29 Ağustos 2020 Cumartesi

YENİDEN VAR OLUŞUMUZ . 30 IĞUSTOS ZAFERİ

 

30 AĞUSTOS YENİDEN VAROLUŞUMUZDUR

Şahabettin KÜÇÜKYAZICI

Osmanlı İmparatorluğunun Orduları dağıtılmış, bütün tersanelerine girilmiş, Dünya Savaşını kaybeden Almanya ile birlikte inanılmaz ağır koşullar içeren bir anlaşma imzalamak zorunda kalmıştı. Bu  durumdan en büyük zararı Türk Ulusu görmekteydi.

Büyük Önder Mustafa Kemal ve silah arkadaşları tarafından asla kabul edilemeyen koşullara bütün Türk Halkı karşı çıktı.

Türkler, Anadolu topraklarının paylaşılması için birleşen emperyalist güçlere karşı; dil, din, ırk, mezhep ve inanç farklılığı gözetmeden, el ele omuz omuza verip mücadele ettiler ve tarihte eşi ve benzerine az rastlanan büyük bir zafer kazandılar.

30 Ağustos,  Ulusumuzun sonsuza kadar  bağımsız kalmasını sağlayacak bir dizi askeri ve siyasi zaferin başlangıcı olmuştur. Bu nedenle, çağdaş ve saygın Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı gün olarak da kabul edilmelidir.

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “ “Ya İstiklal, Ya Ölüm!” diyerek başlattığı kurtuluş mücadelesine, karakterinde bağımsızlık olan ulusumuz,  yediden yetmişe, genci yaşlısı, kadını erkeği ve hatta çocuğu ile katılmıştır. Bağımsızlık için ant içmiş Türk Halkının, sahip olduğu  mücadele azmi ve inancı sayesinde zafer kazanılmıştır.

Zor koşullara rağmen,  Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde kazanılan bu zafer, Bağımsız, özgür, çağdaş ve saygın Türkiye Cumhuriyetinin kapılarını açtığı gibi tüm dünyadaki mazlum milletlere de örnek bir mücadele olması bakımından büyük bir öneme sahiptir.

Büyük Zafer’den bir yıl sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, kısa süre içinde sanayide, ekonomide, eğitimde, sağlıkta ve yaşamın pek çok alanında önemli başarılara imza atmış tüm Dünyanın takdirini kazanmıştır.

Bugün bize düşen en büyük görev, Cumhuriyetimize ve  bizlere sunduğu her güzelliğe sonuna kadar sahip çıkmak ve korumaktır.

Büyük Atatürk’ün vasiyetini yerine getirmek için, Cumhuriyetimizi ve demokrasiyi daha ileri noktalara taşımak ülkemizi çağdaş medeniyetler düzeyine taşımak vazgeçilmez idealimiz olmalıdır.

Ayrıca,  30 Ağustos Zaferi’nin kazanılmasına neden olan etkenleri hiçbir zaman unutmamalı, gelecek nesillere aktarmalıyız.

Zafere giden yolda canlarını hiçe sayan, şehitler ve gazilerin anısına saygı duymak salgın gerekçesi ile kutlamaktan vazgeçmemek gerekir.

Büyük Zaferimizin 98. Yıl dönümünü kutlamaya karar veren Belediyelerimize de GAZETE İSTANBUL  olarak teşekkürlerimizi sunar, her yıl olduğu gibi bu yıl da Zafer Bayramımızın “gerekli bulaş önlemleri alınarak”gönülden ve coşkuyla kutlanacağına inancımızı ifade etmek isteriz.

Bu duygu ve düşüncelerle, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları  olmak üzere,  bu zaferi bize armağan eden bütün kurtuluş savaşı kahramanlarını, şehitlerimizi ve ebediyete intikal etmiş kahraman gazilerimizi, şükranla ve minnetle anıyor 30 Ağustos Zafer Bayramını içtenlikle kutluyoruz. 

GAZETE İSTANBUL

 


ZAFER BAYRAMI KUTLU OLSUN

Şahabettin KÜÇÜKYAZICI

Osmanlı İmparatorluğunun Orduları dağıtılmış, bütün tersanelerine girilmiş, Dünya Savaşını kaybeden Almanya ile birlikte inanılmaz ağır koşullar içeren bir anlaşma imzalamak zorunda kalmıştı. Bu  durumdan en büyük zararı Türk Ulusu görmekteydi.

Büyük Önder Mustafa Kemal ve silah arkadaşları tarafından asla kabul edilemeyen koşullara bütün Türk Halkı karşı çıktı.

Türkler, Anadolu topraklarının paylaşılması için birleşen emperyalist güçlere karşı; dil, din, ırk, mezhep ve inanç farklılığı gözetmeden, el ele omuz omuza verip mücadele ettiler ve tarihte eşi ve benzerine az rastlanan büyük bir zafer kazandılar.

30 Ağustos,  Ulusumuzun sonsuza kadar  bağımsız kalmasını sağlayacak bir dizi askeri ve siyasi zaferin başlangıcı olmuştur. Bu nedenle, çağdaş ve saygın Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı gün olarak da kabul edilmelidir.

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “ “Ya İstiklal, Ya Ölüm!” diyerek başlattığı kurtuluş mücadelesine, karakterinde bağımsızlık olan ulusumuz,  yediden yetmişe, genci yaşlısı, kadını erkeği ve hatta çocuğu ile katılmıştır. Bağımsızlık için ant içmiş Türk Halkının, sahip olduğu  mücadele azmi ve inancı sayesinde zafer kazanılmıştır.

Zor koşullara rağmen,  Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde kazanılan bu zafer, Bağımsız, özgür, çağdaş ve saygın Türkiye Cumhuriyetinin kapılarını açtığı gibi tüm dünyadaki mazlum milletlere de örnek bir mücadele olması bakımından büyük bir öneme sahiptir.

Büyük Zafer’den bir yıl sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, kısa süre içinde sanayide, ekonomide, eğitimde, sağlıkta ve yaşamın pek çok alanında önemli başarılara imza atmış tüm Dünyanın takdirini kazanmıştır.

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI KUTLU OLSUN

GAZETE İSTANBUL

Yapılan Yorumlar

7 Haziran 2020 Pazar

IRK AYIRIMI

www.google.com

AYIRIMCILIK NEDİR?

Şahabettin KÜÇÜKYAZICI
Ayırımcılık,insanlık tarihinde  sürekli sorun yaratmış, yaratmaya da devam etmektedir.
İnsanlar, genellikle kendileri ile aynı ten rengini, vücut yapısını taşımayan, hatta çoğu kez aynı dili konuşmayan diğer inanlara karşı mesafeli davranmışlardır.
Keşifler sonunda farklı ten renginde insanlarla tanışmışlar, onları kendilerinden görmemek eğiliminde olmuşlardır.
Başlangıçta, bu farklılık çok farklı boyutlara ulaşmış, halka açık yerlere, farklı renk ve ırktan insanların giremeyeceğine dair tabelalar konulması aşamasına kadar gidilmiştir.
Ancak, zaman içinde farklı etnik köken, ulusa veya dine mensup olmanın, düşmanca, aşağılayıcı yahut onur kırıcı davranışa maruz kalmayı gerektirmeyeceği düşüncesi toplumlar tarafından benimsenmiştir.
Ayırımcılık denilince, en basit anlamında etnik kökeni nedeniyle kişinin işe alınmaması veya kendisine hizmet verilmemesi akla gelmektedir.
Daha geniş anlamda, bir insana nereli olduğununsorulmasının dahi ayırımcılık olarak değerlendirildiği gibi durumlarla karşılaşılmaktadır. Fransa’da doğmuş bir Fas-Cezayir kökenli, Almanya’da doğmuş farklı aksanla konuşan herhangi bir kişi bu tür bir ayırımla karşılaşabilmekte ve geçmişten gelen bir ırkçılığın yansıması olarak kabul edilmektedir.
Amerika’da bu en geniş boyutlarda yaşanmakta, siyah ırktan birisinin, kendisini Amerikalı olarak tanımlamasına soğuk bakılmaktadır. Obama’nın Başkanlık yapmasını bile, pek çok müellif O, siyah derili bir beyazdı şeklinde kabul etmeme eğilimindedir.
Bununla birlikte, devletler, uluslararası kuruluşlar, ırkçılığı ve ayırımcılığı kınayan, kabul etmeyen eşitlikten yana yasalar yapmış ve benimsemişlerdir.
Eşitlik Yasası, yaşa, kökene, uyruğa, dile, dine, inanca, görüşe, siyasi etkinliğe, sendika etkinliğine aile ilişkilerine, sağlık durumuna, özürlülüğe, cinsel yönelime ya da herhangi başka bir kişisel nedene dayanılarak ayrımcılık yapılmasını yasaklamaktadır. Hiç kimsenin yukarda sıralanan nedenlerden dolayı bir diğerinden daha kötü bir konuma düşürülemeyeceği, keza cinsiyete dayalı ayırımcılık da yapılamayacağı tüm dünya ulusları tarafından kabul edilmiş bulunmaktadır.
Tüm dünyada, ABD'de zencilere karşı yapılan ayırımcılık şiddetle protesto edilmektedir.
Günümüzde İsrail’de bile ayrımcılık karşıtı eylemler yapıldığını tanık olunmaktadır.
.
Yapılan Yorumlar

4 Nisan 2020 Cumartesi

ANILARIM - DÖRDÜNCÜ BULÜM


google.com

ANILARIM - 4

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

İSTANBUL’DAYIZ
“Anılar:4”
Osmancık’tan, komşularımızdan, özellikle de ineklerimiz ve minik buzağımızdan ayrılmak çok zordu. Küçük yaştan beri iç içe yaşamıştım onlarla. Onların doyurulması, sulanması, sütlerinin sağılması-pişirilmesi, peynir, yoğurt-yayık-tereyağı aşamaları günlük yaşantımızın bir parçası olmuştu. Bu taşınma kararının ilk belirtisi ineklerimizden ayrılmamız oldu. Babam, satılana kadar onları yaylaya gönderdi. Sanki ailemizin bir parçasından ayrılıyorduk. Memur ailesi olmakla birlikte, gaz-tuz-şeker ve giysiler dışında pek çok şeye para harcamamayı öğrenmiştik. Acaba ben sınıfta kalmasam, yine taşınma kararı verilir miydi? Bu konuda hala karar veremiyorum. Zira, benim okul taksidim, tatillerde gidiş-geliş masraflarım, önemli bir gider kaynağıydı. Ayrıca, kendimizin üretmesi hoşumuza de gidiyordu. Bahçeden meyve – sebze toplamak ben ve kardeşlerim için ayrı bir zevkti.
İşte eşyalarımız toplanmış, bizi İstanbul’a götürecek kamyonu bekliyorduk. Ve o an geldi. Osmancık’a geldiğimizde olduğu gibi, kamyon kasasında eşyalar arasında çocuklar için bir bölme bırakıldı. Komşularla vedalaşmalar tamamlandı. Arkamızdan sular döküldü. Kamyonumuz hareket etti.
Yol boyunca yiyecek ihtiyacımız için hazırlıkları yapmıştı Annem. Hareket saatimiz, öğleni bulmuştu. Kamyon şoförü İstanbul’a sabah ulaşacağımızı söylüyordu. Yolda molalar veriliyordu. Hava karardığında Bolu Dağını tırmanıyorduk.
Bir ara kamyonumuz durdu. Dışarıdan gelen seslerden bir sorun olduğu anlaşılıyordu. Kamyon şoförü Babam’a, hocam madem sigara içiyorsun Bafra bari içseydin diyordu. Soğuktan korunmamız için konulan kilimleri aralayıp baktım. Ortalık kapkaranlıktı. Üstelik sis te vardı. Gelen geçen kamyonlardan yardım istendi. Kamyonumuzun far arızası giderildi. Sonradan öğrendiğimi göre, Bafra Sigarası ambalajındaki folyo, farlardaki temassızlığı gidermek için kullanılmıştı.
Sabah ışıkları ile birlikte Harem iskelesindeydik. Arabalı vapurla karşıya geçtikten sonra, sora sora Bakırköy, Bahçelievler bulundu.
Haznedar İlkokulu yakınında bir boş arsada durduk. Bahçelievler haznedar o tarihlerde yeni yapılaşmaya başlamış, parsellere bölünmüş, bazılarında iki veya tek katlı evler yapılmıştı.
Anladığım kadarı ile Babam çevrede kiralık bir ev bulana kadar biz kamyonda bekleyecektik. Kamyoncu ile de öyle anlaşmış. Yıllar sonra bu bana büyük bir cesaret örrneği gibi gelmiştir. Yeni bir kente gidiyorsunuz. Eviniz belli değil. Tek güvenceniz atandığınız İlkokul.
Nitekim öyle oldu. Okulun tek görevlisi, Babamla birlikte çevreyi dolaşmaya çıktılar. Bir süre sonra döndüklerinde, yüzleri gülüyordu. Ev bulmuşlardı. Karaköy’de ikamet eden yaşlı bir amca, bir arsa üzerine yaptırdığı tek katlı evini kiraya vermeye razı olmuştu.
Henüz çatısı olmayan, ikinci kat için sütun başlarında kolon demirleri bırakılmış, üç odalı bir evdi. Eşyalar indirildi. Aylık yüz elli liraya kiraladığımız bu eve yerleşmeye başladık. Bu evin tek özelliği, ev sahibinin sürekli tekrarladığı gibi, o yılların ünlü aktörlerinden Efgan Efekan’ın komşumuz olması idi. İki bina ileride Bakırköy – Bağcılar yolu geçiyordu. Suyumuz yoktu. Kuyudan temin edecektik. Görünen oydu ki kasabadakinden daha güç koşullar bizi bekliyordu. Erkut Okullar açılınca Ankara-Hasanoğlan’a artık ikinci sınıf öğrencisi olduğu okuluna gidecek, Ben, Bakırköy Lisesine kayıt olacaktım. Meliha için sorun yoktu. Okul evimize yakındı.
Haznedar, Bakırköy İlçe sınırları içinde, Bağcılar ve Güngören köyleri ile Eski Londra Asfaltı olarak bilinen yol boyunca uzanan bir arazi üzerinde yeni kurulmakta olan bir semt idi. Kiraladığımız eve beş yüz metre uzaklıkta bir bakkal dışında, Bağcılar Caddesi üzerinden Bakırköy’e çalışan minibüsler bizi sosyal yaşama bağlıyordu. Babamın yeni atandığı İlkokul denilince, aklınıza bilinen okul yapıları gelmesi. Bu okul, aslında bir baraka idi. Milli Eğitim kayıtlarında adı da Baraka Okul idi. Bir zamanlar kışlalarda kullanılan, muhtemelen Amerikan Yardımı olarak yurdumuza gelen çinko levhalardan oluşan binalardı. Yağmur yağdığı zaman sesi ile ritim tutulan, soğukta öğrencilerin yanan sobaya rağmen titrediği iki binadan ibaretti. İçeride bölmeler yapılarak sınıflar, yönetim odası, tuvaletler oluşturulmuştu. Çaresiz Kardeşim bu okulda öğrenimine devam edecekti. Biraz ileride yeni okul binası inşaatı hızla yükselmekteydi.
Annem aslında, becerikli bin insandı. Bütün bu taşınmalar, yenilikler onu yıldırmaya yetmiyordu. İnanılmaz çözümler üreterek aile bütçesine katkılarda bulunuyordu. Gelirken, İstanbul koşullarında zorlanmayalım diye, yeterince kuru gıda, patates, soğan getirmeyi ihmal etmemişti. Sokak aralarında bağırarak geçen, yoğurtçular, sütçüler, araba ile satış yapan sebzeciler vardı. Balıkçıdan tanesi yetmiş beş kuruşa satan aldığımız enfes palamutlar da soframıza ayrı bir değer katıyordu. Palamut , o yılların en ucuz balığıydı. Bir tanesi kiloya yakın, belki de fazla çekerdi. Şöyle anlatayım. Bir palamut tava, yanında salata-pilav dört kardeşin karnını doyurmaya yetiyordu.
Benim, Kabataş Lisesinden kaydımın alınıp, Bakırköy’e kayıt işlerim tamamlandı. Geçen yılki kitaplarımın kullanacaktım. Yazarları farklı olan kitaplarımı da temin etmiş, okulların açılmasını bekliyordum. Bakırköy Lisesi, bir önceki yıl Yavuz Evler İlkokulu bünyesinde faaliyete geçmiş, ama bütün sınıfları olan bir Okuldu. Çünkü, sürekli göç alan İstanbul’un, yeni sanayi kuruluşları da bu bölgede yükseliyordu. Okul yeni yapılmış, pek çok eksiği vardı. Yağmur yağdığında camlardan giren sular, koridorlardan merdivenlere doğru süzülürdü. Kabataş, erkek lisesi olmasına karşılık, burada kız-erkek birlikte öğrenim görecektik. Ben son kayıtlardan olmalıyım. 4-K şubesine verilmiştim. Yabancı dil seçimi olan Fransızca’yı değiştirmem mümkün olamadı. Ama Fransızca Öğretmenim Nesrin Gönülal’ı çok sevmiştim. İyi bir öğretmendi ve okul değiştirmemden kaynaklanan sorunlar konusunda bana büyük destekleri oldu. Sınıfım, çoğunlukla Bakırköy Orta Okulu mezunu olmakla birlikte, benim gibi nakil öğrencilerin sayısı da hayli fazla idi. Bu durum sınıfımıza ayrı bir hava veriyordu. Yıllar sonra da dostluğumuz sürecek çok renkli yüzler vardı. Saint Benoit’lı Ersan Gürses gibi. ODTÜ okudu. Başarılı bir mühendisti. Çok erken aramızdan ayrıldı. 144 Utku Onan, yıllar sonra Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı olarak diş tedavilerim için büyük yardımı olacaktı. SSK Müfettişi avukatlarımız, Genel Müdürlük yapan Makine Mühendislerimiz, Başarılı Müteahhit iş adamı Engin Karadeniz, Prof. Ömer Saraçoğlu, Eczacılar, Psikologlar, Havacı Pilot Subaylar, Hesap Uzmanları, Avukatlar, niceleri. Çok başarılı üniversite öğrenimi olan bir sınıf olduk. Öğretmenlerimiz bir kişi dışında çok iyi insanlardı. Kabataş Lisesinde, beden eğitiminden sınıfta bırakan m.u. buraya Müdür Yardımcısı olarak tayin olmuştu. Bu durum benim moralimi bozmaya yetmedi. Yeni arkadaşlarımı, sınıfımı çok sevmiştim.
Osmancık Orta Okulu’da iken, Bahçıvan Nuri Dayı bize oku bahçesine ağaç dikme işini sevdirmişti. Boş derslerde nuri Dayıya yardıma giderdik. Tüm okulun etrafını ağaçla donatmıştık. Bakırköy Lisesi bahçesi henüz inşaat artıkları ile doluydu. Müdürümüz Macit Karakurum kısa sürede, Okol Bahçesini temizletmiş, ağaç dikim işlerine başlamıştı. Bu gün Bakırköy Lisesi bahçesinde gördüğünüz 50 yaşında ağaçların dikilmesinde katkım olması ile övünürüm her önünden geçişimde.
Haznedar’dan Bakırköy’e 98 numaralı otobüsle gidip-geliyordum. Güzel havalarda yürümek bile mümkündü. Bakırköy – Haznedar arasında henüz yapılaşma yoktu. Yeni Evler-Rahmi Duman Kliniği, sonrasında İncirli’de Ömür dinlenme tesisleri. Arada Haznedar’a kadar tek tük ev evler vardı. Büyük yazlık sinemalar, futbol sahaları ve yolun solunda, E- 5’e paralel uzanan, Mazhar Osman olarak bilinen, meşhur Ruh Hastalıkları Hastanesi ile sağda uzanan, fabrikaya ham madde taşıyan Çimento Fabrikası teleferikleri.
Yıllar içinde, Ömür Gazinosu yenilenecek, sonrasında ve öncesinde, Türkiye düzeyinde ünlü iki meşrubat fabrikasının binaları yapılacaktır.
Haznedar, Eski Londra asfaltı üzerinde, Montaj Fabrikaları, Fabrikalar Bölgesi, demir Döküm, Vita, Ateş Tuğla gibi büyük fabrikalar bulunuyordu. Sürekli dumanı tüten, bir Kireç Ocağımız da ayrıcalığımızdı. Karşısında yer alan, sonradan Efes Pilsen Bira Fabrikasının inşa edileceği büyük alan ise, bildiğimiz çiftlikti. Merter Çiftliği, ineklerin, koyunların otladığı büyük bir çiftlikti. Çoğu zaman taze süt, sebze-meyve almaya giderdik.
Topkapı’ya doğru uzanan tepede, ünlü Davutpaşa Kışlası yer almaktaydı. Milli Bayramlarda, askerler, zırhlı birlikler buradan hareketle Vatan Caddesine törenlere katılmak üzere giderlerdi. Daha ileride Ülker, Karaca gibi büyük sanayi kuruluşları yer alırdı.
Kış ile birlikte yollarımız çamur oldu. Otobüs durağına ulaşmakta güçlük çekiyor, otobüs içinde ve okulda çamurlu ayakkabılarla dikkat çekiyordum. Annem, bana bir çizme alınması, durağa kadar çizme ile gidip, Durakta ayakkabılarımı giymem şeklinde bir formülle sorunu çözdü.
Babamın maaşı, dört çocuklu bir aile için yetersizdi. Kira ağır geliyordu. Kasabada bıraktığımız ineklerimiz satılmış, onlardan sağlanan para bankada duruyordu. Bununla bir arsa alıp ev yapmak planları vardı ailenin. Bu arada, Babamın amcasının oğlu ile evlenen, Bakırköy Derbi Lastik Fabrikasında çalışmakta olan, çok sevdiğimiz Muhittin ağabeyin, fabrika yakınında bir evde bir kaç arkadaşı ile birlikte, kötü koşullarda kaldığını öğrenince bizim eve konuk olarak taşınmasına izin verildi. Çok geçmeden de küçük Teyzem ile evlilikleri gerçekleşti.
Nasıl gelişti hatırlamıyorum. Ama kız kardeşimin önümüzdeki yıl okuluna Kargı’da devam etmek üzere ayrılması ile sonuçlandı. Yaz tatilinde Meliha Kargı’da kaldı. Zaten, Kargı ile bağlarımız devam ediyordu. Meliha’nın Anneannemle kalması, okula orada gitmesi, Onun kabul edilemez duygular yaşamasına neden olmuş, yıllar sonra bile konu açıldığında üzüntülerini belirtmiştir. Muhittin ağabeyimle, Gül Teyzem de evlilikten bir süre sonra ayrı bir ev taşındılar. Bizim ailenin, ev yapma projesi yaz tatili ile birlikte uygulanmaya başladı. Lise ikinci sınıfa geçmiştim. Çocukluk yılları geride kalıyor, gençlikle tanışıyordum.
Bakırköy, o yıllarda, Sirkeci’ye gitmek için aldığınız banliyö biletinde, Bakırköy – İstanbul yazan, İstasyondan çıktığınızda, hemen soldaki sokak içinde sıra sıra faytonların sizi beklediği bir ilçe olmasına karşılık, bir sanat beldesiydi. Sinemaları, Halk Evi, sanatçılarıyla kültür merkezi idi. Türk Sinemasının, Kenan Pars, Ahmet Tarık Tekçe gibi önde gelen isimleri burada oturur, sinema ve tiyatrolarında güncel film ve oyunlar oynanırdı.
Tren dışında, dolmuşlar ve İETT otobüsleri de vardı elbette. Bakırköy -Taksim, Osmaniye – Eminönü, Akıl Hastanesi – Eminönü. Bakırköy – Topkapı.
Kışlık ve yazlık sinemalar, sahilde, Normandi ve Miltiyadi isimli iki büyük çay bahçesi vardı. Biz böyle telaffuz ediyorduk ve o tarihlerde böyle büyük çay bahçelerine “Gazino” deniliyordu. Ayrıca, Bakırköy Sporun bahçesi. Hemen bütün Bakırköylüleri burada bulmanız mümkündü.
İstasyon Caddesi ve İstanbul Caddesi, çarşı-pazar buradan ibaretti. Sahile inen yol üzerinde iki kilise nüfus hakkında bilgi vermeye yetiyordu.
Bugün dahi önemli yerleşim merkezlerinden olan Emlak Konut Evleri yapılmaya başlamıştı.
Yaz tatili başladığında, Haznedar ile Güngören arasındaki, Kireç Ocaklarına yakın bölgede aylık iki yüz elli lira taksitle satın aldığımız arsamız üzerinde, ev yapmak üzere , ileride fosseptik çukuru olacak, kireç kuyusu için, Babamla birlikte ilk kazmayı vurmuştuk.

27 Mart 2020 Cuma

ANILARIM-26 EMEKLİLİK

google.com
yandex.com.tr

ANILARIM -26

EMEKLİLİK

Yine bir doğum günü ataması.28.09.2002 . Bakan önerimizi uygun bulmuş, Sigara Sanayii Müessese Müdürlüğüne nakil yerine, Genel Müdür Yardımcılığına atamam yapılmıştı. Bir memur için sevindirici haberdi. Nitekim duyan herkes tebrik ediyordu. Fakat, Ankara’dan gelen haberler yeni bir dönemin başlangıcını işaret ediyordu.. Atamalar Müessese Müdürlerinin değiştirilmesi ve boş bulunan Yardımcılığa atama ile sınırlı kalmamış, Yönetim Kurulu iki Genel Müdür Yardımcısının müşavir yapılarak, yerlerine, İnşaat Dairesi Başkanı ile Özel Kalem Müdür Vekili Müfettiş arkadaşımızı da Genel Müdür Yardımcısı olarak tayin etmişti.
Bu durumda Tekel üst yönetiminde yeni bir dönem başlıyor demekti. Genel Müdür bu durumdan memnun olmamış olmalıydı. Fakat durumu idare ediyordu. Nitekim bir süre sonra, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı Sezai Ensari Tekel Genel Müdürü olarak atandı. Genel Müdürümüz de, Özelleştirme İdaresi tarafından kendi genel müdürlüğüne müşavir olarak atandı. Normal bir dönemde tür uygulamaların olması mümkün değildi. Hayretler içinde izliyordum.
Sezai Ensari göreve başladıktan sonra, Tekin Kaymakoğlu ve beni yakın çalışma arkadaşı olarak belirledi. Kendisine vekalet konusunda da Tekin Beyi tercih etmişti.
Genel Müdürle iyi anlaşıyorduk. Ancak, bir süre sonra Ensari bana karşı bir tutum takınmaya başladı. Herhangi bir şeklide kendisinden bunun nedenini öğrenmem mümkün olmadı. Haricen duyduklarım da ipe sapa gelmez konulardı. Tekel, Özelleştirme İdaresi tarafından satışa hazır hale getirilebilmesi için tanınmaz bir hale getirilmişti. Muhtemelen bu ortamda ben Özelleştirme İdaresi beklentilerine uygun davranmıyor olmalıydım. Esasen, son atamalarla, görevlerinden alınan genel müdür yardımcıları ve müessese müdürleri de bana göre haksızlığa uğramışlardı. Tekel’e yıllarını vermiş çok değerli, Tekelcilik ruhu ile yetişmiş kişilerdi. Elbette, iktidarlar yeni atamalar yapabilirlerdi. Ancak, yapılacak iş ve işlemlerin hukuka uygun olması gerekirdi.
2002 yılı başında, Hüsamettin Özkan ile yollarını ayıran Başbakan Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli’nin tavsiyesi ile erken seçim kararı alacak, kuracağı yeni hükümet ile girdiği seçimlerde DSP baraj altında kaldığı için TBMM'ne giremeyecektir.
Kasım/2002 tarihinde yapılan seçimlerde AKP % 35 oy oranı ile tek başına iktidar oldu. Recep Tayyip Erdoğan milletvekili olmadığı için, hükümeti Abdullah Gül kurdu. Özelleştirmeden sorumlu Bakan ise, meşhur babalar gibi satarım sözünün sahibi Kemal Unakıtan oldu.
Pazarlama Müessese Müdürlüğünden ayrıldığımda, Alkollü içkilerde Tekel’in Pazar payı, yetmiş milyon litre satışı olan rakıda yüzde yüz, diğer yüksek alkollü içkilerde yüzde otuz, şarap ve birada ise yüzde on. Sigarada ise, yüzde yetmiş olarak gerçekleşmekte idi. Yıllardır, içten ve dıştan Tekel’i yıkmaya uğraşanlar bu rakamları karşısında çılgına dönüyorlardı. Bu nedenle, Tekel yönetimine, taleplerini sorgusuz gerçekleştirecek kişileri getirmek istiyorlardı.
Bir yıl kadar, yeni Genel Müdürle birlikte çalıştım. Bu arada Yaprak Tütün ve AKP ve Sağlık Dairesinden sorumlu Genel Müdür Yardımcısı olarak doğruları yapmaya gayret gösterdim. Ancak, bir süre sonra, bana bağlı şubelerin evrakını komşu muavine imzalatmaya başladılar. Yazılı bir düzenleme yapılmamıştı. Ben, sendikalar ve sivil toplum örgütleri ile özelleştirme konusunda görüşmeler yaptığım şeklinde iletilen bilgiler üzerine, Genel Müdür özel kalemi ve yanında bir odacı ile benim odamdaki faks cihazını ve televizyonu söktürmüştü. Bir süre sonra da, beni, Teftiş Kurulu Başkanı Orhan Turhan’ı, diğer iki genel müdür yardımcısı arkadaşı, Halis Parlak’ı genel müdür olarak görevlendirdikleri Alkollü İçkiler Pazarlama Genel Müdürlüğüne yardımcı olarak tayin ettiler. Lojmanıma, ben içinde iken yeni bir tahsis yaptıkları için kendi evine taşınmıştım, yeni görevlendirdikleri birim, Maltepe’de olduğu için gidip-gelmek konusunda sıkıntılarım vardı. Halis Parlak, Maltepe Konukevinde kaldığı halde, hizmet otomobilinden yararlanmama izin vermiyordu. Sonra bana da hizmet otomobili verdiler, şoförü yoktu. Yeni kurdukları genel müdürlüğün, masa sandalyesi dahi olmadığı gibi yapacak işi de yoktu. Bana göre, TTK hükümlerine göre oluşturulan şirketlere, DMK kapsamında çalışmakta olan bizlerin, atanması kanunsuzdu. Çünkü, biz Devlet Memurları Kanuna tabi idik. Pazarlama Müdürlüğü kadrolarının 657 kapsamına alınabilmesi için Yasa ve kadro kararnamesi gerekiyordu. Ama Özelleştirme İdaresi yapar yorumu ile hızla yol aldılar. Bütün başvurularımız, bizzat Başbakana ilettiğimiz resmi nitelikli mektuplar cevapsız kalıyordu.
Özelleştirme ili ilgili olarak, DSP, MHP, ANAP koalisyonu tarafından, 4046 Sayılı Kanun ve 233 Sayılı KHK’da yapılan değişiklikler, 06.07.2001 tarihinde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından veto edilmesine rağmen, özelleştirmede kararlı olan Bülent Ecevit hükümeti, yasanın virgülüne dokunmayarak yeniden göndermek suretiyle tekrar vetosunu engellemek yolunu tercih etmiştir. 03.Ocak.2002 yılında çıkarılan bu Kanun sayesinde Tekel dışında özel firmalar sigara üretimine başlamıştır.
O tarihlerde hayretler içinde, iktidar ortağı DSP ve Başbakan Bülent Ecevit’in muhalefette iken söylediklerini hiç gündeme getirmeyerek bu kararları imzalamalarını büyük bir şaşkınlıkla izledim. Bu arada, AKP Genel Başkanının milletvekili seçilebilmesi için Siirt milletvekili istifa ederek, ara seçim yapılması ve Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakan olması Deniz Baykal’ın desteği ile sağlandı.
Alkollü İçkiler Sanayii Genel Müdürlüğü satışı, 23.12.2003 tarihinde gerçekleşti. Alkollü İçkiler Genel Müdürlüğü satışına, şeker için kullanılan pancardan yan ürün olarak alkol üreten Şeker Fabrikaları bünyesindeki tesislerin de dahil edilerek uygulanması asla kabul edilemez bir oldu bitti idi. Türkiye hala etil alkol
ihtiyacını ithalat yoluyla karşılayabilmektedir. Son zamanlarda, Amasya Şeker Fabrikasını satın alan firmanın etil alkol üretmeye başladığı basında yer almış bulunmaktadır.
Aynı tarihlerde, Sigara Sanayii Genel Müdürlüğü de satışa çıkmıştı. Fakat, satış ihalesi sonuçlandırılamadı. Hatta, 2004, 2005 yıllarında da tekrarlanmasına rağmen yine bilinmeyen bir nedenle ihale sonuçlandırılmadı. Sigaranın satışı ancak, 22.02.2008 tarihinde sonuçlandırılabilmiştir.
Ben Müessese Müdürü olduğum tarihlerde, yüzde yetmişlerde olan sigaradaki Tekel pazar payı,ben ayrıldıktan sonra yüzde otuzlara kadar geriletilmiştir. Satın alan da yabancı bir firma olmuştur. Tüm markaları ile aldığı Tekel’i yabancı şirket tamamen yok etmiştir. Milli Mücadele yıllarında can ve kan pahasına elde edilen KİT’lerin bu kadar kolay elden çıkarılması, yaşamımda beni en çok üzen olaylardan birisi olarak hatıralarımdadır.
Alkollü İçkiler Pazarlama Genel Müdürlüğü adıyla kurulmuş olan şirket, Tekel dönemindeki hesapların tasfiyesinin gerçekleştirilmesi nedeniyle faaliyetini sürdürmüş, bu arada ben de Cibali’de bulunan binalarımıza taşınan Şirketteki görevime devam etmiştim. Ancak, bu şirket kapatılırken yeniden Teftiş Kuruluna tayinimi istedim. Bunu gerçekleştirdiler. Fakat, çok kısa bir süre sonra ihtiyaç fazlası personel olarak Orman Genel Müdürlüğüne tayinimin yapılacağını öğrendim. Emekliliğimi istedim.
.Kanun gereği, Müdürlük yaptığım Kurum, Genel Müdürlüğe dönüştürüldüğü için, Genel Müdür olarak emek edilmem zarureti bulunmakta idi. Özelleştirilen, MKE’nin, Genel Müdürlüğe dönüştürülen fabrikalarının eski müdürlerinin ve diğerlerinin, Genel Müdür olarak intibaklarının yapıldığını tespit etmiştim. Bu nedenle, oldukça sevimsiz hale gelen kamu görevini sürmeye gerek olmadığına karar verdim. Genel Müdür Yardımcısı iken, yeni kurulan şirketlerimizin kadro kararnamesi ile ilgili taslağı hazırlamıştım.Yeni kurulan şirketlerin kadro kararnamesi çıktıktan sonra, hak kaybım olmayacaktı. O tarihe kadar da Kararname çıkmasını beklemiştim. Fakat, benim ayrılmamdan sonra, Özelleştirme İdaresinin kendi yorumu ile Kararnameyi imzaya iletmediği gibi, TTK’na göre kurulmuş genel müdürlükler için Emekli Sandığına personel için emekli aidatları yatırılmasını temin etmiş olduğunu öğrendim. Bununla da kalmayıp, bazı personelin Genel Müdür kadrosuyla emekli edildiğini tespit ettim. Bunlarla ilgili belgeleri Bilgi Edinme Kanunu uyarınca temin ederek, itirazlarımı yaptım. Ben bunlarla uğraşırken, Danıştay da TTK’na göre kurulmuş şirket genel müdürünün Emekli Sandığından Genel Müdür kadrosu ile emekli edilmesini uygun bulunduğuna dair karar verdi. Bu konudaki itirazlarımdan da sonuç alamadım.
Bu gün hala, mevzuatımıza göre, Ben diğer Tekel Müessese Müdür ve Müdür Yardımcılarının Genel Müdür ve Genel Müdür Yardımcısı olarak emekli olmak ve 15 yıllık birikmiş maaş farklarını almak yasal hakları olduğuna inanıyorum.
Böylece 33 yıl 11 ay süren devlet memurluğundan ayrılmış oluyordum.
AMA HAYAT DEVAM EDİYORDU.
İstanbul, 2020

  


  




Yapılan Yorumlar

23 Mart 2020 Pazartesi

ANILARIM - 25 TEKEL PAZARLAMA


 google.com


ANILARIM – 25
TEKEL PAZARLAMA
Şahabettin KÜÇÜKYAZICI

TURMOB Genel Kuruluna gitmeden önce, Cibali’de bulunun Pazarlama ve Alkollü İçkiler Müessesi Müdürlüklerine uğramış arkadaşları ziyaret etmiştim. Pazarlama Müessese Müdürlüğü için müfettiş kökenli bir arkadaş ile yardımcılardan birisinin adının geçtiği anlatılıyordu. Ankara’daki hava ise başkaydı. Ankara dönüşü, Sirkeci Başmüdürlük binasındaki Müfettiş odasında idim, Genel Müdürlük özel kalemi arıyor dediler. Özel Kalem Müdürü “Bakan geliyor. Toplantıya sende katılıyorsun” dedi. Daha önce de yeni Bakanlar,  Daire Başkanları ve Müessese Müdürleri ile toplantı yapardı, bu toplantılara, yöneticiler dışında katılan olduğunu duymamıştık. Tekin Kaymakoğlu bu konuda ciddi idi, toplantıya gittim. Bakan tek tek herkesle tanıştı. Benim Pazarlama ve Dağıtım Müessese Müdürlüğüne atanmam da orada gerçekleşti.
Toplantı sonunda, Unkapanı - Cibali arasını her zaman olduğu gibi yürüyerek gittim. Nalıncı Mimi Dede’nin önünden geçerken haydi hayırlısı diye geçirdim içimden.
Müesseseye vardığımda, haber benden önce ulaşmıştı. Müessese Müdürlüğünün tamamlayıcısı, özel kalemi Selma ve Nigar Hanımlarla birlikte göreve başladım.  Onların varlığı benim için de güvence idi. Yardımcılarım Cevdet Terliksiz, Alaaddin Oraloğlu, Hikmet Deniz, Şükran Gündoğmuş ve bütün şube müdürleri görevlerinin ehli, yıllardır tanıdığımız takdir ettiğimiz kişilerdi. Hepsi, az sonra kutlama için odamdaydı. Çok sıcak bir ortamda yeni görevime başlamıştım. Selma ve Nigar 81 Başmüdürlükten gelen telefonları da en iyi şekilde yönlendiriyorlardı.
Bakan Beyin teklifinden bu yana düşünüyordum. Pazarlama ve Dağıtım Müessesesi aslında ateşten gömlek miydi? Tekel’in özelleştirilmesi gündemde olduğu bir dönemde neler yapılabilirdi?  12 Eylül’den sonra gelen Bakanlar, Recai Baturalp, Vural Arıkan bakanlarımızın,  Tekel’in özelleştirilmesine, Türkiye pazarının yabancı sigara tekellerine açılmasına karşı çıktıkları için bakanlıklarından olduklarını biliyordum.  Müfettiş olarak 1984 yılında yaptığım bir  inceleme sırasında gözlemlediğim Tekel’in yok edilmesine yönelik çalışmalar, sigara kaçakçılığının önlenmesi gerekçesiyle Tekel’e ülke genelinde yabancı sigara ithal ettirilerek, kendisine rakip firmaların ürünlerinin dağıtım ve satışının yaptırılması sağlanmış, bu şekilde yabancı şirketlerin ulaşmalarının mümkün olmadığı en uzak yurt köşesinde bile  ithal markaların satılmaya başlaması, kafamı kurcalamaktaydı.
Öncelikle kendim için yol haritası belirlemem gerekiyordu. Elbette işin başında, Bakanla, Genel Müdürle ters düşmek, hükümet politikasıyla  çelişmek olmazdı. Ama göz göre göre de Tekel’in yok olmasına seyirci kalamazdım. Geceleri çok az uyuyor, uyku aralarında kalkıp notlar alıyordum. Sabah ilk işim bu notlarımı idari emir haline getirmek, sonra olağan işlere başlamak oluyordu. Bu konuda çalışma arkadaşlarımdan büyük destek gördüm. Kısa zamanda Tekelcilik ruhu yakalamıştık.
Kutlamalar falan derken, Aralık ayı gelmişti. 1999 Pazarlama Müessesesi için yoğun bir aydı. On yıl önce Müessese Müdürlüğü olarak yapılandırılmıştık. Bütçemiz, bağlı kuruluşlarımız, iş hacmimiz, personel sayımız Türkiye’deki pek çok Genel Müdürlükten daha büyüktü. Çalışma düzenimiz de genel müdürlük gibiydi. Yönetim Komitesi diyorduk adına, Komite benim başkanlığımda dört yardımcımdan oluşmakta ve her toplantı gündemi uzun inceleme ve görüşmeler gerektiriyordu. Toplantı gündemi önceden üyelere  iletilir  hazırlık yapmaları sağlanırdı. Teklif sahibi şubenin bağlı olduğu Müessese Müdür Yardımcısı, teklifini anlatır, diğer üyeler görüşlerini bildirir ondan sonra karar alırdık. Bütün kararların oy birliği ile alınması konusunda kendi kendime prensip kararı almıştım. Ayrıldığım güne kadar da buna uydum.
Yabancı menşeli İçkiler için de ithalat serbestisi getirilmiş olmasına rağmen, Türk Rakısının lokomotif rolü nedeniyle, yerli içki sektöründe önemli bir gerileme görülmemiş olmasına karşılık,  yıllar boyu kaçak olarak yurda getirilen Amerikan Menşeli sigaralara olan talep, Türk Sigaralarının Pazar payında önemli düşüşlere neden olmuş durumdaydı. Her geçen yıl de düşüş devam etmekteydi. İlk olarak, Tekel sigaralarının satışındaki düşüşün durdurulması hatta artırılmasını hedef olarak belirledim. Tüketici tercihleri, Amerikan tütünlerinin de bulunduğu harmanlara doğru yönelmiş olduğu için, bir yandan da Amerikan Tütün ithalatımız vardı. Bununla ilgili olarak da, Türk Tütünü ağırlıklı yeni harmanlarla yeni markalar altında üretimle Türk Sigaralarının Pazar payını korumayı amaçlamıştık. Bu konularda Genel Müdürümüzün destekleri tamdı.
Oğlum, Antalya Tıp Fakültesinden mezun olduktan sonra, atanmak için kuralara katılmış, Tosya Devlet Hastanesine tayini çıkmıştı. Bu ailece bizi rahatlatmıştı. Hem terör ortamından uzak güvenli bir bölgede çalışacak, hem de uzmanlık sınavlarına hazırlanabilecekti. Hastane yönetimi kendisine bir de lojman tahsis etmiş yeni bir hayata başlamıştı. Kızım da üniversite giriş sınavlarında başarı sağlamış, Yıldız Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Fakültesine kayıt olmuştu. K.Çekmece’den gidip gelmesinin zorluğu açıktı. Buna da bir çözüm ararken, Genel Müdürümüz  Bomonti Bira  Fabrikası bünyesindeki lojmanlardan tahsis yaptı. Bu da benim çalışma koşullarımda rahatlama ile birlikte Kızım için okul döneminde kolaylık demekti. Eşim emekli olmuş işe gidip gelme sorunu kalmamıştı. Diğer bir deyişle, Müessese Müdürlüğüne atanmam ile birlikte pek çok konuda da yaşamımda olumlu gelişmeler olmuştu. Eşim bir yıl önce  emekli olmuş, hatta ikramiyesi ile İstanbul’a yakın olduğu için, Tekirdağ sahilinde bir yazlık satın almıştık.  
Müessese Müdürleri genellikle, Tekel ortaklıklarında yönetim kurulu üyesi olarak ek görev almaktaydı. Benim de İsviçre’de bulunan Tabac Turc S.A. yönetim üyeliğine onayım çıkmıştı.
Genel Müdürümüz, iyi bir yönetici ve  devlet adamıydı. Her konuda  Tekel ve kamunun yararını  ön planda tutar, o yönde karar ve uygulamaları desteklerdi. Bu açıdan kendisi ile uyum içinde çalıştık.

Bölge Toplantıları
Müessese Müdürlüğüm dönemimde bana göre etkili olan çalışmalarımdan birisi de Bölge Toplantılarıdır. Avrupa’da kaldığım süre içinde, katıldığım seminerlerden aklımda kalan, satışlarda pazarlama elemanlarının etkinliğinin yüksek olmasıdır. Buradan hareketle, Tekel’in yeni kavuştuğu Toptan Satıcılık sisteminin iyi kullanılması, Tekel ürünlerinin, rekabet ortamında satışlarında başarı sağlamamızda etkili olacaktı. Aslında, sistemin kurucusu Genel Müdürümüz Mehmet Akbay idi. Bana göre o koşullarda uygulanabilecek uygun yöntemlerden biriydi. Toptan satıcı uygulaması. Özellikle Esnaf Odalarının içinde bulunduğu ticari şirketlerin öncülüğü, çok yerinde ve  Tekel’in yok edilmesini geciktirecek bir uygulamaydı. Fazla konuyu dağıtmadan, hafta sonları Esnaf Odalarının ev sahipliğinde  toptan satıcıların katılımıyla toplantılar düzenledim. Bu toplantılarda, Tekel ürünlerinin satışı konusunda bayileri yönlendirdik. Genel Müdür Akbay ve Esnaf Odaları Başkanı Bendevi Palandöken bu toplantılarımıza destek verdiler. Ankara Bölge toplantımızda Bakan ve Genel Müdürümüz   bizzat katılarak destek verdi. Bütün  Başmüdür arkadaşlarımız da heyecanımızı paylaştı. Çok güzel sonuçlar, tepkiler aldık. Müessese Merkezindeki arkadaşlarımız için, her hafta sonu bir bölgede toplantı yapmak yorucu idi. Bunun farkındaydım. Onlardan da bir gün olsun şikayet   duymadım. Yirmi yıl sonra  bu özverili çalışmalarından ötürü hepsine tekrar teşekkür ediyorum..
Adana Bölge toplantımız sonunda, Baraj gölünde gemide yediğimiz öğle yemeği, Erzurum Bölge toplantımızı yaptığımız Kayak Merkezini unutmak mümkün değildir. Trabzon, Gaziantep, Antalya, Muğla, Balıkesir, Kayseri, Konya , Samsun toplantılarımızın hepsinin çok güzel anıları bulunmaktadır. Asıl daha önemlisi, bu toplantılar toptan satıcılarımız ile bölge yöneticilerini buluşturarak ortak bir hedefte birleşmelerini sağlamıştır.
Sonuç olarak de beklediğim “Tekel ürünlerinin satışlarında artış sağlanmış, yabancı sigara ve içkiler karşısında gerilemesi durmuştur” Hatta bazı marka bazında artışlar sağlanmıştır.

Amerika Gezisi                 
Ağustos/1999 yoğun bir gün. Pazarlama Müessesesinde her gün diğerinden yoğun. Genel Müdürlük özel kalemi arıyor.” Üstat, pasaportunu gönder. Amerika vizesi için” Şaka gibi algılayıp önemsemedim. Akşama doğru yeniden pasaport gelmedi diye arayınca gönderdim. Akşam uğradığımda öğrendim, Genel Müdür, Muzaffer Arısoy üstat ve ben Amerika yolcusuymuşuz. Her gün akşam, Genel Müdürlüğe mutlaka uğrardım. Pazarlamadan sorumlu Genel Müdür Yardımcısı da ben gitmesem, mutlaka bir gerekçe bulup çağırırdı. Onun tutkusu da buydu. Eski Müessese Müdürü olarak kendisinde bu hakkı görüyordu. Kendisine yakın bir iki daire başkanı, genel müdür  yardımcıları   durum değerlendirmesi yaparlardı her akşam üzeri.
Bu arada, gün boyu gözden kaçmış unutulan bir şey olup olmadığını kontrol için de Genel Müdüre uğrardım. Esasen göreve başladığım günlerde, Genel Müdür, Özel Kalem Müdürüne ve bana, Müessese Müdürleri randevu almadan beklemeden odama girecekler diye talimat vermişti. Her yıl A.B.D.den alınacak tütünler için görevlendirilen heyet bu üç kişiden oluşmuş.
Yol arkadaşlarım, daha önce gittikleri için ABD konusunda deneyimli idiler. Ben ilk kez okyanus ötesi bir yolculuğa çıkacaktım. Frankfurt hava alanında,  Newyork uçağını bekledik. Oradan da . Washington DC’ye  uçacaktık. Aktarma sırasında, yer durumu nedeniyle ben tek başıma uçtum. Washington DC’de hiç tanımadığım  ABD Tütüncüler Birliği yetkilisi beni buldu. Genel Müdür ve Genel Müdür Yardımcımızı bekledim. Sonra birlikte Wirginia’daki otelimize gittik. Ertesi günü, ABD Tütün Üreticileri ziyareti, Beyaz Saray önünde fotoğraf.  Washington turu.
Winston Salem Farikasında robotların çalıştığı on bin devirli sigara makinelerinin üretimini izlerken ister istemez heyecanlanıyor insan. Hafta sonu Disney Word.  Amerikan sinema  dünyasının ünlü stüdyoları. Büyüleyici idi.
N. Carolina’da  tütün borsasını ziyaret, Tarım Bakanı tarafından tütün tarlaları ortasında verilen piknik ziyafeti. Yıllar önce bir Türk firmasının Gölbaşı’nda piknik davetini hatırlattı. Ben, ağaçlar arasında mangalla uğraşacağımızı  beklerken, Chez de Belgique’de yaptığımız kahvaltıda olduğu gibi sürprizle karşılaştım. Bir catering firmasının mobil aracı ile getirilen yiyecek-içeklerle tütün tarlalarının ortasında kahvaltı yaptık.
Ertesi günü, N. Carolina’da otelimizde bize ayrılan toplantı salonunda, tütün üreticileri ile ihale görüşmelerimizi yaptık. Genel Müdürümüz ve Genel Müdür Yardımcımız bu konuda deneyimli idiller. Ben ilk kez böyle bir toplantıda bulundum.
Görüşmelerimiz sonunda, en uygun fiyatı veren N. Carolina Tütüncüler Kooperatifi ile sözleşme imzaladık. Tekel lehine bir anlaşma olmuştu.
Ancak, daha sonra Sigara Sanayii Müessese Müdürünün,” bu yıl tütünümüz yeterli” şeklindeki raporu üzerine, Kooperatifle yapılan anlaşma uyarınca uygun fiyatla alınan tütünlerin satın alınmadığını hayretle öğrendim.
Bu arada gezimizin bitmesine birkaç gün vardı. Fakat, 19 Ağustos sabahı kahvaltıya indiğimde, mahalli Amerikan TV haberlerinde bir deprem haberi gördüm. Dikkatle baktığımda, ekran köşesinde “Avcılar” yazıyordu. Daha dikkatle dinledim. Türkiye’de deprem olmuş ölenler, yaralananlar vardı.

17 Ağustos Depremi
Deprem haberi üzerine, Genel Müdürümüz Mehmet Akbay, bütün programları iptal ederek, uçak biletlerimizin tarihlerin değiştirilmesi sağladı. Ailemiz ile yaptığımız telefon görüşmelerinden sorun olmadığını öğrendik. Ancak, Marmara Bölgemizde durum iyi değildi. 45 bin can kaybından bahsediliyordu. 16 saat sonra İstanbul Hava Alanındaydık. Ben Müessese Müdürlüğüne   kısa bir süre uğrayıp, yardımcı ve şube müdürü arkadaşlarımla kısa bir toplantı yaptım. Burada bağlı idarelerimizden zarar görenlerin ziyaretleri için işbölümünden sonra, ben Başmüdürlük hizmet binamızın yıkıldığı Sakarya’ya hareket ettim. E-5 Karayolu depremde meydana gelen büyük tahribat nedeniyle kapalıydı. Çok tecrübeli bir şoförüm vardı. Eski  dağ yolunu kullanarak Adapazarı’na ulaştık.
Binamız tamamen yıkılmıştı. Deprem gecesi teftiş dolayısıyla konuk evinde bulunan müfettiş ayrılmıştı. Başmüdür  lojmanı da yıkılmış fakat can kaybı yoktu.  Ambarlarımız içki ve sigara ile dolu olduğu için hemen gerekli emniyet tedbirlerinin alınması  konusunda   Başmüdür arkadaşımız gerekli önlemlerini almıştı. Şehirde depremde hasar  görmeyen diğer depomuza ürünlerin taşınmasını sağladı.
Marmara Bölgesinde depremin hasarı çok büyüktü. Kurtarma çalışmaları başlayıp, Valilik görevlileri kentte hakimiyeti ağladıktan sonra ben İstanbul’a döndüm.
İstanbul’a döner dönmez, Pazarlama Müessesi bünyesinden oluşturduğumuz “Deprem Kurtarma Ekibi”ni derhal Kocaeli bölgesine sevk ettik. Tekel olarak Gölcük bölgesinde uzun süre depremzedelere sıcak yemek sağlayan bir organizasyon gerçekleştirdik.

Yurt Dışı Fuarları
Tekel, dış pazarlarda da etkin faaliyeti olan bir kuruluştu. Bu nedenle, yurt dışında faaliyet alanı ile ilgili etkinliklere katılmaktaydı.  Genel Müdürümüz, 1999 başında Berlin’de her yıl düzenlenmekte olan Yeşil Hafta Fuarına Tekin Kaymakoğlu ile birlikte katılmamızı uygun görmüştü. Gündüzleri fuardan ayrılmıyorduk. Akşamları Berlin’i tanımak imkanı bulduk. Fuarda çeşitli ülkelerin ürünleri sergileniyor,  folklor ekipleri, firmaların standları ilginç manzaralar oluşturuyordu.
Fuar öncesinde, Hamburg kentinde bir gün kalıp orayı da tanımak imkanı bulduk. Fuar, çok değişik bir ortam. Kış olmasına rağmen, kapalı alan olduğu için soğuk değildi. Çok ilginç bir fuardı. Kadehle  ikram yapılabiliyordu. Aynı zamanda beğenenlerin satın alma taleplerini de karşılayabiliyorduk. İki hostesimiz vardı. Onlar yardımcı oluyordu. Yeterli ürün de getirmiştik. Almanya Toptan Satıcımız  da fuar boyunca bize çok yardımcı olmuş, Berlin’i kısa zamanda tanımamıza da katkısı olmuştu.
Gıda ve kültürel etkinlikler açısından çok zengin bir fuar. Her yıl düzenlenmekte. Yolu düşenler mutlaka uğramalı.
Sonraki yıllarda Yeşil Hafta fuarlarına yardımcı arkadaşlarımız katıldılar.
Yeşil Hafta fuarı gibi, diğer ülkelerde düzenlenen fuarlara da katılıyorduk. Hindistan,  Küba fuarlarına da   değişik arkadaşlarımızla katılım sağladık.

Irak Gezisi
Orta Doğu ülkeleri  sigara tüketiminin yüksek olduğu bir nüfusa sahip oldukları halde bizden yaprak tütün talepleri yetersiz kalmaktaydı. Bu konuda Irak Sigara Fabrikası yetkilileri ile görüşmeler yapmak üzere, giden heyete ben de dahil edilmiştim. Bağdat’ta El Reşit otelinde kaldık. El Reşit, kapı girişinde Baba Bush’un mozaik fotoğrafının pas pas olarak kullanıldığı meşhur oteldi. Daha sonra, otelin ABD tarafından vurulduğunu, mozaik resmi yapan ressamın da evinde füze ile öldürüldüğünü okudum.  
Saddam’ın güçlü olduğu bir dönemdi. Fakat ambargo etkileri hissediliyordu. Polis otolarının lastikleri bile kabaktı. Yollarda arızalı araçlara sık rastlanıyordu.
Mahalli yemekler verilen lokantalar damak zevki bize uygun olmadığı için genellikle, otelde veya şehirdeki İngiliz Pub’da yiyorduk. Bir kaç kez Dicle sahilinde bulunan, özellikle geceleri İstanbul Boğazı hissi veren gazinolara gittik. Bir keresinde Katar Emiri bizim heyeti misafir etti. Bağdat çarşısı çok ilginçti. Bir günde, Bağdat’a 90 km uzaklıkta bulunan  Babylon’a gittik. Orada da bir Saddam Sarayı vardı. Yaklaşmak mümkün değildi elbette. Milattan önce yapılmış asfalt, asma bahçeleri , müze harikaydı. Hava o kadar sıcaktı ki, tercüman buradan sağlıklı dönersek, yakınlarda ölmeyiz dedi. Bağdat’a kadar sağlık tesisi yoktu. Amerikan istilası sırasında, bu müzenin yağmalandığını üzülerek gördüm TV’de.
Tütünler konusunda, Sigara Fabrikası Müdürü hanımla ve Saddam’ın oğlu Uday’la görüştük. Fabrika’nın Türk Tütününe çok ihtiyacı vardı. Fakat bir satış  anlaşması yapamadan ayrıldık. Daha sonra görüşmeleri, Tekel’den satış temsilciliği  almış olan RAM Dış Ticaret devam ettirecekti. 

Moskova ve Hartum Gezileri
Müessese Müdürü olarak görev yaptığım dönemde,  Dış Ticaret Genel Müdürlüğü tarafından, yurt dışında çeşitli ülkelerde Türk İhraç Ürünleri Fuarları düzenlenmekte  idi Bunlardın Moskova Ve Hartom fuarlarına Genel Müdür beni görevlendirmişti.
RUSYA - MOSKOVA:  Fuara katılanlar, Kürşat Tüzmen’in de bizzat bulunduğu özel bir uçakla  Moskova’ya hareket ettik. Fuar İçin görevlendirme olurum ile heyetin hareketi arasındaki süre çok kısa olduğu için fuarda sergilenecek ürünlerin kargo ile gönderilmesi için zaman yoktu. Tekel standında  ürünlerin sergilenmesi bizim için çok önemliydi. Resim, broşür şeklinde bir katılım çok yavan kalacaktı.  Bir bavula yeteri kadar sigara ve içkiyi doldurdum. Arkadaşlar bunları Hava alanından geçirmen mümkün değil diyorlardı. Şansımı denemek istedim. Olmazsa, Elçilikle görüştüm, hava alanında onlara hediye için hazırlık yapmıştım..
Uçaktan kocaman bavulumla indim, toplu halde gümrükten geçmek için sıra olduk. Kalabalık nedeniyle, görevliye ben yeşil pasaportumu gösterip diplomatık kapıdan geçebilir miyim? diye sordum. Kırmızı ceketli, genç polis olur dedi. Bavulumu sürükledim, gümrükten geçtim. Tekel  içki ve sigaraları Moskova Fuarında sergilenebilecekti.
Cosmos Otel, fuar alanına çık yakındı. Oraya taşınması sorun olmadı. Diğer  firmalarla birlikte ben de Tekel Standını yerleştirdim.
Otel girişinde bir öğrenci genç, daha önce gelen Tekel yetkililerine tercümanlık yaptığından bahisle beni bulmuştu. Kendisine ihtiyacım olmadığını söyledim.  Şaşırdı. Fuar satışlı değildi. Güvenlik sistemi  güzeldi. İlk günler ürünleri konuklara ikram ettim. Kutular  standı dolduruyordu. Otelin önünden metroya bindiğimde 7. İstasyon Kızıl Meydan oluyordu. Oradan sonra her yeri gezdim. Hatta bir gün tiyatroya  bile gittim.
Şansımızdan beyaz gecelere rastlamıştık. Bir akşam arkadaşım telefon etti. Yemeği çıkmıyor musun? diye. Daha hava kararmadı acele etmeyelim dedim. Saat 23 oldu ben acıktım dediğinde hava daha kararmamıştı. Çıkışta taksi şoförü Türk olduğumu anlayınca, başladı Türkçe konuşmaya.  İstanbul’dan gelmiş, Ermeni asıllı bir ailenin çocuğuymuş. Kaldığımız sürece ihtiyaç halinde onu çağırdık.

SUDAN-HARTUM : Bu kez yine TÜİK ile ve Kürşat Tüzmen Başkanlığında Mısır semalarından geçiyorduk. Uçağımız iyice alçalmış, Kürşat Bey, pilot kabininden anlatıyordu.  İşte Keops. Şu öteki Kefren. Heyecanlı muhteşem bir yolculuktu. Hartum Hilton’da kalıyorduk. Fuar alanına özel otobüsle gidip gelecektik. Gündüz, RAM Dış Ticaret yetkilileri ile birlikte standı yerleştirdik. Ziyaretçilere ikram etmek üzere yeterli ürünümüz de vardı.
Hartum, Mavi Nil ile Beyaz Nil’in kesiştiği bir vadide muhteşem bir manzarada kurulmuş tarihi bir şehirdi. Gece Türk Büyükelçiliğinde bir resepsiyon vardı. Rezidansın bahçesindeki davet unutulmazdı.
Ertesi gün, fuarda favori ürünümüz, TEKEL 2000 ikram ettiğimiz yerli halk çok beğeniyor, paket hediyemizden mutlu oluyorlardı. Ertesi günü, MALTEPE günümüzdü. Bir gün önce fuarı ziyaret edenlerden birisi, dünkü sigaradan yok mu? diye soruyordu. Harman farkını anlaması bana ilginç gelmişti.  Gün öylece bitti. Sonra bir gün yine, mahalli kıyafetlerle gelen bir Sudanlı, gayet güzel bir Türkçe ile, “Ben yine TEKEL2000 istiyorum“ diyordu. Genç Türkiye’de öğrenim görmüş olduğunu ve İstanbul’u çok sevdiğini anlattı. Yanında bir de Türk vardı. Hartum’da fırıncılık yapıyormuş. Gerçek çılgın şu Türkler.
Bir gün Fuar alanından erken ayrıldım. Şehre dolmuş yapan 3 tekerlekli mobiletler vardı. Onlarla gittim. Romanya hükümeti tarafından hibe olarak yapılmış Parlamento binasını gezdim, Hartum Ticaret Odası Başkanını ziyaret ettim.  Başkan yalnız gezmemin tehlikeli olduğunu söyleyerek, yanıma görevli birisini verdi. Alış-veriş yaparken bir dilenciden beni görevli kurtarınca anladım, Başkan haklıydı. Halk çok fakirdi. Nil vadisinde, bu kadar verimli topraklarda nasıl bu kadar fakir kalınabilir ? diye düşünürken, Fakülte yıllarımda, İktisadi Coğrafya Hocam Abdullah Türkoğlu’nun açıklamalarını bir kez daha hatırlıyordum.
Son gün Cuma idi. Şehirde tek bir erkek nüfus kalmadı. Tamamı camilerde idi.

İhracat
 Tekel, yeri kolay doldurulamayacak önemli bir Kuruluştu. Uluslar arası bir değere sahipti. Çok güçlü kadroları vardı. Çalışanlarına fırsat verilmiş olsaydı bir o kadar daha güçlü olabilirdi.
Müessese Müdürü olarak görev yatığım dönemde, Dış Satış Şubemiz, ABD , Japonya, Kanada gibi deniz aşırı ülkelere ve Avrupa’ya, hatta Avustralya’ya ürünlerinin  ihracatını kendi personeli ile gerçekleştirmiş, gerektiğinde acentelikler tesis etmiştir.

Müessese Müdürlüğünden Ayrılıyorum
Rüştü Kazım Yücelen Bakanımız, Tekelden Sorumlu Devlet Bakanlığından ayrılmış, İç İşleri Bakanı olmuştu. Hükümet, IMF niyet mektubunda Tütün Kanunu 2001 Ocak ayı sonuna kadar çıkaracağını taahhüt etmiş, Şubat 2001 de ise Tekel Genel Müdürlüğü özelleştirme kapsam ve programına alınmış, üç yıl içinde özelleştirmenin tamamlanacağı taahhüt edilmişti. Haziran 1999 seçimlerinde, Türkiye siyasetinde mevcut duruma çözüm getirecek bir sonuç alınamadığından istikrarsızlık sürüyordu. Piyasalar allak bullaktı. Ecnebi sigara markaları bütün çabalarına rağmen yüzde 17  Pazar payını aşamamışlar, Tekel bu nedenle de hedef haline gelmişti. Anti-sigar kampanyalar kullanılarak, Tekelin özelleştirilmesini savunanlar seslerini yükseltmiş, kurtarıcı olarak Türkiye’ye gönderilmiş olan Kemal Derviş, Ecevit tarafından Ekonomiden Sorumlu Bakan olarak atanmış, Tekel’den sorumlu Devlet Bakanı Tekel üzerine oynanan oyunlara izin vermediği için Kemal Derviş tarafından istifaya zorlanmıştı. Bir grup yurtsever tarafından Tekel’in özelleştirilmesinin yanlış olduğu yolundaki çıkışları zayıf kalacak ve örgütsüz üreticiler tüccarın ve yabancı firmaların insafına terk edilecekti.
Bütün bunlar, Tekel Genel Müdürlüğü yönetimini de etkiliyordu. Yüksel Yalova’nın istifasının ardından, Tekel’den Sorumlu Devlet Bakanlığına Yılmaz Karakoyunlu getirilmiş, Bakan, Yönetim Kurulu üyelerinde değişiklik yapmıştı. Yönetim Kurulu toplantı düzeni bozulmuş, toplantılar çoğunlukla Ankara’da yapılmaya başlamıştı.  Daire Başkanları, Müessese Müdürlerinden istenenler Ankara’ya çağırılıyordu.
Yönetim Ankara’da olduğu bir gün, yeni üyelerdin birisi beni aradı, “Şahabettin,  bütün müessese müdürlerini görevden aldık. Senin için bir gerekçe bulunamadı. Seni de Sigara Sanayiine kaydırdık. “ Dedi. Şaşırmıştım. Bazı müdürleri çağırdım. Dört yıldır birlikteydik. Yeni durumu anlattım. Onlar çıkınca, yeniden Ankara’yı aradım. Bakan’a, boş bir genel müdür yardımcısı kadrosu bulunduğunu, benim oraya atanmam halinde bütün müesseselere yeni müdür atanması prensip kararlarının uygulanmış  olacağını anlattım.
İki saat sonra, Genel Müdür Yardımcısı olarak  atandığımı öğrenmiş, odamdaki özel eşyalarımı topluyordum.
DEVAM EDECEK