğu 250 metre , genişliği 7,5 metre idi ve bütün ulaşım bu köprü üzerinden sağlanmaktaydı. Daha sonra, NATO yolu kapsamında yapılan İstanbul – Samsun yolu kapsamında, yeni köprü yapıldı. Karayolu ulaşımı oraya kaydırıldı.
Koyun Baba bölgede nüfuzlu bir veli olup başka eserleri de vardı. Uzun yıllar, fakirlere üç öğün yemek verildiği anlatılan, bir İMARET ve yanında CAMİ’nin de Koyun Baba’ya ait olduğu söylenirdi. Koyun Baba bölgedeki adıyla bir Evliya idi.
Kargı’ya göre Osmancık, hem daha fazla nüfusa sahip, hem de daha fazla gelişmişti. Kargı’da bir iki demirci, bir marangoz ve semerciler dışında zanaatkar yoktu. Ama Osmancık’ta, koca bir Tuğla Fabrikası, ona yakın Kiremit Ocağı , iki Çeltik Fabrikası ile küçük bir Sanayi Çarşısı  vardı. Ayrıca, Osmancık’ta Kargı’da olmayan, mezhep ayırımı ile de tanışmıştım. Sınıfta bir arkadaşım vardı, bazı Osmancıklı arkadaşlarım, onunla arkadaşlık etmememi söylüyorlardı. Daha sonra bu arkadaşım, Askeri lise kazanarak, subay oldu.
Kızılırmak, senede birkaç kez yükselir, bölge su baskınlarına maruz kalırdı. Orta Okul yıllarım, su baskınlarının önlenmesi için Hirfanlı Barajının yapım hikayelerini dinlemekle geçti. Baraj yapıldığı zaman su baskınları önleneceği gibi, bütün yaşamı pirince bağlı olan bölge halkının, sulama sorunları da çözülecekti.
Yaz tatilinde, Kargı’ya gidilmesi gerekiyordu. Kışlık yiyecek ihtiyaçlarımız için. Bizim bağ-bahçemiz Kargı’da idi. Ancak, Osmancık’ta ineklerimize bakacak kimse yoktu. Ben bu arada Kargı’ya gidemiyor, burada kalıyordum. Annemler döndükten sonra da ben gidiyordum. Çünkü, Ortalıca’dan beri Hacıhamza’da bulunan teyzeme, Kargı’da bulunan Ali Dedem ve Anneanneme misafir olmayı severdik. Onların çocukları ile güzel vakitler geçirirdik. Geçenlerde, Teyzemin kızı ile karşılaştım Tosya’da, nasıl kiraz topladığımızı, mahalle arasında oyunlar oynadığımız konuştuk. Şimdi rahmetli olan Doğan Ağabeyimiz,  gerçek bir ağabey idi. Ağırbaşlı, ciddi tavırları ile bizi de yönlendirirdi. Keza Kargı’daki Haluk Dayım, erken kaybettiği Babasının yerini doldurma istercesine evin sorumluluğunu üstlenmişti. Aramızdaki yaş farkının az olmasına karşılık, bizim üzerimizde büyük bir otoriteye sahipti. Kastamonu Lisesini bitiren Dayım,  Üniversite yıllarında, İstanbul’da bizimle komşu olacaktı. Yine çok erken aramızdan ayrılan Selahattin Dayımın çocukları da Kargı’da olurdu. Onlarla da tatilde buluşmak bizim için büyük mutluluktu.
Ertesi yıl, Osmancık’tan yaz tatilinde ayrılmadık. Osmancık’ın bağlar bölgesi vardı. Hemen herkesin bir bağı ve bağ evi vardı. Kargı’da biz bağ-bahçeye günlük gider gelirdik. Oysa Osmancık’ta, bütün yaz boyunca bağ evine taşınılır, çaşıda sanayide işi olanlar oradan işlerine gidip gelirler, yahut kışlık evlerinde kalırlardı. Kargı’ya nazaran, Osmancık’ta at ve eşek arabası sayısı da fazla idi.
Babam da bir bağ evi kiralamış, ikinci  yaz biz de Osmancıkta kalmıştık.
Radyodan dinlediğim kadarı ile Türkiye’de bir şeyler oluyordu. Gazete’de de anlatılanlardan Ankara’da sıkıntılar olduğu anlaşılıyordu. Babam muhtemelen biraz da, Kargı’daki müdürlüğe atanmamasının verdiği kırgınlıkla iktidarda bulunan partiyi eleştiriyordu. Çorum’daki kamu yetkilisi akrabalarımız Babam’a iktidarla ilgili eleştirilerinde dikkatli olmasını öğütlüyorlardı. 1960 Mayısı çok sıkıntılı geçti. 27 MAYIS DEVRİMİ olmuş, Ordu yönetime el koymuştu. İlçede herkes birbirini suçluyor, kimin Demokrat Partili, kimin Devrimden yanlısı olduğu anlaşılamıyordu .Bu arada Ben, Orta Okulu, Erkut İlkokulu bitirmiştik. Bütün yurtta  Devrim Mitingleri düzenleniyordu. Babam, Çorum Mitingine beni de götürdü. Özenle hazırladığım pankartımda, “ MENDERES DİYEN ZENGİ, HÜRRİYET DİYEN ŞEHİT OLDU” yazıyordu.
Babam, ahşap bir yapı olan,  İnönü Zaferi İlkokulu’nun yeniden yapılması işini başarıyla tamamlamış. Bu arada, okul hizmetini bahçede kurulan barakalarda vermişti.  Dört kardeştik. Hayat şartları ağırlaşıyor, bizim öğrenim masraflarımız aileyi düşündürüyordu. Buna rağmen, bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim. Bir gün bir köylü kapımız çaldı, elinde bir tavuk. Bunu hocam gönderdi diye bıraktı gitti. Daha sonra öğrendik, köylü traktör ehliyeti için dışarıdan ilkokul bitirme sınavlarına girmiş.  Annem de bir güzel onu pişirdi. Yanına da pilav. Babamı bekliyoruz. Babam, tavuğu nerden bulduğumuz diye sordu. Annemin “ Sen göndermişsin” demesiyle, kızılca kıyamet koptu. Okulda nöbetçi görevli çağırıldı. Köylü çarşıdan bulundu, .tavuk pişmiş olarak kendisine iade edildi. Bu arada Annemin “Ama Tencere Bizim” feryatları işe yaramadı.  Babam böyle bir insandı. Hasan Ali Yücelin, Hakkı Tonguç’un öğrencisiydi. Atatürk ilkelerine sıkı sıkıya bağlı bir öğretmendi. Hep öyle kaldı.
Erkut da  Ben de Öğretmen Okulu sınavlarına girdik. Parasız yatılı okumak bize iyi gelecekti. Ne var ki, Erkut kazandı, ben kazanamadım. Annem ve Babam okulların açılması yaklaştıkça Benim durumumu daha sık tartışır oldular.  Osmancık’ta lise yoktu. Çorum Öğretmen Okulu gündüzlü almıyordu. Lise’nin yatılısı vardı ama,  madem paralı olacaktı,  İstanbul olsundu. Aile Meclisi Kararı böyle çıktı. Babamla birlikte İstanbul’a geldik. Kabataş Lisesi kayıtlarım tamamlandı. Kapalı Çarşı’da yatakhane için istenen, çarşaflar nevresimler temin edildi.
Ve Ben artık Kabataşlı idim.
                                          

             



 







     















          


      

22 Ocak 2020 Çarşamba

KIBRIS BARIŞ HAREKATI / ŞAHABETTİN KÜÇÜKYAZICI

google.com



ANILARIM 3
ÇOCUKLUKYILLARIM
ŞAHABETTİN KÜÇÜKYAZICI



OSMANCIK’TAYIZ         

Eşya yüklü kamyonumuz, Irmak vadisini gürültülü sesler çıkararak aştı ve sonradan günlük yaşamımın bir parçası olacak olun Koyun Baba köprüsünü geçerek, Babamın önceden kiraladığı, Hükümet binası yanındaki evin önünde durduk. Bir avlu içinde iki ev vardı. Birisinde ev sahibi oturuyor, diğerini kiraya vermişti. Kendi hayvanları olduğu için başlangıçta bize ahırda yer vermemiş olmasına karşılık, bizim ineklerimizin de ahıra alınmasına razı oldular. Daha sonra, İnönü Zaferi İlkokuluna daha yakın  bahçe içinde bir eve taşınacaktık. Burası, iki katlı, bahçe içinde müstakil bir evdi.
Osmancık, Kargı – Çorum yolunun yarı yoludur.

Fazlı Dedem, aslen Çorum merkez nüfusuna olması nedeniyle, Çorum’da bulunan yakın akrabaları ziyaret için çocukluğumuzdan itibaren  gidip geldiğimiz bir yoldur. Daha önemlisi, Kızılırmak vadisini boydan boya geçerek gidilen toprak yolu çok severdim. Sonradan öğrendiğime göre, bu yol eski İPEK YOLU olup, üzerinde irili ufaklı tepeler bulunan son derece verimli arazileri olan, Kızılırmak boyunca uzanan  bir yoldur. Yol üzerindeki köylerde ağırlıklı olarak çeltik (pirinç) tarımı yapılırdı.
Babamın Müdürü olduğu okul da evimizin yakınında sayılırdı, Okul, iki katlı, ahşap, Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılmıştı. Geniş bir bahçesi vardı. Babam her gün Kardeşimle birlikte buraya gidecekti. Ama İlçenin tek Orta Okulu olan Osmancık Orta Okulu, şehrin öteki yakasında idi. Gemici mahallesi olarak bilinen bu yakada, Orta Okulun ilerisinde kamu kurumu olarak Askerlik Şubesi vardı. Bütün öğrenciler gibi Bende her gün kasabayı bir baştan öteki başa yürümek suretiyle okuluma gidip gelecektim.

Kitaplarım, defterlerim alındı. Taşındıktan kısa bir  süre sonra okullar açıldı. Orta okulda kıyafet zorunluğu vardı. Şapka, Ceket ve kravat. Bunlar da temin edildi. Artık resmi üniformalı bir öğrenci idim. Yeni gelmiş olmama rağmen, yabancılık yaşamadım. Arkadaşlarım iyi insanlardı. Banka müdürünün kızı, Babamın okulundan bir öğretmenin kız kardeşi, yine Gemici ilkokulundan bir öğretmenin kızı da bulunuyordu sınıfımızda. Hasan Tokgöz, Nihat yılan.
Babam benim İngilizce öğrenmemi istiyordu. Ama ne çare, okulda yalnızca Fransızca okutuluyordu. Onunda öğretmeni yoktu. Fransızca derslerine, İlçe Veterineri geliyordu. Fen Dersleri öğretmeni Mümtaz Beyi, Türkçe öğretmenimiz Bingül Hanımı hatırlıyorum. Hatta yıllar sonra, İstanbul Kız Lisesine giden küçük kız kardeşimin öğretmenleri arasında, Bingül Toksöz adını okuyunca, aramış ve Benim Türkçe öğretmenim olduğunu öğrenmiştim. Okulumuz iyi bir okuldu. Öğretmenlerim de.
Kargı’dan iken başladığım Cumhuriyet Gazetesi  okurluğum sürüyordu. Kargı’ya üç günde ulaşan günlük gazeteler, Osmancık’a iki günde geliyordu. Okuyan yok denecek kadar azdı. Hatta radyo dinlemek için bile kahvehanelere gidilirdi. Ortalıca Köyünden itibaren bizim evde radyo vardı. Babam, kendi becerisi ile bakır tellerden yaptığı çatı antenleri ile uzak istasyonları bile dinleyebiliyordu. Babam evde olmadığı zamanlarda da ben Herofon’u kurcalayarak, tanımadığım bilmediğim yörelerdeki insanları dinlemekten büyük haz duyuyordum.
Osmancık’ın ortasında koca bir kaya bulunuyordu. Kaya eski bir yerleşim yeri olan Osmancık’ta yaşayanlar tarafından kale olarak kullanıldığı, yüksek kayalıkların geçit veren bölgelerinin surlar yapılmak suretiyle güçlendirildiği görülmekteydi. Bu gün dahi surlar ayaktadır.  Kaya üzerinde oyulmak suretiyle yapılmış mağaralar vardı. Okul tatil olduğu zamanlarda, mahalle arkadaşlarımla bu kayaya tırmanmayı, mağaralardan, Çorum yolunu, kasabayı seyretmeyi çok severdim.
Kaya içinde halen su bulunan bir kuyu bulunmakta ve ayrıca, su yolu olduğu söylenen, Irmağa kadar uzanan bir tünel vardı. Biz arkadaşlarla bir süre ilerler, sonra korkup dönerdik.
Temellerinin bir ucu kaya ile bağlantılı olduğu anlatılan tarihi bir taş köprü ile şehrin karşı yakasına geçiliyordu. Anlatılanlara göre, Köprü, Sultan !!. Beyazid zamanında, bir veli olan Koyun Baba tarafından yapılmıştı. Köprü başındaki Arapça kitabeden, 1485 yılında yapımına başlanmış, 1489 yılında bitirilmişti. O yıllarda , bir bölümünün sel suları ile toprak altında kaldığı anlatılan taş köprünün, görünen uzunluğu 250 metre , genişliği 7,5 metre idi ve bütün ulaşım bu köprü üzerinden sağlanmaktaydı. Daha sonra, NATO yolu kapsamında yapılan İstanbul – Samsun yolu kapsamında, yeni köprü yapıldı. Karayolu ulaşımı oraya kaydırıldı.
Koyun Baba bölgede nüfuzlu bir veli olup başka eserleri de vardı. Uzun yıllar, fakirlere üç öğün yemek verildiği anlatılan, bir İMARET ve yanında CAMİ’nin de Koyun Baba’ya ait olduğu söylenirdi. Koyun Baba bölgedeki adıyla bir Evliya idi.
Kargı’ya göre Osmancık, hem daha fazla nüfusa sahip, hem de daha fazla gelişmişti. Kargı’da bir iki demirci, bir marangoz ve semerciler dışında zanaatkar yoktu. Ama Osmancık’ta, koca bir Tuğla Fabrikası, ona yakın Kiremit Ocağı , iki Çeltik Fabrikası ile küçük bir Sanayi Çarşısı  vardı. Ayrıca, Osmancık’ta Kargı’da olmayan, mezhep ayırımı ile de tanışmıştım. Sınıfta bir arkadaşım vardı, bazı Osmancıklı arkadaşlarım, onunla arkadaşlık etmememi söylüyorlardı. Daha sonra bu arkadaşım, Askeri lise kazanarak, subay oldu.
Kızılırmak, senede birkaç kez yükselir, bölge su baskınlarına maruz kalırdı. Orta Okul yıllarım, su baskınlarının önlenmesi için Hirfanlı Barajının yapım hikayelerini dinlemekle geçti. Baraj yapıldığı zaman su baskınları önleneceği gibi, bütün yaşamı pirince bağlı olan bölge halkının, sulama sorunları da çözülecekti.
Yaz tatilinde, Kargı’ya gidilmesi gerekiyordu. Kışlık yiyecek ihtiyaçlarımız için. Bizim bağ-bahçemiz Kargı’da idi. Ancak, Osmancık’ta ineklerimize bakacak kimse yoktu. Ben bu arada Kargı’ya gidemiyor, burada kalıyordum. Annemler döndükten sonra da ben gidiyordum. Çünkü, Ortalıca’dan beri Hacıhamza’da bulunan teyzeme, Kargı’da bulunan Ali Dedem ve Anneanneme misafir olmayı severdik. Onların çocukları ile güzel vakitler geçirirdik. Geçenlerde, Teyzemin kızı ile karşılaştım Tosya’da, nasıl kiraz topladığımızı, mahalle arasında oyunlar oynadığımız konuştuk. Şimdi rahmetli olan Doğan Ağabeyimiz,  gerçek bir ağabey idi. Ağırbaşlı, ciddi tavırları ile bizi de yönlendirirdi. Keza Kargı’daki Haluk Dayım, erken kaybettiği Babasının yerini doldurma istercesine evin sorumluluğunu üstlenmişti. Aramızdaki yaş farkının az olmasına karşılık, bizim üzerimizde büyük bir otoriteye sahipti. Kastamonu Lisesini bitiren Dayım,  Üniversite yıllarında, İstanbul’da bizimle komşu olacaktı. Yine çok erken aramızdan ayrılan Selahattin Dayımın çocukları da Kargı’da olurdu. Onlarla da tatilde buluşmak bizim için büyük mutluluktu.
Ertesi yıl, Osmancık’tan yaz tatilinde ayrılmadık. Osmancık’ın bağlar bölgesi vardı. Hemen herkesin bir bağı ve bağ evi vardı. Kargı’da biz bağ-bahçeye günlük gider gelirdik. Oysa Osmancık’ta, bütün yaz boyunca bağ evine taşınılır, çaşıda sanayide işi olanlar oradan işlerine gidip gelirler, yahut kışlık evlerinde kalırlardı. Kargı’ya nazaran, Osmancık’ta at ve eşek arabası sayısı da fazla idi.
Babam da bir bağ evi kiralamış, ikinci  yaz biz de Osmancıkta kalmıştık.
Radyodan dinlediğim kadarı ile Türkiye’de bir şeyler oluyordu. Gazete’de de anlatılanlardan Ankara’da sıkıntılar olduğu anlaşılıyordu. Babam muhtemelen biraz da, Kargı’daki müdürlüğe atanmamasının verdiği kırgınlıkla iktidarda bulunan partiyi eleştiriyordu. Çorum’daki kamu yetkilisi akrabalarımız Babam’a iktidarla ilgili eleştirilerinde dikkatli olmasını öğütlüyorlardı. 1960 Mayısı çok sıkıntılı geçti. 27 MAYIS DEVRİMİ olmuş, Ordu yönetime el koymuştu. İlçede herkes birbirini suçluyor, kimin Demokrat Partili, kimin Devrimden yanlısı olduğu anlaşılamıyordu .Bu arada Ben, Orta Okulu, Erkut İlkokulu bitirmiştik. Bütün yurtta  Devrim Mitingleri düzenleniyordu. Babam, Çorum Mitingine beni de götürdü. Özenle hazırladığım pankartımda, “ MENDERES DİYEN ZENGİ, HÜRRİYET DİYEN ŞEHİT OLDU” yazıyordu.
Babam, ahşap bir yapı olan,  İnönü Zaferi İlkokulu’nun yeniden yapılması işini başarıyla tamamlamış. Bu arada, okul hizmetini bahçede kurulan barakalarda vermişti.  Dört kardeştik. Hayat şartları ağırlaşıyor, bizim öğrenim masraflarımız aileyi düşündürüyordu. Buna rağmen, bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim. Bir gün bir köylü kapımız çaldı, elinde bir tavuk. Bunu hocam gönderdi diye bıraktı gitti. Daha sonra öğrendik, köylü traktör ehliyeti için dışarıdan ilkokul bitirme sınavlarına girmiş.  Annem de bir güzel onu pişirdi. Yanına da pilav. Babamı bekliyoruz. Babam, tavuğu nerden bulduğumuz diye sordu. Annemin “ Sen göndermişsin” demesiyle, kızılca kıyamet koptu. Okulda nöbetçi görevli çağırıldı. Köylü çarşıdan bulundu, .tavuk pişmiş olarak kendisine iade edildi. Bu arada Annemin “Ama Tencere Bizim” feryatları işe yaramadı.  Babam böyle bir insandı. Hasan Ali Yücelin, Hakkı Tonguç’un öğrencisiydi. Atatürk ilkelerine sıkı sıkıya bağlı bir öğretmendi. Hep öyle kaldı.
Erkut da  Ben de Öğretmen Okulu sınavlarına girdik. Parasız yatılı okumak bize iyi gelecekti. Ne var ki, Erkut kazandı, ben kazanamadım. Annem ve Babam okulların açılması yaklaştıkça Benim durumumu daha sık tartışır oldular.  Osmancık’ta lise yoktu. Çorum Öğretmen Okulu gündüzlü almıyordu. Lise’nin yatılısı vardı ama,  madem paralı olacaktı,  İstanbul olsundu. Aile Meclisi Kararı böyle çıktı. Babamla birlikte İstanbul’a geldik. Kabataş Lisesi kayıtlarım tamamlandı. Kapalı Çarşı’da yatakhane için istenen, çarşaflar nevresimler temin edildi.
Ve Ben artık Kabataşlı idim.
                                          

             



 







     















          


      

ÖZGEÇMİŞ / ŞAHABETTİN KÜÇÜKYAZICI

google.com
yandex.com.tr

ŞAHABETTİN KÜÇÜKYAZICI
VADİDEN SAHİLE
1946 yılında Kızılırmak vadisinde şirin bir kasaba olan Çorum/Kargı'da doğdum.
Canım kadar sevdiğim üç kardeşim daha oldu. ilk ve ortaokulu Çorum'da bitirdim. Ailemin, Lise için vadiden ayrılmamın doğru olacağına karar vermesi üzerine daha önce hiç görmediğim İstanbul'a geldim.
1971 yılında İ.Ü. İktisat Fakültesini bitirdiğimde, CHP Gençlik Kolu Bakırköy ilçe Başkanı ve İktisatlılar Sosyal Demokrasi Derneği Başkanı olarak deneyimler de edinmiştim.
Evlilik, askerlik sırasında Kıbrıs Barış Harekatına katılma ve sonrasında Tekel Müfettişliği yılları.
Yurt dışı stajı ve Tekel bünyesinde yöneticilik.
Nihayet, Mart/2005 emeklilik.
Geçenlerde bir gün bankadan aradılar. Kredi taksitlerinin  bittiğini, ipotek kaldırılması için bankaya başvurmamı söylediler. Bu demek oluyordu ki emekli olduktan sonra yedi yıl geçmiş.
Zaman hızla akıyor, ömür geçiyor.
Yaşadıklarım, gördüklerim bana göre önemli saydıklarımı bir araya getirmek için yazmaya başlıyorum.
İstanbul, 17.11.2012
Şahabettin KÜÇÜKYAZICI
www.gazeteistanbul.net

ALTI OK VE SOSYAL DEMOKRASİ / şahabettin küçükyazıcı

google.com
yandex.com.tr


  
   ALTI OK VE SOSYAL DEMOKRASI

  (CHP Kongre delegelerine açık mektup)

   Şahabettin KÜÇÜKYAZICI


Cumhuriyet Halk Fırkasının ikinci büyük kongresinde, Partinin temel ilkeleri, Cumhuriyetçilik, Milletçilik ve Halkçılık olarak tanımlanmıştır. 1931 yılındaki kongrede de, Laiklik, Devletçilik ve Devrimcilik eklenmiştir. Bu ilkeler, geri kalmışlıktan kurtulmak isteyen, kalkınıp güçlenmek için izleyeceği yolu gösteren ilkelerdir.
         Genç Türkiye Cumhuriyeti, emperyalistler tarafından kazanılmış bir savaşın sonunda, orduları dağıtılmış, toprakları paylaşılmış bir imparatorluğun, Kurtuluş Savaşı ile kurtarılabilen mirası üzerinde kurulmuştur. Doğal olarak, anti emperyalist ve bağımsızlıktan yana olacaktır. Cumhuriyeti kuran kadrolar, çağın düşüncelerinden ve Sovyet Devriminden etkilenmiş olarak Cumhuriyet Halk Partisinin ilkeleri, Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Laiklik, Halkçılık, Devletçilik ve Devrimcilik olarak belirlenmiştir. İlkelerin OK ile simgelenmesi, okun Türkler için önemli bir savaş aracı olması yanında,  Oğuzların da  ÜÇOKLAR, BOZOKLAR gibi adlandırılması ve Atatürk’ün Türk tarihine verdiği önemden kaynaklanmaktadır.
         Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Atatürk tarafından belirlenen hedeflere, Avrupalılar, yüzyılın sonunda Sosyalist Enternasyonal ile ulaşabilmişlerdir. Sosyal demokrasi bütün mazlum milletlere ışık tutacak bağımsızlık ve özgürlük demektir.
        Altıok, yüksek amaçlar içermektedir. Yeniliğe ve gelişmeye açıktır. Günün koşullarına uygun, ancak çağıyla bütünleşen gerçekçi bir nitelik taşır.
         Döneminde, tüm ezilen uluslara örnek oluşturan bir kalkınma yöntemidir. Temelinde, ulusal egemenlik ve tam bağımsızlık mevcuttur.
         Türkiye siyasal yaşamında sol hareketler, 19. Yüzyılın sonlarına doğru başlamış ise  de, aynı tarihlerde başlayan milliyetçilik akımlarının gölgesinde kalmıştır.
         Ekim Devrimi  sonrasında, Sovyetler Birliği ile Ankara Hükümeti arasındaki yakınlaşmalar da, Kurtuluş Savaşının zaferle sonuçlanmasını takiben çeşitli nedenlerden dolayı sona erdirilmiştir.
       Buna ek olarak, İkinci Dünya Savaşı yılları siyasal yaşamda ideolojik gelişmelerin duraklamasına neden olmuş, ancak 1960  Anayasasının getirdiği özgürlük ortamı yeniden Türkiye’de sol hareketin gelişmesine olanak sağlamıştır. İsmet İnönü ve Bülent Ecevit döneminde CHP, sol ve sosyal demokrat bir çizgiye taşınmak istenmiş ise de seçmen tarafından yeterli destek bulamamıştır.
       Turgut Özal’ın, ABD destekli liberal bir politika izlemesine olanak sağlayan 1980 darbesini takip eden yıllarda, seçimler sol partilerin sürekli oy kaybı ile sonuçlanmıştır.
         Başlangıçta başka alternatif bulunmadığından CHP’de yoğunlaşan alevi oylarının da son zamanlarda farklı partilere dağıldıkları, şehirli dar gelirli seçmenlerin de CHP’den uzaklaştıkları gözlenmektedir. Bir yandan da, CHP yönetiminin oylarını artırmak için değişik politikalar izlemekte olması, sol ve sosyal demokrat politikaların uygulanamaması işçi ve köylülerin destek vermesinde tereddütler oluşmasına neden olmaktadır.
         Günümüzde, CHP’nin ulaşmasını özlediğimiz Sosyal Demokrasi ise;
         Sosyalizm ve demokrasinin uyumlu bir bileşimidir. Özgürlükçüdür, sosyal adalet ve fırsat eşitliğini, emekçilerin çıkarlarını savunur. Ancak, öteki sınıfların yaşam hakkını da yok saymaz. Devlete sosyal ödevler yükleyip, ekonomik yaşama halk kitleleri yararına yön verme olanakları sağlar.
          Bu çerçevede CHP, antiemperyalist ve devrimci mücadelenin öncüsü olarak kendi özeleştirisini de yapmak suretiyle, içinde bulunduğumuz zor koşullarda, geçmişi ile barışık yürüyecek yeni bir sosyal demokrasi hattı çizmek zorundadır. Bu maksatla;
- Ekonomik alanda, ulusal kaynakların etkin ve verimli kullanılmasını, kaynak israfına son verilmesini sağlayacak bir model üzerinde çalışılması,
- No-liberal anlayışlar yerine, çalışanların hak ve önceliklerini gözeten, demokratik sosyal devlet anlayışına uygun politikalar üretilmesi,
- Bölgesel geri kalmışlıkların giderilmesine yönelik kamu yatırımcılığı ve özel girişimciliğe ilişkin planlamaların hızla başlatılması,
Ne Mutlu Türküm Diyene özdeyişine uygun olarak ulusal birliğimizin sağlanmasına katkıda bulunacak sosyal politikalar geliştirilmesi,
- İşçi, köylü tüm emekçilerin özlemlerine hitap edecek, kişi hak ve özgürlüklerinin artmasının insanların çalışma gücünü artıracağı bilincini güçlendirecek, işsizliğin yok edilmesi, daha adil bir bölüşüm için çağdaş ücret sistemlerine yönelik politikalar geliştirilmesi,
-Ulusal eğitim sistemi ile ilgili, bilim ve teknolojiye dayalı kolay anlaşılabilir politikalar oluşturulması,
-Emeklilikte ve hastalıkta koruyucu, işsizlikte destekleyici modeller geliştirilmesi,
- İnsanın insanı, yabancıların ülkeyi sömüremeyeceği bir düzen kurulabileceği bir ekonomik ve sosyal düzen kurulması,
- Bunların yanında, tüm kamusal iş ve işlemlerde, dürüstlük ve tarafsızlığın mutlaka sağlanacağı güvencesinin seçmene verilmesi,
         Şeklinde özetlenebilecek politikaları geliştireceklerine halkı inandırabilecek lider ve kadroların işbaşına gelmesi için, Kongreler dolayısıyla büyük bir fırsat bulunmaktadır.
         Kurultay delegelerinin, önümüzdeki seçimlerde CHP oylarının artırılması, Sosyal Demokrat düşüncenin iktidar olabilmesinin yolunun açılması görevi bulunmaktadır.
şk


NAZIM HİKMET 118 YAŞINDA/ŞAHABETTİN KÜÇÜKYAZICI

google.com
yandex.com

1998 yılında Moskova'da mezarını ziyaret etmek olanağı bulmuştum.
ŞK

NAZIM HİKMET 118 YAŞINDA

Nazım Hikemtee'i tanımak isteyen, NUTUK'tan esinlenerek yazdığı "KURTULUŞ SAVAŞI DESTANI" isimli şaheseri okumalı bence.

"Kurtuluş Savaşı Destanı"ndan

KUVAY-I MİLLİYE

"....
dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu.
ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
paşalar onun arkasındaydılar.
o, saati sordu.
paşalar: “üç” dediler.
sarışın bir kurda benziyordu.
ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
kocatepe'den afyon ovası'na atlayacaktı.
 Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
  bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
  bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
  bu dâvet bizim....

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
  bu hasret bizim...


..."

MÜFETTİŞLİK MESLEĞİ / Şahabettin KÜÇÜKYAZICI

yandex.com
MÜFETTİŞ VE MÜFETTİŞLİK MESLEĞİ ŞAHABETTİN KÜÇÜKYAZICI Müfettişlik mesleği bir kariyer mesleği olup, her kurum müfettiş yardımcısı olarak göreve başlayanları, yardımcılık süresince kendi bünyesinde hizmet-içi eğitim programlarından geçirir. Müfettişlik mesleği esas olarak deneyimli müfettişlerin refakatinde çalışılarak öğrenilir. Müfettiş olmak isteyenlerin; Sosyal bilimlere ilgili ve bu alanda başarılı, Sözel ve sayısal yeteneği yüksek, Derinliğine araştırma ve inceleme yapabilen, Analitik düşünebilen, Her türlü iklim ve koşullarda görev yapabilecek ve seyahat edebilecek beden ve ruh sağlığına sahip, Objektif, kararlı, dürüst ve cesur, Temsil yeteneğine sahip, Gizlilik prensibine bağlı ve sır saklayabilen kişiler olmaları gerekmektedir. Teftiş sırasında tespit ettiği her türlü yolsuzluklar veya soruşturma açılması gereken konularda kendiliğinden soruşturma başlatır, İlgililer hakkında yetkili makamın onayı üzerine soruşturmaya başlar, iş ilişkisinde bulunan diğer resmi ve özel iş yerleriyle ilgili evrak, dosya ve belgelerin doğruluğunu inceler. MÜFETTİŞ EMEKLİ OLDUKTAN SONRA DA UNVANINI TAŞIR, KORUR VE ONA GÖRE YAŞAR.