google.com
yandex.com
ATAMIZIN ARDINDAN
Şahabettin KÜÇÜKYAZICI
www.gazeteistanbul.net
İlkokul sıralarından başlayarak Atatürk'ün ölüm yıldönümünü
kutlama tören ve toplantılarına katılırım.
Uzun yıllar, siyah okul önlüklerimiz var diye yasımızı belli
etmek için başka renk giysilerimizin çıkarıp törenlere katıldık.
Sonraları On Kasımlar yas günü değil bir anma hatırlama günüdür
diyerek göz yaşları yerine Onunla gurur duyduk.
Aramızdan ayrılışını, “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Ancak
Türk Milleti ilelebet payidar kalacaktır” şeklindeki
öz deyişleri ile kabullenmeye çalıştık.
Bazı öğretmenlerimiz, konuşmacılar “Şayet erken ayrılmasaydı daha müreffeh bir ulus olacağımızı “anlattı.
Bütün kalbimle sizlere şunu iletmek istiyorum: İlk kez bu
yıl, Atamızın aramızdan ayrılmış olmasından dolayı büyük bir hüzne ve hatta yeise kapıldım. İlk kez Ondan sonra
eserlerine sahip çıkamadığımızın buruk acısıyla kıvranıyorum. Günlerdir
yazamıyorum. Okuyamıyorum. Ülkemin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal durum ve
çözüm yolları konusunda hiç kimse bir şeyler yapmıyor. Atamızın kurduğu Parti
Yönetiminde bulunanların siyasal – sosyal – ekonomik çözüm önerileri yok. Varsa
da Parti üyesi olmama rağmen bana ulaşamıyorlar. Genel Sekreter Selin Hanım
dışında parti adına politika üreten kadrolar yok. Uzun yıllar TBMM ve mahalli
yönetimlerde üyelik yapanları bölgesel ve ulusal konularda çözüm önerileri yeterli
değil.
Ve yarın Atamızı kaybettiğimizin 82. Yıl dönümü.
Türk Parasının kıymetinin nasıl korunacağını, tarım ve
endüstrisi büyük çıkmazda ekonomimizin nasıl canlanacağı konusunda genel kabul
görecek modellerimiz yok. Yarın İktidarı telim alsak, iş başına getireceğimiz
gölge kabinemiz yok.
Bu durumda sizlere gençlik yıllarımda bize yol göstermiş
ustalardan alıntılarla Atatürk’ümüzü anmakla yetineceğim .
Üzgünüm.
SİNAN MEYDAN'DAN;
"......Cephede, yurtiçi gezilerde vs. her
koşulda kitap okuyabilecek ortam oluşturuyor ve zaman yaratıyordu.Okuduğu kitap sayısının 10
binlerce olduğu kestirilmektedir. (Sinan Meydan, Akl-ı Kemal- Atatürk’ün Akıllı
Projeleri, Cilt.1, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2012.
Ölene kadar okumayı sürdürdü. Öyle ki hasta
yatağında yatarken Le Monde gazetesinde Maya tarihi ile ilgili
yeni bir kitap yazıldığını okuyunca hemen alınmasını istedi. Ne yazık ki bu
kitabı okumaya ömrü yetmedi. Askerlik, tarih, hukuk, iktisat, coğrafya,
sosyoloji, felsefe, antropoloji, mantık, matematik vs her konuda, konuların
uzmanları kadar kitap okuduğu görülmektedir (Bilal Şimşir, Atatürk’ün Kitap
Sevgisi, Atatürk Dönemi- İncelemeler, Atatürk Araştırma Merkezi yayını, Ankara,
2006, s. 251-262).. Çanakkale muharebelerinin en kızgın döneminde Madam
Corinne’e yazdığı mektupta, “savaşın sıkıntılarından kendisini bir an
olsun uzaklaştıracak romanlar göndermesini” isteyecek kadar edebiyatı da
sevdiği bilinmektedir.
Tarihe çok önem veren
Atatürk’ün saptanabilen 879 tarih kitabı okumuş olduğu
belirlenmiştir. Yalnız siyasal ve savaşlar tarihini değil, sanat,
dinler, uygarlık ve bilim tarihi ile ilgili kitapları ve
başta Kur’an olmak üzere kutsal kitapları da
okumuştur.
Yeryüzünde neredeyse hiçbir
asker, hiçbir devlet adamı ve hiçbir devrimci, bu derece derin ve geniş
bir entelektüel birikime sahip değildir.
Yapılan incelemeler
kitapları eleştirel akılcı bakış açısıyla okuduğunu göstermektedir.
(Recep Cengiz, Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar, 24 cilt, Anıtkabir Derneği
yayını, Ankara, 2001). Bu şekilde okumak, aklı geliştirir. Böylece Atatürk,
bilgi ve birikimini arttırdığı gibi dehasını daha da geliştirmiş ve sonuçta,
Clinton’ın deyişiyle “yüzyılın” değil, “milenyumun” yani “Bin
Yılın Dahisi” olmuştur."
ATATÜRK YAŞIYOR
Şahabettin
KÜÇÜKYAZICI
Bütün
dünyanın kabul ettiği, büyük kahraman, devlet adamı Atatürk’ü aramızdan
ayrılışının 81. Yılı nedeniyle, saygı ve rahmetle anıyorum.
Bugün
tüm yurtta anma törenleri düzenlenecek, O’nun askeri ve siyasi zaferleri
anlatılacaktır. Kendisi bizzat sağlığında, “Benim naçiz vücudum elbet bir gün
toprak olacaktır” diyerek zamanı gelince ebediyete intikal edeceğini
anlatmıştır.
Türk
Ulusunun, BAĞIMSIZLIK, MİLLİ EGEMENLİK, ÇAĞDAŞ UYGARLIK ülküsü devam ettiği
sürece, Atatürk yaşıyor demektir. Bağımsızlık ve özgürlük bizim karakterimiz
olduğuna göre, içimizdeki ATATÜRK ateşi hiç sönmeyecek, Atatürk aramızda
yaşamayı sürdürecek demektir. Türk Milleti O’nun işaret ettiği hedeflere
sonsuza kadar yürüyecektir.
Bütün
dünya devletlerinin, Osmanlı İmparatorluğu’nun tükendiğini hükmettiği, bütün
planların Anadolu toprakları ve ulusal kaynaklarımızı paylaşmak üzerine
yaptıkları bir dönemde, Arkadaşlarına, “GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER” diyebilecek
bir dehaya sahip kişidir O.
Atatürk;
işgal altındaki Türkiye’de bağımsız Cumhuriyeti düşünebilen ve amaçlayan ve
gerçekleştiren kişidir.”
Ümmet
yerine Vatandaşlık kavramını kabul etmek, Saray dili Osmanlıca yerine halkın
dili Türkçeyi özümsemek, padişahçılığa karşı cumhuriyeti, şeriatçılığa karşı
laikliği savunmak, halkçı-devletçi bir ekonomi modeli kurmak devrimciliktir.
Atatürk,
“HALKÇI VE DEVRİMCİDİR”.
Atatürk’ü
sıradan bir insan gibi göstermeye çalışmak O’na karşı yapılabilecek en büyük
haksızlıktır.
Türk
Ulusunun, BAĞIMSIZLIK, MİLLİ EGEMENLİK, ÇAĞDAŞ UYGARLIK ülküsü devam ettiği
sürece ATATÜRK aramızda yaşıyor demektir.
Gerçek
Atatürkçüler, Mustafa Kemal’i ATATÜRK yapan yaşam öyküsünü, O’nun fikrini,
devrimlerini, Cumhuriyeti özümseyerek öğrenebilenlerdir.
Gerçek
Atatürkçüler, bununla da yetinmeyerek, devrimleri geliştirmeye, daha ileriye
taşımaya çaba gösterecektir.
Türkiye
Cumhuriyeti, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olarak sonsuza kadar,
hür ve bağımsız olarak yaşayacaktır.
ATATÜRK'Ü ANLAMAK
Süleyman Çelik
Atatürk Nutuk’ta
der ki, “Milli Mücadeleye birlikte başladığımız yolculardan bazıları, ulusal
yaşamın bugünkü Cumhuriyete ve Cumhuriyet yasalarına kadar uzayan gelişmeleri,
kendi düşünme, kavrama ve hayal etme sınırlarını aştıkça bana direnmeye ve
karşı çıkmaya başlamışlardır” (M. K. Atatürk, Nutuk, c.1,s.16).
Atatürk
burada, Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Adnan- Halide
Adıvar gibi sivil ve asker yol arkadaşlarından söz etmektedir.
Gerçekte
zaferden sonra Atatürk’ün yaptıkları (devrimler), yalnız yolları
ayrılan arkadaşlarının değil, yanında kalıp birlikte yola devam eden İsmet
İnönü, Fevzi Çakmak, Celal Bayar gibi arkadaşlarının da “düşünme,
kavrama ve hayal etme” sınırlarını aşmaktaydı. Fakat bunlar Atatürk’ün o
güne dek başardığı olağanüstü işlerin yakın tanığı olmaları nedeniyle, ona
inandıkları/ “o ne yaparsa doğru yapar” diye düşündükleri için
ayrılmadılar, onunla birlikte yola devam ettiler.
Atatürk’ün
diğerlerinden farkı ne idi?..
Atatürk,
öncelikle düşmanlarının bile kabul ettiği gibi müstesna bir dâhi idi
(Aydın Sayılı, Atatürk Bilim ve Üniversite, Belleten, vol.45, Ankara 1981,
s.27-42).
Ayrıca, kendi deyişi ile
“çocukluğundan beri eline geçen iki kuruştan biri ile kitap alarak” çok
okuyan bir insandı.
Atatürk’ün
okumaya ilgisi o kadar fazladır ki daha lise öğrencisi iken mevcut Türkçe
kitaplar ona yeterli gelmedi. Bunun üzerine okumak
için yabancı dil öğrenmeye karar verdi. Bu amaçla Manastır’da,
gönüllü Katolik rahiplerin işlettiği yerel bir misyoner okulundaFransızca dersleri
aldı. Yaz tatillerinde gittiği Selanik’te de Fransız Hıristiyan frerlerin
açtığı dil kursuna devam etti ve kısa sürede Fransızca kitapları okuyabilecek
derecede yabancı dilini geliştirdi. Harp Okulu ve Akademisi’ndeAlmanca öğrenimi
gördü ve bu dili de kitap çevirisi yapabilecek derecede ilerletti.
Cephede,
yurtiçi gezilerde vs. her koşulda kitap okuyabilecek ortam oluşturuyor ve zaman
yaratıyordu.Okuduğu kitap sayısının 10 binlerce olduğukestirilmektedir.
(Sinan Meydan, Akl-ı Kemal- Atatürk’ün Akıllı Projeleri, Cilt.1, İnkılap
Kitabevi, İstanbul, 2012.
Ölene
kadar okumayı
sürdürdü. Öyle ki hasta yatağında yatarken Le Monde gazetesinde Maya
tarihi ile ilgili yeni bir kitap yazıldığını okuyunca hemen alınmasını
istedi. Ne yazık ki bu kitabı okumaya ömrü yetmedi. Askerlik, tarih,
hukuk, iktisat, coğrafya, sosyoloji, felsefe, antropoloji, mantık, matematik vs
her konuda, konuların uzmanları kadar kitap okuduğu görülmektedir (Bilal
Şimşir, Atatürk’ün Kitap Sevgisi, Atatürk Dönemi- İncelemeler, Atatürk
Araştırma Merkezi yayını, Ankara, 2006, s. 251-262).. Çanakkale
muharebelerinin en kızgın döneminde Madam Corinne’e yazdığı
mektupta, “savaşın sıkıntılarından kendisini bir an olsun uzaklaştıracak
romanlar göndermesini” isteyecek kadar edebiyatı da sevdiği bilinmektedir.
Tarihe
çok önem veren Atatürk’ün saptanabilen 879 tarih kitabı okumuş
olduğu belirlenmiştir. Yalnız siyasal ve savaşlar tarihini değil, sanat,
dinler, uygarlık ve bilim tarihi ile ilgili kitapları ve
başta Kur’an olmak üzere kutsal kitapları da
okumuştur.
Yeryüzünde
neredeyse hiçbir asker, hiçbir devlet adamı ve hiçbir devrimci, bu derece derin
ve geniş bir entelektüel birikime sahip değildir.
Yapılan
incelemeler kitapları eleştirel akılcı bakış açısıyla okuduğunu
göstermektedir. (Recep Cengiz, Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar, 24 cilt,
Anıtkabir Derneği yayını, Ankara, 2001). Bu şekilde okumak, aklı
geliştirir. Böylece Atatürk, bilgi ve birikimini arttırdığı gibi dehasını daha
da geliştirmiş ve sonuçta, Clinton’ın deyişiyle “yüzyılın” değil, “milenyumun”
yani “Bin Yılın Dahisi” olmuştur.
1930’lu
yıllarda üniversitelerde bilim tarihi kürsüsü yoktur. Ancak o sıralarda Harward Üniversitesi’nden Prof. George Sarton,
“Bilim Tarihine Giriş” adlı bir kitap yazmıştır. Atatürk bu kitabı hemen
getirtip okumuş ve seçtiği bir öğrenciyi Harward Üniversitesi’ne
göndererek Prof. Sorton’un yanında doktora yapmasını sağlamıştır.
Dünyanın ilk bilim tarihi doktoru unvanını kazanan bu öğrenci,
daha sonra Ord. Prof. olacak Aydın Sayılı’dır.
Dünyada üniversite
özerkliğinin yeni yeni konuşulduğu o yıllarda Atatürk, Osmanlı’dan kalan
tek yükseköğretim kurumu olan Darülfünun’a idari ve mali özerklik
vermiştir.
Bunlar
Atatürk’ün entelektüel kişiliğinin, zamanının çok ilerisinde olduğunun
göstergesidir.
Uygarlıklar
insanlığın ortak kültür mirasıdır. İlk uygarlıklar, Tarım Devrimi’nden
sonra Çin, Hint, Sümer ve Mısır’da
oluşmuş; Babil, Asur vd. uygarlıklarından sonraAnadolu,
uygarlıkların beşiği olmuş; bu topraklarda Urartu, Hitit,… İyon vbg
40’ın üzerinde uygarlık doğmuştur. Roma İmparatorluğu bu
uygarlıkların üzerinde büyümüş ve Avrupa’yı uygarlık ile tanıştırmıştır. Onun
çökmesi ile Ortaçağ bağnazlığının söndürmek istediği uygarlık ateşini, İslam
dünyası sahiplenmiş ve İslam Uygarlığı doğmuştur. İnsanlığın son uygarlığı
olan Avrupa veya Batı uygarlığı, tüm bu
uygarlıkların birikimi üzerinden, Rönesans, Reform, bilimsel ve
Aydınlanma Devrimi aşamalarından geçerek, uzun bir evrim sürecinin
ardından oluşmuştur.
Uygarlık
ve bilim tarihini çok iyi bilen Atatürk, mirasçısı olduğu Anadolu
uygarlıklarına ait eski eserlerin yok olmaması için, daha Sakarya
Muharebeleri sürerken, bunların toplanıp koruma altına alınmasını
buyurmuş ve Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin çekirdeğini
oluşturmuş; Cumhuriyet’ten sonra kurduğu Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi’nde Sinoloji,
Sümeroloji, Hititoloji vbg kürsüleri açtırmış, arkeoloji öğrenimi için
yurt dışına öğrenciler göndermiş, kazılar başlatmıştır.
Kendisini
Avrupa uygarlığının mirasçısı olarak gören Atatürk, elbette “Aydınlanmacı”dır;
ancak Sanayi Devriminden sonra ortaya çıkan kapitalist ve
emparyalizmin , “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” ilkeleri üzerinde
yükselmiş aydınlanma değerlerini yok ettiğini ve Avrupa uygarlığının
temellerini yıktığını anlamıştır.
Sömürü
ve savaşın olmadığı, “yurtta ve dünyada barış”ın egemen olacağı yeni bir
uygarlık yaratılması gerektiğini düşünmüş olan Atatürk, Sayın
Prof. Dr. Özer Özenkaya ’nın deyişiyle “uygarlık tasarımı sahibi
bir devrimci”dir. “Çağdaş uygarlığın üzerine çıkmak” derken,
bundan söz eden Atatürk, bir kuramcı değil eylemci olduğu için, ülkemiz
çevresinde kurulmasına öncülük ettiği paktlarla, bu düşüncesini yaşama
geçirmeyi çalışmıştır
Sonuç
olarak, O çağdaşlarının gerçekleştirilmesini hayal bile edemedikleri büyük
devrimler yapmış, adeta mucizeler yaratmış, zamanının çok ilerisindebibr
dev adamdır. Başta dediğimiz gibi, O’nun yanında çok cüce kalan, birlikte
yola çıktığı yakın arkadaşlarından bazıları ile yolları ayrılmış, ona inanıp
yola devam edenler de öldükten sonra, O’nun yolundan ayrılmış ve karşı devrimin
kapılarını açmışlardır.
“Bin
Yılın Dahisi”, 100 yıl sonra hala bir dev ve O’nun yanında bizler hala birer
cüceyiz. Hala O’nun yaptıklarını anlayamadık. Aydınlanmadan ve
kapitalizmin yarattığı yozlaşmadan habersiz, (sözde) modernler olarak Batı
taklitçiliğini Atatürkçülük sanıyoruz.
Yüz yıl
geçti, hala O’nu tanıyamadık.. Körlerin fil tarifi gibi kendimize göre bir
tanım yapıyor ve esası anlayamadığımız için sözcükler ve şekiller üzerinden
büyük kavgalar yaşıyoruz: “
Kendilerini
ilerici aydın sananlar böyle işlerle uğraşırsa; hala Ortaçağ karanlığında
yaşayan, uygarlıktan nasibini almamış, İslam Uygarlığından bile habersiz,
Atatürk’ün savaş zamanında toplanıp koruma altına alınmasını istediği eski
eserlere, 100 yıl sonra “kırık çanak çömlek” gözüyle bakan gericilerin, O’nun
yaptıklarına “gavurluk” demeleri ve ışığından rahatsız oldukları için ülkeyi
karartarak O’ndan kurtulacaklarını sanmaları doğaldır.
Birinci
Meclis’te “uygarlık nedir?” diye soran bir mollaya, Atatürk’ün “uygarlık
adam olmaktır Hocaefendi, adam!”demesi gibi, adam olmak gerek. Adam olmak
için de Atatürk gibi çok okumak, ama Atatürk gibi okumak, Atatürk gibi
düşünmek, adam gibi tartışmak gerek. Yoksa gideceğimiz yer belli; önümüzde
örnekler var, Afganistan gibi, Pakistan gibi,
ATATÜRK DÖNEMİNDE EKONOMİ
MUAZZEZ İLMİYE ÇIĞ
1924’te Lozan antlaşması ile
kapitülasyonlar, yabancılara verilmiş bütün hak ve imtiyazlar Atatürk döneminde
kaldırılmıştır. Atatürk döneminde, devletin kendi gelirleri ve maliyesi,
ülkenin ticari ve sanayi etkinlikleri üzerinde kayıtsız ve koşulsuz
egemenliğini sağlamış, bağımsız ve milli bir ekonomi benimsenmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş
aşamasında 15 yıl gibi kısa bir sürede kurduğu çok sayıda fabrika, kurum ve
kuruluşlarla ülkemizin hızla büyümesini ve sağlam temeller üzerine oturmasını
sağlamıştır. Nitekim tarımda, sanayide, ekonomide, sağlıkta, eğitimde, ulaşımda
ve savunma sanayinde muasır ülkelerin gerisinde kalmış olan, neredeyse %96’sı
okuma yazma bilmeyen ve işgal altında kalan Osmanlı Devletinin Birinci Dünya
Savaşı sonrası enkazından Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasını ve 15 yıl gibi
kısa bir sürede birçok alanda yaptığı yeniliklerle ülkemizin büyük bir atılım
yapmasını sağlamıştır.
“Tam bağımsızlık denildiği
zaman, elbette siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, kültürel ve benzeri her
hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi
birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek manasında bütün
bağımsızlığından mahrumiyet demektir” diyen Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyetinin
liderliğini yaptığı dönemde kurulan kurum, kuruluş ve fabrikalarla dışa bağımlı
bir politikadan uzak durmuş ve ülkenin kendi ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde
gelişmesini planlamıştır. Hatta bu dönemde yabancılardan satın alınan
işletmeler de devlet eliyle güçlendirilmiştir.