8 Kasım 2022 Salı

SÜT VE ET ÜRETİMİ Şahabettin KÜÇÜKYAZICI www.gazetetekirdag.com Çeşitli yayın organlarında, hayvancılıkla uğraşanların artan yem fiyatları nedeniyle, süt veren ineklerini kasaplara vermekte olduğu haberleri yer almaktadır. Buna bağlı olarak, süt verimi azalmakta, süt fiyatlarında artış yaşanmaktadır. Çiftçiler, saman fiyatlarının 1700 liraya ulaştığını, yem fiyatlarının sürekli artmakta olduğunu, öte yandan akaryakıt fiyatlarındaki artışların yem fiyatlarındaki artışı tetiklediğini söylemektedir. Aynı zamanda çiftçilik de yapmakta olan üreticiler, mısır ve benzeri karışımlarla kendi yemlerini üretmeye çalıştıklarını, hayvan yeminde kullanılması gereken yoncayı bulamadıklarını, yaklaşan kış ayları nedeniyle, saman fiyatlarında atış olacağı, artan arpa fiyatları nedeniyle yem karışımında arpa da kullanamadıklarını ifade etmektedirler. Marketlerde 20 liradan satılmakta olan sütün, aracılar tarafından üreticiden 7 lira karşılığında toplanmakta olduğu, süt üreticilerinin maliyetlerini karşılayamadığı, çiftçi olmayan besicilerin daha zor durumda oldukları söylenmektedir. Hayvancılık konusunda etkin önlemler alınmaması halinde, süt ve et ürünlerinin sağlanması konusunda sorunlar yaşanabileceği ifade edilmektedir. Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi örneğinde olduğu gibi, diğer Belediyelerin de hayvan yemi üretimi konusunda girişimlerde bulunmasının faydalı olabileceği düşünülmektedir. Halen üretim faaliyetini sürdürmekte olan Tekirdağ Büyükşehir Yem Fabrikasının, üretimini artırması ve süt üreticilerine uygun fiyatla yem verebilmesi konusunda çalımalar yapılması bölgesel bir çözüm olarak görülmektedir. Ancak, gerçek ve köklü çözüm Devlet desteği ile sağlanabilecektir. Tarım Kredi veya bir başka kamu kuruluşu eliyle et ve süt üreticilerinin desteklenmesi sorunu çözebilecektir. BİR ÖNERİ Et, süt, yumurta üretimi zor olduğu kadar kolaydır aynı zamanda. Çocukluğumda, babam öğretmen olmasına rağmen, evimiz bahçesindeki ahırda ineğimiz, kümeste tavuklarımız vardı. İhtiyacımız olan süt, yoğurt, yumurta aile ekonomi tarafından üretilirdi. Keza, yakın tarlamızda ve bahçemizde hemen bütün mevsim sebzeleri yetiştirilir, ailemiz ihtiyacı sebzeler, meyveler, kışlık reçel ve turşuları kendimiz karşılardık. Bahçemizde fırın vardı, gerektiğinde ekmeğimizi karşılardık. Buradan hareketle günümüze baktığımda, artık köylere kadar ulaşan TOKİ uygulamasını gördükçe içim sızlamaktadır. Sebze, meyve, et, süt, yumurta deposu olan doğduğum şehir yakınındaki TOKİ evlerinde oturanlar, maydanoz gerektiğinde, otomobilleri ile şehre inmektedir. Halbuki, pek Avrupa Kenti ve Kıbrıs’ta olduğu gibi, TOKİ evleri yakınında kurulacak, Ahırlar, Kümesler ve Hobi bahçelerinde çok ciddi boyutlarda süt, yumurta ve sebze üretimi mümkündür. Bundan şüphe edenlerin, pek çok yabancı ülkede, balkonlarda saksılarda yetiştirilen domates, biber ve benzeri ürünlerin miktarı konusunda küçük bir araştırma yapmaları haklı olduğumuzu kanıtlayacaktır. Uygulamada, hemen hepsi ilgili kamu kuruluşları tarafından bilinmekte olan, Büyükşehir Belediyesi Kanununda yapılması gerekli değişiklikler, köylerdeki yaşamın iyilleştirilmesi için başta Köy Okullarının yeniden açılması gibi önlemler de gündeme gelecektir. şk Güncel - TEKİRDAĞ BİRLİK YEM MALKARALI YETİŞTİRİCİLERİN DOSTU OLMAYA DEVAM EDİYOR - Malkara Belediyesi TEKİRDAĞ VE İSTANBUL ÇİFTÇİLER İÇİN GÜÇLERİNİ BİRLEŞTİRDİ # Corluda.com # google.com # yandex.com # google.com # tekirdagbüyükşehir

10 Eylül 2021 Cuma

ŞAHABETTİN KÜÇÜKYAZICI/Fotoğraflar



Şahabettin KÜÇÜKYAZICI
Fotoğraflar
www.gazeteistanbul.net





1 Mayıs 2021 Cumartesi

ÇOCUK KÖLELER

ÇOCUK KÖLE TARİHİ GEL
ÇOCUK KÖLELER Dünyanın en küçük işçi lideri, verdiği mücadele dünya çapında ses getirince, 1995 yılında 12 yaşında bir suikastle katledildi. Pakistan’ın en yoksul bölgelerinden birisi olan Mudrike’de doğdu. 4 yaşına geldiğinde ise tüm akrabaları gibi 600 rupi yani yaklaşık 16 dolar karşılığında halı dokuma fabrikasında çalışmak üzere satıldı. Burada haftanın 7 günü 14 saat çalıştırıldı. 10 yaşına geldiğinde ise sadece 27 kiloydu. Çocuk çalıştırmanın yasak olduğunu öğrendiğinde ise fabrikadan kaçan Iqbal Masih daha sonra polisler tarafından yakalanarak tekrar fabrikaya götürüldü. Çevresinde kendisi gibi konuşmaya bile korkan 30 çocukla birlikte tutsak olarak 6 sene yaşadı. Çocukların hemen hepsine sadece hayatta kalmalarına yetecek kadar su ve yemek veriliyordu, tabii bunun da bir sebebi var: Onları mümkün olduğu sürece küçük tutabilmek… Çünkü en pahalı halıları ancak o küçücük parmaklar dokuyabiliyordu. Cezaların çok ağır olduğu bu kölelik sistemine Iqbal daha bebek sayılacak yaşta girmesine rağmen 6 yaşına bastığında isyan etmeye ve çocukların bakıcılarına kök söktürmeye başlamıştı bile. Kötü beslenme şartları ve iki büklüm saatlerce oturmanın sonunda Iqbal bir türlü gelişemedi. 10 yaşındayken hala 5 yaşında bir çocuğun kilosuna ve boyuna sahipti. Omurgası yamulmuştu ve ömrünün sonuna kadar böbrek sorunlarıyla mücadele edecekti. Bir gün kasabada Bonded Labor Liberation Front (BLLF) adlı aktivist bir grubun toplantısı olduğunu duydu, toplantıya gitmek üzere yeraltındaki köhne fabrikadan kaçtı. Orada Derneğin lideriyle konuşup yardımını isteyen Iqbal kısa sürede onu köle taciri patronlarının elinden kurtaracak gerekli evrakları hazırladı. Evraklarını fabrika sahibine bizzat elden verme konusunda ısrar etti çünkü orada arkadaşlarına seslenebilecekti: “Korkmayın. Her şeyi öğrendim. Benimle gelin. Sizler özgürsünüz.“ Fabrikaya geri dönüp evrakları adama verdiğinde patron öfkesinden kendini kaybetse de hiçbir şey yapamadı ve masih diğer çocukları da peşine takarak ilk gününde kendisiyle beraber 34 çocuğu özgürlüğüne kavuşturdu. Küçük bedeni her alanda direndi. Küçük bir bedene sahip olmasına rağmen büyük bir ruha sahip olan Iqbal Masih köle gibi davranılan ve küçük yaşlarına rağmen ağır şartlarda çalıştırılan çocukların hakları için büyük çaba gösterdi. Iqbal direniş ve uyanışın simgesi oluyordu. Konuşma yeteneği, cesareti ve azmi ile Pakistan’ı kuşkusuz etkileyen Iqbal Masih’in daha önce korktuğu mafya, kendisinden korkar bir duruma geldi. İsviçre ve Amerika’da bir çok okulda konuşma yapan Iqbal farkında olmadan başka çocukların da hayatını değiştiriyordu. Çocuk işçiliğine karşı verdiği mücadele dünya çapında duyulmaya ve ses getirmeye başlayınca 1995 yılında henüz 12 yaşında iken öldürüldü. Öldürüldüğünde henüz 12 yaşında olan Iqbal Masih’in bu ölümü örtbas edildi ve herkes susturuldu. Fakat Iqbal Masih öldürülmüş olsa bile onun izinden gidenlere büyük bir cesaret vermişti. Onun etkilediği ve mücadele ruhunu kazandırdığı çocuklardan birisi olan Craig Kielburger onun bıraktığı yerden mücadeleyi sürdürmeye devam etti. Free The Children derneğini kurdu ve 650’den fazla okul açtı. “Şimdi işler değişti. Eskiden ben patronlarımdan korkuyordum. Şimdi onlar benden korkuyor." İQBAL MASİH

17 Nisan 2021 Cumartesi

YUNAN BAKAN KRİZ ÇIKARDI

YUNAN BAKAN KRİZ ÇIKARDI Şahabettin KÜÇÜKYAZICI Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşen Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias, Erdoğan ile görüşmesinin ardından Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ortak basın toplantısı düzenledi. Dendias, "Türkiye eğer bizim egemenlik haklarımızı ihlal etmeye devam ederse o zaman yaptırımlar gündeme gelecektir" ifadesini kullandı. Dendias'ın sözlerine karşılık Çavuşoğlu, "Dendias kabul edilemez ithamlarda bulundu" dedi Dendias’ın deniz yetki alanı, mülteciler, azınlıklar konularında suçlamalarıyla birlikte Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye yaptırım uygulayabileceğini söylemesi Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “kabul edilemez” tepkisine yol açtı. Dendias ve Çavuşoğlu’nun ortak basın açıklamasında karşılıklı atışmalarla iki ülke arasındaki gerilim iyice gün yüzüne çıktı. İŞİN ASLI Türk'e duyulan hınç Yunanistan 'da Elenizm' e (Bizans 'ı canlandırmak, Ayasofya' ya çan takmak) ve Büyük Yunanistan (Megalo İdea) ülküsüne yönelmiş ve Yunan devlet siyaseti olmuştur. Anaların sütünden tarih kitaplarına, kiliselerinden bestelerine kadar Türk düşmanlığı üzerine şekillenen ve Rum çocuklarının beşiği sallanırken ninnileşen Elenizm ve Megalo İdea ülküsü şımartılan Yunanlı 'nın tatlı rüyasıdır. Türkler' i İstanbul 'dan kovmak, Türk Milleti' ni sadece Ege kıyılarından değil Alparslan 'ın Bizans İmparatoru Romen Diyojen' den aldığı toprakların da ötesine sürmek, Pontus Rum Devleti 'ni kurmak, Kıbrıs' ta enosisi gerçekleştirmek hülyasından kendisini kurtaramamaktadır. Bizans İmparatorluğu (Doğu Roma İmparatorluğu) - Büyük Yunanistan rüyası gören, bin yıl sonra da olsa İstanbul 'u almayı devlet siyaseti haline getiren Yunanistan ile İstanbul ayağında Vatikan benzeri bir devlet kurmak ve ekümenik (evrensel) olmak ve Bizansla özdeşleşmek hayalindeki Fener Rum Ortodoks Patrikliği, Elenizm ve Megalo İdea ülküsünün yay ve okları gibidir. Milyonlarca Türk 'ün kemikleri üzerinde kurulan Yunanistan' ın ve Megalo İdea 'sının fikri temelini oluşturan Etniki Eterya Cemiyeti' dir. Etniki Eterya Cemiyeti Fener Rum Patrikhanesi 'nde yuvalanmış, Bizans' ı diriltmeyi ve bu görüşü Yunanlılar arasında yaymayı ilke edinmiş, onları teşkilatlandırmıştır. Mondros Ateşkes Antlaşması 'ından sonra Patrikhane' nin kapısına çift kartallı Bizans bayrağı asılmıştır. Yunanistan ele geçirdiği topraklarda Türk varlığını her türlü zulüm ve vahşetle coğrafyadan silmiştir. Batı Trakya buna son örnek olma yolundadır. Yunanistan bugün "Ege bizimdir" demektedir. Batı Trakya 'da İskeçe' de Pontus anıtı dikmiştir. ABD ve AB Yunan emellerine hizmet etmektedir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yok sayılmakta, Rum kesimi desteklenmektedir. Avrupa Birliği ülkelerinde bastırılan haritalarda Karadeniz kıyıları boyunca Pontus Rum Devleti 'ne, Doğu ve Güneydoğu Anadolu' da ise Ermenistan ve Kürdistan 'a yer verilirken, Kıbrıs' ın tamamı da Yunanistan sınırları içerisinde gösterilmektedir. Ancak bu böyle gitmeyecektir!..Megalo İdea 'ya koştuğunu zanneden Yunanistan, bu yanlışlarından dönmediği takdirde zarar görecek, kendisini bu kompleksten kurtarmadığı sürece dostluk girişimleri sonuçsuz kalacaktır...

2 Nisan 2021 Cuma

MONTRÖ ANLAŞMASI ÜZERİNE

MONTRÖ TARTIŞMASI Şahabettin KÜÇÜKYAZICI www.gazeteistanbul.net Bazı güçlerin adına konuştuğuna inandığımız kişiler, durup durup yeni inciler yaymaktadır. Bir bakıyorsun, Lozan diyor, bir bakıyorsun Kanal diyorlar. Son olarak, yetkili bir kişi Montrö mırıldandı. Aslında, uluslararası anlaşmalar (özellikle askeri bir büyük zafer sonunda imzalanmış olanlar)Devletimiz ve Ulusumuzun varlığının garantisidir. Bu anlaşmalar taraf devletlerin temsilcilerinin katılımıyla müzakere edilmiş, imza altına alınmıştır. BM tarafından da kabul edilmiştir. Bir kelimesinin dahi tartışılması düşünülemez. Bu tartışmalar, bir ihtiyaç bir zaruret sonucu değildir. Bilinmeyen başka maksatlara yönelik olmalıdır. Tartışmaların sahipleri tarafından da ileri sürülen bir zaruret söz konusu değildir. Hatta, aradan geçen zaman içinde, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarımızdan geçen gemi sayısında, boru hatları ile taşımacılığın başlaması, TIR taşımacılığında gelişmeler, ticarette diğer gelişmeler nedeniyle büyük ölçüde azalmıştır. Büyük Devletlerin gizli askeri emelleri dışında, herhangi bir zaruret bulunmamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan yüz yıl sonra, dünya ve bölge koşulları elbette çok değişmiş, çeşitli çıkar grupları arasında, yeni bağlantılar kurulmuştur. Dünya enerji kaynakları konusunda yeni buluşlar-gelişmeler de bunu zorunlu kılmaktadır. Türkiye”nin bölgedeki stratejik konumu daha da artmış, budurum emperyal güçlerin iştahını kabartmaktadır. Önümüzdeki dönemde, petrol dışında, doğal gaz ve su rezervleri uluslararası çatışmanın odak noktası olacaktır. Orta Doğu’da her geçen gün azalan petrol, dikkatleri Karadeniz ve Doğu Akdeniz’deki doğal gaz rezervleri ve Türkiye’deki Su kaynakları üzerine çekecektir. Bu çerçevede özellikle İngiltere ve Fransa, bu kaynaklara büyük ihtiyaç duymakta olduğundan Katar ile işbirliği yaparak çalışmalar sürdürmektedir. Bu savaşlar, doğal olarak su yollarını da içermekte, anlaşmaları zorlamak pahasına, alternatif su yolları üzerinde fikir üretilmektedir. Yüz yıl önce ortaya atılan, SAROZ-GELİBOLU su yolu, KARADENİZ-MARMARA kanalı son zamanların gözde tartışma konularıdır. Özellikle gündemde olan Kanal İstanbul projesi, büyük yerleşimler içeren imar değişikliklerine, arsa spekülasyonuna konu olmuştur. Konuya bu açıdan baktığımızda da projelerin çeşitli sorunlarla karşı karşıya bulunduğu gözlenmektedir. Her şeyden önce, bölge su kaynakları bakımından fakirdir. İstanbul, halihazır su ihtiyacını çevre iller kaynaklarındı taşımak suretiyle karşılamaktadır. Diğer tedarik zincirleri açısından da büyük problemler mevcuttur. Buna rağmen, konuya ilişkin söylem ve tartışmalar sürmekte, inatlaşmaya dönüşmektedir. Ancak, şurası bilinmelidir ki, Türkiye Cumhuriyeti milli birlik ve bütünlüğünden asla taviz vermeyecek, geri adım niteliğindeki hiçbir girişim başarılı olamayacaktır.

23 Mart 2021 Salı

TÜRKLERDE KADIN

TÜRKLERDE KADIN DERLEYEN: Şahabettin KÜÇÜKYAZICI Cinsiyet ayrımcılığı İlk Çağ’dan günümüze insanlığın en önemli toplumsal problemlerinden birisidir. Tarih boyunca dünyada genel olarak kadına yönelik negatif ayrımcılık yaygındır. Toplumsal farklılıklar bulunmakla birlikte doğumdan itibaren çocuklar arasında cinsiyet ayrımı yapılması âdeta geleneksel hâle gelmiştir. İslam öncesinde Türklerin çağdaşı toplumlarda bu durum kendini gösterir. Mesela Türklerin en yakınındaki kültürlerden birisi olan Çinlilerde doğan çocuk kız ise isim verilmeye değer görülmez, ona sayı ile hitap edilir. Yakın coğrafyadaki diğer bir topluluk olan Hintlilerde çocuk kız ise evlenene kadar babasının eğer yoksa erkek kardeşlerinin himayesi altındadır. Bu himayeden maksat kızların zayıf karakterli, günaha meyilli ve hayatını tek başına devam ettiremeyecek kadar güçsüz olduğuna inanılmasıdır. Ancak bu konudaki en uç örnek Araplardadır. Araplar için doğan çocuk kız olursa bu bir utanç olarak kabul edilir. Bu yüzden kız çocuklarını diri diri toprağa gömenlere bile rastlanılır. Eski Yunan ile Roma döneminde kadına bakış ile Arapların kadına bakışı arasında hiçbir fark yoktu. Kadın hep bir zevk unsuru, köle, cariye, hizmetçi olarak görülmüştü. Hatta Avrat-Avret kelimesi bile saklanılması gereken eşya-... anlamına geliyordu. Eski Çin'de de durum farklı değildi; hizmetçi olarak görülen kadınlara isim bile verilmez, kadın bir, kadın iki, kadın 3 diye sayılırdı. Tanıklığı da kabul edilmezdi. Ortaçağda kadın bilgelik yolunu seçmişse, vay haline; cadı diye avlanırdı. Türklerin çocukları arasında cinsiyet ayrımı yapmaması onların kadına bakışları hakkında önemli bir göstergedir. Çocukluk safhasından sonraki değerlendirmelere bakıldığında ise toplumun bu konudaki mental değerleri daha da netleşmeye başlar. Genç kız, evli kadın ve anne simgeleri üzerinden yapılan anlamlandırmalar başlangıç evresindeki bakışın ilerleyen dönemde de devam edip etmediğini belli eder. Bunun için toplumun en eski değerlerini yansıtan sözlü kaynaklar oldukça kıymetlidir. Kadınların toplum içerisindeki itibarı milletin zihin dünyasındaki yeriyle yakından alakalı olduğundan milletin düşünce sistemini asırlar boyu kuşaktan kuşağa aktaran sözlü kaynaklara bakmak gerekir. Toplum hafızasının gidebildiği en eski yer olan efsane ve destanlar Türklerin kadına bakışını gösterme açısından oldukça kıymetli bilgiler içerir. Destanlara bakıldığında kahramanların anneleri ve eşleri hep ilahi ışıktan varlıklar olarak tasvir edilir. Bu semavi sembol, kadının kıymetli bir varlık olduğunun işareti olarak kabul edilir. Oğuz Kağan Destanı’nda Oğuz Han’ın eşinin karanlık bastığında gökyüzünden inen, aydan ve güneşten parlak bir ışık şeklinde tasvir edilmektedir. Eski Türk Töresince, Türk toplumunda kadın ve erkek eşittir. Türkçe "Eş" ve "Yarim" kelimesi bu kadın erkek eşitliğini ifade açısından "Eş-Eşit ve Yar-Yarım" kelimesinden türeyerek ifade edilmiştir. "Kadın"kelimesi ise İskit/Saka Türklerinden beri Kağan eşi veya Kadın hükümdar anlamında kullanılan "Katun" kelimesinden türetilerek "Kadın ve Hatun" şekline dönüşmüş. Yine "Hanım" kelimesi de Moğol ve Türk hanlıklarında Han eşlerine verilen isimdir. Eski Türklerde bir kızı taciz edenin gözüne mil çekilir kör edilirdi! Tecavüz eden ise öldürülürdü. Türk kızının kendini koruma hakkı vardı. Ayrıca devleti yöneten Kağan tarafından Türk kızının şerefi, töre/yasa ile korunmaktaydı. Bu yüzden kimse Türk kızına yanlış yapamazdı. O coğrafyada halen kadının bir nevi dokunulmazlığı var. Cengiz Han ve Timur zamanında Balkanlar’dan Çin seddine kadar tek başına bir kadın gidecek olsa, kimse yan gözle bakamazdı. O derece katı keskin kanunlar vardı ve kadına dokunulmazdı... Cengizhan: "Ben sizin Hanınızım buda (eşi Börte) benim Hanım" Rivayet odur ki; birgün Cengizhan Kurultayda eşi Börte'yi göstererek: "Ben sizin Hanınızım buda benim Hanım" demiş, ve Börtenin Han kadar Kurultayda yetki ve söz sahibi olduğunu ifade etmiştir. Yine dilimizde üçüncü tekil şahıs zamiri (İngilizce ve Arapçanın aksine) erkeklik ve dişilik belirtmeden "O" kavramıyla ifade edilmektedir. Buda Türklerin yaşantıda, dilde dahi kadın erkek ayrımı gözetmediğini kadın erkek eşitliğinde gerek Avrupa gerekse Ortadoğu uluslarından daha ileri bir düzeyde olduğunu dil bilimi açısından bize göstermektedir, Yalnızca Türkler kadını bereket sembolü, yerin ve göğün evladı olarak görmüştür. Hatunun rızası ve imzası olmadan Kağanın yaptığı anlaşma bile geçerli sayılmıyordu. Çin ile ilk anlaşmayı, Mete Han'ın hatunu yaparken; Avrupa Hun Türklerinde resmi görüşmeleri Attila'nın hatunu yapıyordu. Türk mitolojisinde ise kadın artık tanrısallaşmıştır. Yaradılış destanında Ak Ana, sudan yaratma fikrini Ülgen'e verirken, en meşhur figürlerden Umay Ana Orhun Yazıtlarında bile yer almış. Nitekim yazıtlarda ''Umay gibi, annem hatunun şerefine küçük kardeşime Kül Tigin adı verildi. Babam İlteriş kağan, anam İlbilge hatunu Tengri yukarıdan idare ederek yükseltmiş.'' demektedir. Yine Türk mitolojisinde Asena yol gösteri tanrıçayken, Ötügen ise toprak anaya verilen isimlerden biridir. Dikkat edileceği üzere Türkler mezarlıkları düz değil, yükseltilmiş ve yuvarlatılmış şekilde yapıyor. Bunun sebebi, Türklerin yeniden doğuşa inanıyor olmasından ötürü mezarlıkları hamile bir kadının karnına benzeterek, toprağın bir ana gibi tekrar insanı doğuracak olmasına inanmasıdır. Türklerde kadın bu kadar kutsal bir noktadayken, son 1000 yıl boyunca Türk kadınının resmi hakkı alınmış, sosyal hayatı kısıtlanmış, eve kapatılmış, tanıklığı bile kalmamıştır. Tüm bu hakikatleri, tüm bu tarihi gerçekleri tarihin en kanlı savaşlarında bile bulduğu ilk fırsatta okumaktan geri durmamış bir adam, 1000 yıl sonra ilk defa ''Kadınların üzerindeki bütün baskıyı kaldıracağım.'' dedi. Bunu dedi çünkü kadınların üretime katılmasıyla devletin kârlı çıkacağını biliyordu. Kadınların üzerinden bütün baskıyı kaldırmakla medeniyetin yeniden doğacağını biliyordu; çünkü kadın medeniyet demekti. Bütün baskılar kaldırıldı. Kadına giyim kuşam özgürlüğü verdi. Kadını üretime kattı. Kadına bir soyadı verdi. Ona tanıklık hakkı vermekle kalmadı, onu avukat yaptı, hakim yaptı. Kadını toplumlara öğretmen yaptı. 1000 yıl sonra tek bir adam bunu yaptı. ATATÜRK...

21 Mart 2021 Pazar

NEVRUZ KUTLU OLSUN

NEVRUZ BAYRAMI Şahabettin KÜÇÜKYAZICI Bugün nevruz (Nev= YENİ ve ruz= GÜN) yani YENİGÜN. Miladi takvime göre 22 Mart’a denk gelir. Gece ile gündüz eşitlenmeye, havalar ısınmaya, karlar erimeye, ağaçlar çiçeklenmeye, toprak yeşermeye, göçmen kuşlar yuvalarına dönmeye başlar. Yani Nevruz baharın ilk günüdür. Türklerde “Gün Dönümü” olarak da bilinir. Bir Bahar Bayramıdır. Nizami Gencevi “İskendernâme” adlı eserinde, M.Ö. 350 yıllarından bu yana Türklerin bahar bayramını kutladığını bildirmektedir. Göktürklerde “Ergenekon'dan çıkış” yani KURTULUŞ günüdür. Kâşgarlı Mahmud “Divân-ı Lügât-it Türk” adlı eserinde Nevruzun Türklerin yılbaşı günü olduğunu bildirmektedir. Selçuklu Veziri Nizamü'l-mülk “Siyasetnâme” adlı eserlerinde bu günü “yeni yıl” olarak kabul edip vergileri bu günün ilk günü toplatmıştır. Selçuklu Sultanı Melikşahın Ömer Hayyam’a hazırlattığı Celâli Takviminde yılbaşı 21 Marttır. Bu nedenle 21 Mart gününe yılbaşı anlamını taşıyan Yılsırtı da denilir. Orta Asya'dan Balkanlara kadar çok geniş bir coğrafyada yeni yılın başlangıcı olarak yerel renk ve inançlarla “bayram” havasında kutlana gelmektedir. Avrasya coğrafyasında yaşayan uluslar Ergenekon, Bozkurt, Yenigün, Ilkyaz, Çılgayak, Ekin, Cılsırtı ve Nevruz Bayramı adı altında kutlaya gelmişlerdir. Türk Dünyasının kurtuluşu müjdeleyen bahar bayramı hepimize kutlu olsun. Sağlıcakla kalınız…