22 Ekim 2020 Perşembe

ÜLKEMİZDE AŞI VE TARİHÇESİ

 google.com



ÜLKEMİZDE AŞI

ŞAHABETTİN KÜÇÜKYAZICI

KIZILORMAK VADASİNDE BAŞLAYAN YAŞAMIM BOYUNCA HEP AŞI İLE BİRLİKTE YAŞADIM.

TEK SINIFLI KÖY OKULUNDA  DAHİ TOSYA'DAN GELEN SAĞLIK GÖREVLİLERİ OKULDA AŞI YAPARLARDI.

KARGI'YA TAŞINDIĞIMIZDA Sİ BELİRLE ZAMANLARDA HEP AŞI OLURDUK.

ORTAOKULDA DA AŞI GÜNLERİ ÖĞRENCİLER İÇİN BİR ŞENLİK GÜNÜ OLURDU.

OKULA BAŞLARKIN, İŞE GİRERKEN BELİRLİ AŞILARI OLDUĞUMUZA İLİXKİN BELGELER ARINIRDI.

EŞİMİN GÖREVİ NEDENİYLE, PEK ÇOK BİLGİLENDİRME YANINDA, ÇOCUKLARDAN BAŞLAYAN, YETİŞKİNLERİ KAPSAYAN ZORUNLU AŞILAR UYGULADIĞINA TANIK OLDUM DEVLETMİZİN.

SON ZAMANLARDA İSE AŞIYAKARŞI BAZI DİNCİ AKIMLARIN KARŞI KANPANYA BAŞLATTIĞINI OKUDUM BASINDAN.

KAMU YETKİLİLERİ DE BUNLARA PRİM VERDİLER.

SON GELDİĞİMİZ NOKTADA KONU MAGAZİN DERGİLERİNE TAŞINACAK BOYUTLARA ULAŞTI.

Aşağıda, TÜRKİYE'DE AŞI TARİHİ'Nİ ÖZETLEDİM.

şk

TÜRKİYE'DE AŞININ TARİHİ

BAKANLIK PORTALINDAN ALINMIŞTIR

Ülkemizde aşı üretimi için çalışmalar ilk Osmanlı İmparatorluğu Döneminde başlamıştır. 1721 yılında İngiltere Büyükelçisinin eşi Lady Mary Montagu ülkesine yazdığı bir mektupta İstanbul’da çiçek hastalığına karşı “aşı denilen bir şey” (varilasyon metodu) yapıldığını hayretle bildirmektedir. Bu mektup aşı yapımına ilişkin ulaşılmış en eski belgedir.

Aşı üretim çalışmalarını yürütmekte olan Pasteur, çalışmalarını sürdürebilmek için dönemin devlet başkanlarına maddi katkı için yazı yazar, yazılardan birinin 2. Abdülhamit’e ulaşması sonrasında, 2. Abdülhamit yardım yapabileceğini ancak çalışmalarını İstanbul’da sürdürmesini ister, bu teklif Pasteur tarafından kabul görmeyince ikinci teklif oluşturulur, Pasteur’a Mecidiye Nişanı ile birlikte 10.000 altın (bazı kaynaklarda 800 lira olarak geçiyor, ama baktığınızda dönemin İstanbul’unda yaklaşık 180-200 ev parası karşılığı) yollanır, aynı zamanda Osmanlı’dan 3 kişinin de yanına asistan olarak yetiştirilmesi istenir.
Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şâhâne’den müderris Alexander Zoeros Paşa’nın başkanlığı altında, Kaymakam (yarbay) Dr. Hüseyin Remzi ve Kaymakam (yarbay) Veteriner Hüseyin Hüsnü beylerin gönderilmesine karar verilir. Daha sonra bu ekip çalışmalara temel teşkil etmesi için “kuduz mikrobu” enjekte edilmiş bir kemik iliği ile Osmanlıya geri döner. 1887’nin Ocak ayında Zoeros Paşa’nın kliniğinde Daûl-Kelp ve Bakteriyoloji Ameliyathanesi (Kuduz Tedavi Müessesesi) kurulur. Bu kurum dünya’da üçüncü, doğunun ise ilk kuduz merkezi olmuştur. Daha sonra bu merkez difteri serumu da üretmiştir.
Bakretiyoloji Hane

Telkihhane (Çiçek Aşısı Üretim Merkezi)

1885`te dünyada ilk defa çiçek aşısı uygulaması için Osmanlı`da kanun çıkarılıyor.

1885`te dünyada ilk kuduz aşısı bulundu. 1887 Ocak ayı başında Kuduz aşısı Osmanlı`ya getirildi. Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şahane`de ilk kuduz aşısı üretildi.
    • 1887`de Kuduz Tedavi Müessesesi kuruldu.
1892 yılında bakteriyoloji hane kurulmuştur.
    • 1892`de ilk çiçek aşısı üretim evi kuruldu.
1896 da difteri
1897 de sığır vebası
1903 de kızıl serumları Veteriner Hekim Mustafa Adil (1871-1904) tarafından üretildi.
1911 yılında tifo, 1913 yılında kolera, dizanteri ve veba aşıları Türkiye’de ilk kez hazırlandı ve uygulandı.
1927`de verem aşısı üretimi başladı.
İlk üretilen BCG aşısı ve prospektüsü 1927

1931 yılından itibaren 1996 yılına kadar tetanoz ve difteri aşıları üretilmiştir.
1937’de kuduz serumu üretilmeye başlanmıştır.
1940 yılında kolera salgını için Çin’e aşı gönderilmiştir.
1942 yılında tifüs aşısı ve akrep serumu üretimi başladı.
1947`de Biyolojik Kontrol Laboratuarı kuruldu.
1950`de İnfluenza laboratuarı Dünya Sağlık Örgütü tarafından Uluslararası Bölgesel İnfluenza (grip) Merkezi olarak tanındı ve influenza aşısı üretimine geçildi.
1976`da Kuru BCG aşısının deneysel üretimi başladı. 1983`te kuru BCG aşısı üretimine geçildi.
Kurtuluş savaşı sırasında zor koşullar altında da hayvan ve insan aşıları üretilmeye devam edilmiştir. İstanbul’un işgali sonrasında aşı merkezi önce Eskişehir, daha sonra da Kırşehir’e taşınmıştır. Aynı dönemde Afyon’da da çiçek aşısı üretilmeye devam edilmiştir. Erzurum’daki
serum laboratuvarı Rus işgali sırasında Halep, Niğde, Sivas ve Erzincan’a taşınmış. Kastamonu’da da aşı üretimi yapılmıştır.
Benzeri üretim Cumhuriyet döneminde de devam etmiş, 1928’de Hıfzısıhha Enstütüsü ile üretim merkezileştirilmiştir. 1940’lı yıllara kadar tifo, tifüs, difteri, BCG, kolera, boğmaca, tetanoz, kuduz aşıları seri üretimle oluşturulmuştur. 1968’de kurulan serum çiftliğinde tetanoz, gazlı gangren, difteri, kuduz, şarbon akrep serumları da üretilmiştir. Ülke de hastalıkların yok olması ile 1971’de tifüs, 1980’de çiçek aşısı üretimi sonlanmıştır.
Ülkemizde aşı üretimi 1996’da DBT ve kuduz aşısı, 1997’de BCG aşı üretiminin kesilmesi ile
sona ermiştir. Osmanlı İmparatorluğunda ilk aşı üretimi ve uygulanmasının başından beri aşı lojistiği, uygulanması ile hastalıkların önlenmesi ücretsiz olarak Devlet eliyle yürütülmektedir.
Aşı üretiminin sona ermesi ile aşılar satın alınarak temin edilmektedir. İki binli yıllarda aşıların Türkiye’de üretimi konusunda tekrar ilgi artmıştır.
2009 yılında beşli karma (DaBT-IPV-Hib), 2011 yılında dörtlü karma (DaBT-IPV) 3 yıllık alımı yapılırken kademeli olarak paketleme ve enjektöre dolum teknolojisi ülkemize getirilmiştir.
2010 yılında zatürre aşısı (KPA-Konjuge Pnömokok) yine 3 yıllık alım garantisi karşılığı paketleme, enjektöre dolum yanında formulasyon teknolojisinin de ülkemize getirilmesi sağlanmıştır.
Halen yerli bir firma tarafından akrep ve yılan antiserumları da üretilmektedir.
2015 yılında yedi yıllık alım garantisi ile tetanoz ve difteri aşılarının kademeli olarak antijen üretimine kadar yapılması planlanmıştır. 2018 yılı içerisinde dolumu yapılırken 2019 yılında antijenin tamamen milli olarak üretilmesi beklenmektedir.
Bakanlığımız bünyesinde Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü tarafından halen akrep ve difteri serum üretimi devam etmektedir. Bunun yanında öncelikle diğer stratejik serumlar ile hepatit A, Hepatit B, Suçiçeği aşısı milli aşı üretimleri de hedeflenmektedir.


10 Ekim 2020 Cumartesi

BÜTÇE REVİZE ELDİLMELİ Mİ?

 google.com




BÜTÇE REVİZE EDİLMELİ Mİ?


Şahabettin Küçükyazıcı

Devlet Bütçeleri, kamu gelir ve giderlerine ilişkin öngörü ve tahminleri yansıtır. 

Ülkelerin anayasalarında genel hatlarıyla şekillenir. Mutlaka geleceğe yöneliktir. Genelde her yıl tekrarlanır, devri bir nitelik taşır. Sınırlı süreli yetki verirler. Yürütme organının programıdır. Giderlerin yapılması ve gelirlerin toplanması için yasama organı tarafından yürütme organına verilmiş bir ön izin niteliğindedir. Bütçe kanunları, tüm kamu kurum ve idarelerini kapsar. Gelir ve giderlerin denk olması beklenir. Uygulama sırasında ve sonrasında yasama, yürütme ve yargı organları tarafından denetlenir.

Anayasamıza uygun olarak, 2020 yılı için de usulüne uygun olarak TBMM de kabul edilmiş bütçemiz yürürlüktedir.

Tümdünyayı etkisi altına almış bulunan "CORONA SALGINI" ülkemizde de etkili olmaya devam etmektedir.  Bu sorunla mücadele görevi olan Sağlık Bakanlığımız, tüm imkanları ile sorunun üstesinden gelmek için üstün çabalar göstermektedirler.

Ancak, bu belaya bağlı olarak otaya çıkacak sorunlar, yalnızca sağlıkla ilgili değildir. Kapanan işyerleri, işsiz kalan yurttaşlar, ödenemeyen senetler, üretim düşüşleri, iç ve dış ticarete, turizme etkileri tüm bakanlıkları ilgilendiren büyük sorunlara neden olacağı görülmektedir. Milli Eğtimden, Çevre Bakanlığına kadar bütün bakanlıkların gelir ve giderleri bundan etkilenecek gibi görünmektedir.

Bu durum karşısında, esasen normal koşullarda dahi yılın ilk üç aylık döneminde hedeflerini tutturamadığı açıklanmış olan 2020 bütçesinin gözden geçirilmesini gerekli kılmaktadır.

Konu ile ilgili olarak, TBMM'nin acilen bir "Bütçe Revizyonu" üzerinde çalışmalar başlatmasının yerinde olacağı düşünülmektedir.



Yapılan Yorumlar

1 Ekim 2020 Perşembe

 google.com


AZERBAYCAN KARDEŞTİR

"KARDEŞİN KARDEŞE BORCU OLMAZ " 

" Azerbaycan'dan, bize ne ? " diyenlere.
Mustafa Kemâl Paşa, 3 Mayıs 1920 günü Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’ya yazdığı bir mektupta, “Devlette hiç para kalmadı. Şu anda içeride para temin edebileceğimiz bir kaynak da yok. Başka kaynaklardan para temin edinceye kadar Azerbaycan Hükûmeti’nden borç para alınmasını temin etmenizi rica ederim” diyordu.
Kâzım Karabekir Paşa, isteği Azerbaycan Hükûmeti’ne iletti. Bu istek, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Halk Cumhuriyeti ile Ankara Hükûmeti arasındaki ilk resmî temastı. Azerbaycan’dan Türkiye’ye uzanan kardeş eli 1921 yılı içinde Nerimanov’un şahsî emriyle uzandı. Azerbaycan Dışişleri Bakanı Mirza Davut Hüseyinov, kazanılan Birinci-İkinci İnönü Savaşları münasebetiyle çektiği telgrafta “…Kazanılan bu büyük zaferlerden dolayı Türk halkını Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adına kutluyoruz” diyor ve bu büyük zaferlerin şerefine Azerbaycan halkının yardım için 30 sistern (sarnıç, tanker) petrol, 2 sistern benzin, 8 sistern kerosin gönderdiğini bildiriyordu. Aynı yılın Mayıs ayında Azerbaycan devleti, TBMM hükümetine 62 sistern petrol gönderdi ve bundan sonra savaş bitinceye kadar aynı değerde petrol ve üç vagon dolusu kerosin göndermeyi taahhüt etti. Bu taahhüdün dışında 1922 yılında Batum yoluyla Azerbaycan dokuzbin tondan fazla kerosin ve 350 ton benzin gönderdi.
Mustafa Kemâl Paşa 1921 yılında Nerimanov’a bir mektup yazarak borç para talep etmişti. Bu mektubu 17 Mart 1921 günü büyükelçi Nerimanov’a ulaştırdı. Nerimanov, derhal 500 kg. altın gönderdi. Bunun 200 kg’ı devlet bütçesine, kalanı ise mühimmat ve silâh için kullanıldı. Daha sonra Nerimanov, Türkistan’dan Moskova’ya ulaşan 10 milyon altın rubleyi Ankara’ya gönderdi. Bu yardımlarla savaş içindeki ülkenin durumunda belirgin bir düzelme oldu. 23 Mart 1921’de Azerbaycan Hükûmeti talep etmediği halde Türkiye’ye Azerbaycan halkının hediyesi olarak 30 sistern petrol, 2 sistern benzin, 8 sistern yağ gönderdi. Nerimanov, Mustafa Kemâl Paşa’nın mektubuna yazdığı cevâbî mektubunda hergün kazanılan başarılarla Türk halkının emperyalizmden kurtulma günlerinin yaklaştığını, bu yüzden kahraman Türk halkını kutladığını belirtiyor ve sonra ilâve ediyordu: “Paşam, bizim Türk Milleti’nde kardeş kardeşe borç vermez. Kardeş, her zaman kardeşinin elinden tutar. Biz kardeşiz, her zaman elinizden tutacağız ve tutmaya devam edeceğiz.”
Azerbaycan ve Türkiye, iki kardeş ülkedir. 
Kederleri de, sevinçleri de birdir.


8 Eylül 2020 Salı

ÇOCUKLARIMIZIN SAĞLIĞI VE GELECEĞİ

 www.google.com


 ÇOCUKLARIMIZIN SAĞLIĞI VE GELECEĞİ

Şahabettin KÜÇÜKYAZICI

Coronavirüs sorunu başladığından bu yana, Devlet ve Hükümet yetkilileri konu ile yakından ilgilenmişler ve  devam etmektedirler.

Öncelikle, kısmi sokağa çıkma yasakları ile birlikte okulların tatili gerçekleştirilmiş, AVM ve diğer toplu satış yapılan pazarlar ve benzeri yerlerin çalışmaları kısıtlanmıştır. Bu çerçevede kapalı tutulan camilerin belirli kurullarla hizmete açılması gerçekleşmiş, düğünlere belli kurallarla izin verilmiş, ancak eğitim kurumlarının açılması konusunda karar alınamamıştır. Daha önemlisi, eğitim kurumları ile ilgili olarak, yetkili  bilimsel kurullar oluşturulmamış, araştırmalar gerçekleştirilmemiş olması nedeniyle, esasen ciddi sorunlarla karşı karşıya bulunan eğitim camiası yeni bir sıkıntılı döneme girmiş bulunmaktadır.

Milli Eğitim Bakanlığı sağlam gerekçelere dayanan kararlar yerine, geçici ve tereddüt yaratan kararlar almaya devam etmektedir.

Eğitim kurumlarının, yüz yüze eğitime başlaması demek, çocuk ve gençlerin kaynaşması demek olacaktır. Bu da salgın hastalığın bulaş riskini artıracak, çocuklarla virüs evlere taşınmış olacaktır.

Bunun yanı sıra, çalışan anne ve babaların çocuklarını dede ve ninelere taşınmasının da önüne geçilemeyecektir.

Halbuki, nine ve dedeler  hastalığın birinci derecede risk grubuna giren kronik hastalık sahibi kişiler olduğu da sık sık gündeme getirilmektedir.

Maske üretim ve dağıtımı ile başlayan, hangi hastanelerin pandemi hastası kabul edeceği, yoğun bakım servisleri kapasitesi  tartışmaları ile çözüm arayışları sürmektedir.

Bunların yanı sıra, halkın da tutumu çok ilginçtir. Kendilerinin ve yakınlarının sağlıkların önemsemeyen gruplar, ilk fırsatta AVM lere koşmakta, toplu taşıma araçlarına hiçbir kurala uymadan binmeye devam etmektedir. Yasaklarla bu tutum ve davranışların önüne geçilmesi pek kolay görünmemektedir.

Benim yaşımda olanlar iyi hatırlayacaklardır. Bizler, sıtma, çiçek, tifo ve verem salgınların yaşadık. Üstelik o yıllarda Ülkemizin ekonomik ve sosyal koşulları günümüzle kıyaslandığında çok daha kısıtlı idi. Buna rağmen, sokakları gezen çamaşır yıkama araçları (atlı), BCG aşıları, ücretsiz dağıtılan kinin, etanbutol ve benzeri ilaçlarla Devletimiz salgınların önüne geçmiş o hastalıkların kökünü kazımıştır. Covit 19 için de yakında her türlü önlemin alınacağından kuşkumuz yoktur.

Burada dikkat çekmek istediğimiz konu eğitim ve çocuklarımızdır.

Yetkililerin açıkladığı, uzaktan eğitim veremediği öğrenci sayısının, bir milyon beş yüz bin olduğunu duyduğumda oturduğum yerden fırlamıştım. Hani ne oldu, her öğrenciye bilgisayar projeleri?

Her köyde bir cami ve personeli görev yapmakta iken, 16 bin okulu okulsuz ve öğretmensiz bırakarak, saatlerce çocukları minibüslere mahkum eden uygulamaları ne zaman tartışabileceğiz?

Köy okullarının açılması, hatta artırılması suretiyle, uzaktan eğitim araçlarından öğretmen nezaretinde çocuklarımızın yararlanmasının önü açılabilir. Bu çerçevede, her okula bir sağlık odası ve personeli uygulamasının başlatılması de gereklidir. “Bizim gençlik yıllarımızda, öğrencisi olduğum Kabataş Lisesi ve diğer  köklü okullarımızda Revir ve sağlık görevlileri bulunmaktaydı.”

Bununla birlikte, salgın hastalık gölgesinde eğitim sistemimizin olumsuz etkilenmemesi konusunda ve diğer konularda, Atatürk döneminden bu yana hizmet vermekte olan Talim-Terbiye Kurulu’nun yetkilerinin artırılarak, üniversiteler ve öğretmen kuruluşlarının katkı vereceği,  yoğun bir çalışma ile önlemler belirlemesinin uygun olacağını düşünüyorum.

  

Yapılan Yorumlar

29 Ağustos 2020 Cumartesi

YENİDEN VAR OLUŞUMUZ . 30 IĞUSTOS ZAFERİ

 

30 AĞUSTOS YENİDEN VAROLUŞUMUZDUR

Şahabettin KÜÇÜKYAZICI

Osmanlı İmparatorluğunun Orduları dağıtılmış, bütün tersanelerine girilmiş, Dünya Savaşını kaybeden Almanya ile birlikte inanılmaz ağır koşullar içeren bir anlaşma imzalamak zorunda kalmıştı. Bu  durumdan en büyük zararı Türk Ulusu görmekteydi.

Büyük Önder Mustafa Kemal ve silah arkadaşları tarafından asla kabul edilemeyen koşullara bütün Türk Halkı karşı çıktı.

Türkler, Anadolu topraklarının paylaşılması için birleşen emperyalist güçlere karşı; dil, din, ırk, mezhep ve inanç farklılığı gözetmeden, el ele omuz omuza verip mücadele ettiler ve tarihte eşi ve benzerine az rastlanan büyük bir zafer kazandılar.

30 Ağustos,  Ulusumuzun sonsuza kadar  bağımsız kalmasını sağlayacak bir dizi askeri ve siyasi zaferin başlangıcı olmuştur. Bu nedenle, çağdaş ve saygın Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı gün olarak da kabul edilmelidir.

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “ “Ya İstiklal, Ya Ölüm!” diyerek başlattığı kurtuluş mücadelesine, karakterinde bağımsızlık olan ulusumuz,  yediden yetmişe, genci yaşlısı, kadını erkeği ve hatta çocuğu ile katılmıştır. Bağımsızlık için ant içmiş Türk Halkının, sahip olduğu  mücadele azmi ve inancı sayesinde zafer kazanılmıştır.

Zor koşullara rağmen,  Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde kazanılan bu zafer, Bağımsız, özgür, çağdaş ve saygın Türkiye Cumhuriyetinin kapılarını açtığı gibi tüm dünyadaki mazlum milletlere de örnek bir mücadele olması bakımından büyük bir öneme sahiptir.

Büyük Zafer’den bir yıl sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, kısa süre içinde sanayide, ekonomide, eğitimde, sağlıkta ve yaşamın pek çok alanında önemli başarılara imza atmış tüm Dünyanın takdirini kazanmıştır.

Bugün bize düşen en büyük görev, Cumhuriyetimize ve  bizlere sunduğu her güzelliğe sonuna kadar sahip çıkmak ve korumaktır.

Büyük Atatürk’ün vasiyetini yerine getirmek için, Cumhuriyetimizi ve demokrasiyi daha ileri noktalara taşımak ülkemizi çağdaş medeniyetler düzeyine taşımak vazgeçilmez idealimiz olmalıdır.

Ayrıca,  30 Ağustos Zaferi’nin kazanılmasına neden olan etkenleri hiçbir zaman unutmamalı, gelecek nesillere aktarmalıyız.

Zafere giden yolda canlarını hiçe sayan, şehitler ve gazilerin anısına saygı duymak salgın gerekçesi ile kutlamaktan vazgeçmemek gerekir.

Büyük Zaferimizin 98. Yıl dönümünü kutlamaya karar veren Belediyelerimize de GAZETE İSTANBUL  olarak teşekkürlerimizi sunar, her yıl olduğu gibi bu yıl da Zafer Bayramımızın “gerekli bulaş önlemleri alınarak”gönülden ve coşkuyla kutlanacağına inancımızı ifade etmek isteriz.

Bu duygu ve düşüncelerle, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları  olmak üzere,  bu zaferi bize armağan eden bütün kurtuluş savaşı kahramanlarını, şehitlerimizi ve ebediyete intikal etmiş kahraman gazilerimizi, şükranla ve minnetle anıyor 30 Ağustos Zafer Bayramını içtenlikle kutluyoruz. 

GAZETE İSTANBUL

 


ZAFER BAYRAMI KUTLU OLSUN

Şahabettin KÜÇÜKYAZICI

Osmanlı İmparatorluğunun Orduları dağıtılmış, bütün tersanelerine girilmiş, Dünya Savaşını kaybeden Almanya ile birlikte inanılmaz ağır koşullar içeren bir anlaşma imzalamak zorunda kalmıştı. Bu  durumdan en büyük zararı Türk Ulusu görmekteydi.

Büyük Önder Mustafa Kemal ve silah arkadaşları tarafından asla kabul edilemeyen koşullara bütün Türk Halkı karşı çıktı.

Türkler, Anadolu topraklarının paylaşılması için birleşen emperyalist güçlere karşı; dil, din, ırk, mezhep ve inanç farklılığı gözetmeden, el ele omuz omuza verip mücadele ettiler ve tarihte eşi ve benzerine az rastlanan büyük bir zafer kazandılar.

30 Ağustos,  Ulusumuzun sonsuza kadar  bağımsız kalmasını sağlayacak bir dizi askeri ve siyasi zaferin başlangıcı olmuştur. Bu nedenle, çağdaş ve saygın Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı gün olarak da kabul edilmelidir.

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “ “Ya İstiklal, Ya Ölüm!” diyerek başlattığı kurtuluş mücadelesine, karakterinde bağımsızlık olan ulusumuz,  yediden yetmişe, genci yaşlısı, kadını erkeği ve hatta çocuğu ile katılmıştır. Bağımsızlık için ant içmiş Türk Halkının, sahip olduğu  mücadele azmi ve inancı sayesinde zafer kazanılmıştır.

Zor koşullara rağmen,  Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde kazanılan bu zafer, Bağımsız, özgür, çağdaş ve saygın Türkiye Cumhuriyetinin kapılarını açtığı gibi tüm dünyadaki mazlum milletlere de örnek bir mücadele olması bakımından büyük bir öneme sahiptir.

Büyük Zafer’den bir yıl sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, kısa süre içinde sanayide, ekonomide, eğitimde, sağlıkta ve yaşamın pek çok alanında önemli başarılara imza atmış tüm Dünyanın takdirini kazanmıştır.

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI KUTLU OLSUN

GAZETE İSTANBUL

Yapılan Yorumlar

7 Haziran 2020 Pazar

IRK AYIRIMI

www.google.com

AYIRIMCILIK NEDİR?

Şahabettin KÜÇÜKYAZICI
Ayırımcılık,insanlık tarihinde  sürekli sorun yaratmış, yaratmaya da devam etmektedir.
İnsanlar, genellikle kendileri ile aynı ten rengini, vücut yapısını taşımayan, hatta çoğu kez aynı dili konuşmayan diğer inanlara karşı mesafeli davranmışlardır.
Keşifler sonunda farklı ten renginde insanlarla tanışmışlar, onları kendilerinden görmemek eğiliminde olmuşlardır.
Başlangıçta, bu farklılık çok farklı boyutlara ulaşmış, halka açık yerlere, farklı renk ve ırktan insanların giremeyeceğine dair tabelalar konulması aşamasına kadar gidilmiştir.
Ancak, zaman içinde farklı etnik köken, ulusa veya dine mensup olmanın, düşmanca, aşağılayıcı yahut onur kırıcı davranışa maruz kalmayı gerektirmeyeceği düşüncesi toplumlar tarafından benimsenmiştir.
Ayırımcılık denilince, en basit anlamında etnik kökeni nedeniyle kişinin işe alınmaması veya kendisine hizmet verilmemesi akla gelmektedir.
Daha geniş anlamda, bir insana nereli olduğununsorulmasının dahi ayırımcılık olarak değerlendirildiği gibi durumlarla karşılaşılmaktadır. Fransa’da doğmuş bir Fas-Cezayir kökenli, Almanya’da doğmuş farklı aksanla konuşan herhangi bir kişi bu tür bir ayırımla karşılaşabilmekte ve geçmişten gelen bir ırkçılığın yansıması olarak kabul edilmektedir.
Amerika’da bu en geniş boyutlarda yaşanmakta, siyah ırktan birisinin, kendisini Amerikalı olarak tanımlamasına soğuk bakılmaktadır. Obama’nın Başkanlık yapmasını bile, pek çok müellif O, siyah derili bir beyazdı şeklinde kabul etmeme eğilimindedir.
Bununla birlikte, devletler, uluslararası kuruluşlar, ırkçılığı ve ayırımcılığı kınayan, kabul etmeyen eşitlikten yana yasalar yapmış ve benimsemişlerdir.
Eşitlik Yasası, yaşa, kökene, uyruğa, dile, dine, inanca, görüşe, siyasi etkinliğe, sendika etkinliğine aile ilişkilerine, sağlık durumuna, özürlülüğe, cinsel yönelime ya da herhangi başka bir kişisel nedene dayanılarak ayrımcılık yapılmasını yasaklamaktadır. Hiç kimsenin yukarda sıralanan nedenlerden dolayı bir diğerinden daha kötü bir konuma düşürülemeyeceği, keza cinsiyete dayalı ayırımcılık da yapılamayacağı tüm dünya ulusları tarafından kabul edilmiş bulunmaktadır.
Tüm dünyada, ABD'de zencilere karşı yapılan ayırımcılık şiddetle protesto edilmektedir.
Günümüzde İsrail’de bile ayrımcılık karşıtı eylemler yapıldığını tanık olunmaktadır.
.
Yapılan Yorumlar