9 Ocak 2020 Perşembe

Gazeteciler Günü kutlu olsun

www.google.com
www.yandex.com.tr



GAZETECİLER GÜNÜ

Şahabettin KÜÇÜKYAZICI
Gazetecilere bazı haklar sağlayan,212 Sayılı Kanun”un Resmi Gazete’de yayınlandığı 10 Ocak 1961 tarihi “Çalışan Gazeteciler Günü”olarak kabul edilmiştir. 
Yurttaşlar için, “Haber Alma”  çok önelidir. Demokrasinin en önemli ilkelerinden biridir.
Gazeteci de  yurttaşların haber alma hakkı için mücadele eden, çoğu zaman zor şartlarda bilgiye ulaşan ve ulaştığı bilgiyi dürüst, adil, yansız biçimde kamuoyuyla paylaşan kişidir.
Gazetecilik,  kutsal sayılan bir görevdir.
Gazetecinin önde gelen görevi,  farklı görüşlere sahip kişilerin seslerini, tarafsız olarak duyurmak, yurttaşların doğru haber almasına yardımcı olmaktır.
Tüm dünyada gazetecilik saygın, etkili bir meslek olarak kabul edilir.
Gazeteci, yurttaşı bilgilendirme yanında, toplumu yönlendirme ve kamu oyu oluşturma gibi işlevleri vardır.
Bu itibarla gazeteci, habercilik görevini yerine getirirken daşıdığıı sorumluluğun bilincinde olmalıdır.
Gazetecilik,  özveri gerektiren, aynı zamanda güç bir meslektir. Bu itibarla, gazetecinin Yasalarla kendilerine tanınan haklarına herkesin saygı duyması gerekir.
Tüm gazeteci arkadaşlarımızın gününü kutlar, başarılar dileriz.

www.google.com

Şahabettin Küçükyazıcı/İŞİN ASLI

www.google.com
www.yandex.com.tr

Şahabettin KÜÇÜKYAZICI


İRAN OLAYI ÜZERİNE

Kimine göre, ABD, 3 Ocak’ta İran’ın önemli adamı Kasım Süleymani’yi durup dururken öldürdü. Suikast, Ordadoğu ve Avrupa’de şaşkınlık yarattı. Süleymani’nin öldürülmesinin yeni bir hesaplaşmayı başlatacağını birçok kişi düşündü. Oysa gelişmeler bu yönde olmadığını düşünmekteyiz.
Öncelikle bilinmesi gereken, halen İran’da çok büyük bir ekonomik kriz olduğudur. İran da ekonomik sıkıntılardan dolayı çok ciddi protesto ve ayaklanmalar vardı ve mevcut iktidar ciddi bir otorite ve beka  sorunu ile yüzleşmek üzereydi.
İkinci olarak Trump, Ülkesinde azil sürecini henüz atlatmış değil. Azil süreci ile başlayan ve ters gitmeye aday çok ciddi sıkıntıların olduğu bir seçim kampanyasına girmek üzereydi.
Üçüncü nokta ise, ABD Irak politikasında bir netlik sağlamış değil.
Nitekim, suikasttan beş gün sonra Trump, “ABD silahlı kuvvetlerinin, açık ara dünyanın en güçlü ve donanımlı orduları ve   her şeye hazır olduğunu,  İran’ın geri adım attığını, bunun taraflar ve dünya içindünya için de çok iyi bir şey olduğunu” Söyledi. Ve ekledi, “İran davranışını değiştirene kadar Tahran’a yeni yaptırımlar getirilecek”.
Türkiye’nin Durumu:
Türkiye, son yıllarda pek çok dengeyi ABD aleyhine değiştirmiştir. Türkiye’nin NATO ve  Batı Asya siyasetinin değişmesiyle bölgede Avrasya güçleri etkinleşti. Batı Asya’nın parçalanmakta olan ülkeleri, birleşmeye başladı. Bu birleşme, ABD emperyalizmine karşı oldu. Batı Asya ülkelerindeki halklar, tarihlerinin en yüksek ABD karşıtlığı düzeyine erişti.
Türkiye, Suriye’nin kuzeyine yaptığı Zeytin Dalı, Fırat Kalkanı, Barış Pınarı harekâtlarıyla ABD’nin kurmakta olduğu Kürt Koridorunu engelledi. Hendek savaşlarıyla TSK, ABD’nin kara gücü PKK’nın omurgasını kırdı. Kuzey Irak’ta oldu bittiyle işgal edilen  Kerkük, Türkiye ve Irak’ın birlikteliğiyle kurtarıldı. Bu konuda, ABD tarafında 3 Ocak günü öldürülen Süleymani’nin katkısı olduğu bilinmektedir.  Böylece ABD’nin Batı Asya ile ilgili bölücü, yıkıcı planları parçalandı.
Diğer tarafdan Türkiye, Doğu Akdeniz’de Libya le anlaşarak, ABD önderliğindeki cephenin planlarını bozdu. Türkiye’nin bu atağından sonra İtalya, Doğu Akdeniz’deki ABD önderliğindeki andlaşmadan çekildi. Böylece Doğu Akdeniz’deki ABD planları da en azından şimdilik boşa çıktı.
Sonuç olarak bu gün varılan noktada, Batı Asya’nın güvenlik, birlik kilidi Türkiye’dir. Türkiye’yi zayıflatıp parçalamadan Batı Asya’nın kilidi açılamaz.
Bu açıdan baktığımızda, Türkiye, saf dışı edilmeden ABD’nin Batı Asya’daki hedeflerini gerçekleştirmesi olanaksız görünmektedir. Süleymani’nin öldürülmesini Türkiye için bir uyarı olarak da değerlendirmek mümkündür.
Suikast Sonrası
Süyeymani suikasti sonrasında, İran misillemesi, kalabalık gösteriler de senaryonun bir parçası olarak görülmektedir.
Irak da yeşil bölgle olarak belirtilen ve ultra güvenlikli olan bölgede binlerce kişi ellerini kollarını sallayarak giriyor. Esasen çoktan boşaltılmış olan ABD elçiliğinin önüne kadar piknik yapar gibi gelip saatlerce bağırıp çağırıp yalandan bir iki lastik yakıp, elçiliğin zırhlı dış bahçe kapılarına taş ve tuğlayla saldırıp (!) çekiliyorlar.
Tüm bu eylemleri an ve an tüm dünya kanallarından tam da kapının önünden dumanın en yüksek çıktığı açıdan çekilerek yayınlanıyor. Bu olaydan sonra, İran’ın güçlü adamı General Süleymani, kendisinden beklenmeyen bir ihtiyatsızlıkla,  kalabalık bir konvoyla Bağdat Hava Alanına doğru yola çıkıyor. Ve dronlar tarafından konvoyu havaya uçuruluyor.
Sonuç:
Başa dönecek olursak, bugün itibariyle;
İran’da bir süre de olsa, ekonomik kriz ve sair sebeplerle gösteri, protesto yapılamaz. Rejim aleyhtarları sessizce susturulur.
Basına ve kamu oyuna, Trump’un bizzat emir verdiği söylenerek, hem azil sürecinde hem de, yaklaşan seçimlerde  güç kazanmış olacaktır.
Yaratılan savaş atmosferi nedeniyle, petrol fiyatlarında dalgalanma, bunu önceden ilen aktörlere büyük çıkarlar sağlar.
Bu arada, Rusya da petrol fiyatları yükselmesi ile durumdan büyük kazanç sağlar. Göç dalgası gündemden düşer.
Türkiye, bu çatışmada tarafsız kalamaz. Astana sürecinde güçlenecektir.
Bununla birlikte,
ABD’nin bölgede zayıfladığı, boş da olsa üslerinin ve elçiliğini  koruyamadığı algısı yayılacaktır.
Beş günlük gelişmelere güre,  Süleymani ve cenazede ölenler ile düşen Ukrayna uçağındakilerin  olayın kaybedenleri olduğunu söyleyebiliriz.

4 Ocak 2020 Cumartesi

Sözleşmeli ekim



www.google.com
www.yandex.com.tr




 TARIMDA SÖZLEŞMELİ EKİM
Şahabettin KÜÇÜKYAZICI
Tekirdağ Büyükşehir Belediyesinin kuruluşu sırasında, Başkanla birlikte bir avuç fedakar arkadaş önemli görevler üstlendik.
Çoğunda başarı sağlanmakla birlikte, bazı projelerimiz tasarım halinde kaldı. Bunlardan birisi de park ve bahçelerimizin ihtiyacı olan çiçek ihtiyacının bölgemizden karşılanması, her yıl fide alımı için ödenen 2-3 milyon liranın Tekirdağ’da kalmasını sağlamaktı.
Çumhuriyet döneminde Tekel tarafından tütün, anason ve üzüm için kullanılan, sonraları şeker pancarı, ay çiçeği gibi tarımsal ürünlerde de uygulanan bu sistem, halen İstanbul Büyükşehir belediyesi tarafından da uygulanmaktadır.
Bu sistemde, üreticilerle sözleşme imzalanarak, ürün alım garantisi verilmekte, hatta bazen avans dahi ödenmektedir.
Proje,bahar ve kış aylarında seralarında veya bahçelerinde, Büyükşehir Belediyemizin çiçek fidesi ihtiyacı için ekim yapmak isteyen ürüticilerle sözleşme yapılmasından ibarettir.
Sözleşmeli tarım modeli uygulandığı alanlarda çok etkili olmuş, üretimde kalite ve verim artışı sağlanmıştır. Özellikle 1990 yılından sonra, sözleşmeli tarım, tütün, domates, zeytin, üzüm, narenciye gibi pek çok ürünü kapsar hale gelmiştir. Tarım Bakanlığı, çilek, muz gibi farklı ürünlerin de bu kapsama alınması için çalışmalar yapmaktadır.
Geçtiğimiz üç yıl içinde, Tarımsal Daire Başkanlığı tarafından karpuz ve birkaç ürün için seralarında fide yetiştirerek üreticilere ücretsiz dağıtmak şeklinde ir uygulama başlatmış olsa da, park ve bahçeler ihtiyacının yine bölge dışından satın alma yoluyla karşılanmasına devam olunmuştur.
Önümüzdeki dönemde park ve bahçeler ihtiyacının sözleşmeli tarım yöntemiyle karşılanması suretiyle, bölge halkına 2-3 milyon lira kaynak aktarımı sağlanması mümkün olabileceği gibi, çiçek fideleri bölge iklimine daha çabuk uyum sağlayacağından park ve bahçelerimiz daha canlı ve daha güzel olacaktır.
Bu yöntem, son yıllarda pek çok özel sektör kuruluşu tarafından da uygulanmakta, olumlu sonuçlar alınmaktadır.
Sözleşmeli Tarımda Süreç Nasıl İşliyor:
Tarımın yeni trendi haline gelen sözleşmeli tarımda süreç şöyle işliyor: İlgili bölgedeki toprak ve iklim yapısının üretilecek ürün açısından talep sahibine uyması halinde, üretici ile karşılıklı olarak anlaşma sağlamak için görüşmelere başlanıyor. Her iki taraf hammaddenin fiyat ve ödeme koşullarını, alıcının yetkilerini, ürünün toplanmasını, yüklenmesini ve belediye depolarına  taşınmasını, kabul şartlarını, kalite kriterlerini, değerlendirme ve sınıflandırılmalarını, ayni ve nakdi yardımları, sözleşmenin süresini ve feshini hukuksal süreçler çerçevesinde belirlenerek işlemeye başlayacaktır.
Hayvancılıkta da uygulanabilir mi?
Sözleşmeli üretim sisteminin hayvancılıkta da uygulanmakta olduğunu görmekteyiz. Bazı büyük marketlerin sütte başlattıkları uygulama, üretim miktarında artış sağlamış bulunmaktadır.
Sözleşmeli çiftlik modelinde, bazı girişimciler kuruluş aşamasından başlayarak hayvancıların desteklendiği uygulamalar bulunmaktadır
Diğer taraftan, bu sistem o kadar çok kabul görmüş durumdadır ki, uygulandığı bölgelerde bankaların üreticilere kredi temin etmekte olduğu bilinmektedir.
Halen, lale fidesi yetiştirilmesi konusunda İBB bazı özel şirketler tarafından pek çok üründe  yaygın olarak kullanılmakta olan sistemin, TBB tarafından da ihtiyaç duyulan fidelerde uygulanması halinde, Tekirdağ modelinin başarılı örneklerinden birisi olacağına mutlak gözü ile bakmaktayız.

tekirdağ/anılar

Şahabettin KÜÇÜKYAZICI
Anılar:
Kemal Kılıçdaroğlu ile Tekirdağ Büyükşehir'de




tekirdağ/anılar

Anılar/ Şahabettin KÜÇÜKYAZCICI

www.google.com
Anılar.
Bakırköy Lise sınıfı

Görüntünün olası içeriği: 11 kişi, Ersan Saltik, TC Erdal Pekel, TC Saadet Doğaç ve Erdener Oskay dahil, gülümseyen insanlar, oturan insanlar ve iç mekan

3 Ocak 2020 Cuma

Şahabettin Küçükyazıcı/ÇİFTÇİ ZOR DURUMDA

www.google.com
www.yandex.com.tr


ÇİFTÇİ ZOR DURUMDA

Tarım ve Orman Bakanı Pakdemirli'nin, mülkiyeti Hazine adına kayıtlı tarım arazilerinin tarıma kazandırılmsı ve en uygun şekilde değerlendirilebilmesi amacıyla toprak dağıtımı ile ilgili porje geliştirdikilerini açıkladı. 
Hedeflerinin, topraksız veya az topraklı çiftçilerin, yeterli gelire sahip aile işletmeleri kurabilecekleri şekilde hazine arazileriyle topraklandırılması olduğunu belirten Pakdemirli, bu uygulamayla toprağın verimli şekilde işletilmesini, tarım arazisinin parçalanmasının önlenmesini, üretimin artırılmasını, istihdam imkanlarının geliştirilmesini ve çiftçilerin desteklenmesini amaçladıklarını ifade etti.
Bakanın bu açıklamasına rağman, halen büyük bir sıkıntı içinde olduğu resmi verilerden anlaşılan çiftçilerimizin 2019'a güç koşullarda gireceği anlaşılmaktadır.
Tarımdaki ithalat politikası sektörü bitirme noktasına getirmiş, borç batağına saplanan çiftçinin üretim için yaptığı yatırımlar da durma noktasına gelmiştir. Tarım makine ve ekipman sektörü de bu durumdan olumsuz etkilendi. Son 10 yılda enflasyon yüzde 200 artarken çiftçinin bankaya olan kredi borçları yüzde 83.5 oranında artarak 98 milyar liraya ulaştı. Bu durum 2018 yılının ikinci çeyreğindeki büyüme rakamlarında ortaya çıktı. TÜİK, tarım sektörünün yüzde bir buçuk küçüldüğünü açıklamıştı. İşte sektördeki bu küçülme nedeniyle yüksek fiyat artışları, ithalat politikası, çiftçinin girdi alamaması ve üretimin düşmesi tarım makine ve ekipman sektöründe büyük daralmaya neden olduğu, gibi pek çok bölgede, çiftçiler HACİZ şoku yaşamaktadır.
Son 10 yılda enflasyon yüzde 200, çiftçi borçları yüzde 835 arttı. Yüzde 90’ı borçlu olan çiftçinin borcu ise 98 milyar liraya dayandı. Türkiye Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Özden Güngör de Türkiye’de çiftçi kayıt sistemine bağlı 2 buçuk milyon çiftçi olduğunu hatırlatarak, “Odamızca yaptığımız araştırmada bunların yüzde 90’ını borçlu aldıkları krediler için tarlasını evini ipotek ediyorlar. Bankalar, borçlarını ödemeyen çok sayıda çiftçinin tarlasına el koydu. Elinden aldı” ifadelerini kullandı. Ülkemizde Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından kayıt altına alınmış çeşitlere izin verilmektedir. Bu nedenle çiftçinin kendi geliştirdiği yerel çeşidini kayıt altına aldırmadığı da 10 bin lira. Para cezası verilmektedir. Köylülerin tohum konusunda evrensel hakları yok sayılmakta, bu durum tarımda olumsuzluklar yaşanacağına işaret etmektedir. 

2 Ocak 2020 Perşembe

SEÇİM VE DEMOKRASI

www.yandex.com.tr
www.google.com


SEÇİM VE DEMOKRASİ
Şahabettin KÜÇÜKYAZICI



Siyasal kararları alanlar, toplumların ve gelecek kuşakların kaderi üzerinde belirleyici rol oynamaktadırlar.

Hemen bütün siyasal sistemlerde, parlamentolar vazgeçilmez ve saygın bir kurum olarak kabul edilmektedir.

Anadolu halkı, meşrutiyetle birlikte  parlamento ile tanışmış, Büyük Atatürk'ün önderliğinde başarılan KURTULUŞ SAVAŞI

sonrasında da parlamento TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ  adıyla, Türk Siyasi sisteminin vazgeçilmez unsuru olmuştur.

Meşrutiyet dönemlerinde, "MUTLAK OTORİTE" olan PADİŞAH'ın gücüne sınır getirmeyi amaçlayan Meclisler, sürekli olarak

padişahların engellemelerine maruz kalmış, hatta kapatılmışlardır.

Cumhuriyet döneminde  de TBMM , 27 Mayıs ve 12 Eylül tarihlerinde kapatılmış,  toplumda yeterli tepkiyi görmeyen bu iki darbenin sosyolojik ve siyasal analizleri tam olarak yapılamamıştır.

Büyük Atatürk , her fırsatta Türkiye Büyük Millet Meclisinin  bağımsızlığını savunmuş, ulusun temsil edilebileceği tek organ olduğuna dikkat çekmiştir. Savaş yıllarında dahi TBMM kararlarına uymak konusunda azami çabayı göstermiştir.

Parlamentoların meşruiyetinin temelinde ise "SEÇİM VE TEMSİL SİSTEMİ" bulunmaktadır.

Elbette meşruiyetin temeli seçim ve temsilden ibaret değildir. Ancak, seçim ve temsilin önemi çok büyüktür.

Seçim yapılmış olmasının, ulusun temsil edilebilmesi için yeterli olmadığını düşünmekteyiz. Halkın seçilecekler konusunda belirleyici rol alması, toplumu temsil etmek isteyenlerin, aday olabilmesinin kolaylaştırılması gerekir.
Buna paralel olarak, milletvekilliği de çok önemli bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır. TBMM de üye olarak görev alan vekillerinin en önemli ödevi, temsil ettikleri seçmenlerin temsili konusunda duyarlı olmalarıdır.
Ancak,demokratik yaşamımız boyunca TBMM üyesi olarak görev almış kişilerin, toplumun kendilerinden beklediği, sorunlarının hızla çözülmesi beklentilerine cevap verebilmek konusunda başarılı olduklarını söylemek oldukça güçtür.
Bu durum sistemimizde, sık sık duraksamalara, darbelere, krizlere sebebiyet vermiştir.
Bir seçimle TBMM üyesi olan kişiler, bir sonraki seçim gününe kadar, temsil ettikleri kitleler adına, onları bağlayacak kararlar
 alabilecek şekilde yetkilerle donatılmış olmaktadırlar.
Bu nedenle, seçmenin tercihlerinde etkili olan siyasi görüşler kadar, kimlere  kendisini  temsil yetkisi verdiği konusu da büyük önem taşımaktadır.
Günümüzde, eskinin kral ve feodal beylerinin yerine çeşitli çıkar grupları türemiştir. Bunlar toplum tercihlerini etkileyecek, kendi gruplarının haklarını koruyacak üyelerin seçilmesi yolunda çaba harcamaktadırlar.
Gelişen toplumlarda, seçimlerde halk tercihlerini siyasi partiler aracılığıyla şekillendirmekte ise de,isteyen adayların siyasi partilere girmeden bağımsız olarak seçilmeleri de mümkündür.
Ülkemizde ise siyasi partiler dışında aday olanların başarı şansı pek bulunmamaktadır. Son seçimlerde uygulanan ve önümüzdeki seçimlerde de izlenecek olan bağımsız adaylık formülünün de yine bir siyasi örgüt tarafından palanlanıp uygulandığını unutmamak gerekir.
Demokratik sistemimizin başlangıç dönemlerinde, siyasi parti listeleri üzerinde, seçmenlere tercih hakları tanındığı, sıralama konusunda parti listelerinde değişiklikler yapabilmelerine imkan tanındığı dönemlere de tanık olunmaktadır.
Bu çerçeveden baktığımızda ise, seçimlerde halkı temsil için görev alacakların belirlenmesinde izlenen yöntem büyük önem kazanmaktadır.
Demokratik yaşamımızın ilk yıllarında, siyasi partilerin aday listelerinin belirlenmesinde "ÖN SEÇİM" adı verilen bir usul izlenmesi olağan ve vazgeçilmez bir yöntem olarak kabul edilmiş bulunmasına rağmen, 12 Eylül darbecilerinin getirdiği yeni bir düzenleme ile adayların, partilerin yetkili ve güçlü liderleri tarafından belirlenmesi yöntemi benimsendi. Ve bu yöntem iktidar-muhalefet herkesin pek hoşuna gitti.
Demokrasi ile bağdaştırılması oldukça güç bu uygulamadan başka, ülkemizde genel kabul görmüş  demokratik kurallara uymayan başka unsurların da temsilcilerin belirlenmesinde etkin olduğu üzücü bir gerçektir.Siyaset dışı olması gereken etnik, dinsel, kişinin kutsalı olması gereken hususların da aday listelerinin belirlenmesinde etkili olduğu gözlenmektedir.
Bu şekilde belirlenen listelere girmeyi başaranlar ise, seçim sonrasında görevlerini yaparken seçmenlerin değil, kendisini seçtirenlerin isteklerini dikkate almak zorunda kalacaklardır.
Bunlarında  dışında daha vahim olan bir başka konu ise,siyaset yapmanın paralı ve pahalı bir iş haline getirilmiş bulunmasıdır.
Günümüzde toplumun, "siyaset yapmak için finansörler gerektiği" gibi bir düşünceye itildiği gözlenmektedir.
Halbuki,demokrasinin iyi işleyebilmesi için, milletvekilleri ve yerel meclis üyelerinin liderlerden ve hatta partilerinden bağımsız olarak, çalışabilmesi, alınacak kararları,  kendisini  oraya gönderen seçmenlerin hak ve yararlarına uygunluk açısından denetleyebilmesi gerekir diye düşünüyorum.
Aksi halde, yürütmenin denetimi yeterince gerçekleşemeyecektir.
Sivil Toplum Örgütlerinin de bu konuda hemen hemen hiç sesi çıkmamaktadır.
Her partiden yetkililer sistem eleştiri yapmakta, konuya katkıda bulunmaktadır.
Temennimiz önümüzdeki dönem için,  TBMM de akli selim sahibi kişilerin,  seçmen tercihlerine önem veren, halkın tercihlerini yönetimde yansıtan yeni bir seçim kanunu yapabilmesidir.
 
skucukyazici@yahoo.com