16 Şubat 2020 Pazar

ANILARIM 10 / TEFTİŞ -ONUNLCU BÖLÜM


Şahabettin Küçükyazıcı
google.com

HATIRLAD 
ANILARAM 10 
 ONUNCU BÖLÜM
TEFTİŞ ANILARI (1)
BİTLİS TEKEL TEFTİŞİ
Van Hava Alanına indiğimiz andan başlayarak, üstadımız Başmüfettiş Selçuk Erdem, seminerde anlattığı, bir teftişe nasıl başlanılacağını uygulamalı olarak anlatmaya başladı. Van – Bitlis yolu boyunca kasa ve ambarların nasıl mühürleneceği, kıymetli evrakın nasıl sayıma tabi tutulacağı konusunu bıkmadan anlattı.
Otomobil, Bitlis Tekel Başmüdürlüğü önünde durduğunda doğru Başmüdür odasına gitmekle birlikte merdivenleri çıkarken, kasanın yerini, ambarların girişini kestirmeye çalışıyordum. Kısa süren tanışma faslından sonra, mühürlü kağıtlarımızı hazırladık, kasa ve ambarları mühürleme zabıtlarımızı düzenledik.
Kısa bir aradan sonra ikinci fasıl, sayımların başlaması. Kasa, mamul ambarlar, kaçak eşya ambarları, zabıtlar imzalar.
Akşama doğru sayımlar bitirilmiş, zabıtlar düzenlenmişti. Bu arada, üstadımız odaya iki masa daha getirtmiş, üçümüzün aynı odada çalışabileceği ortam hazırlamıştı.
Bitlis ilimizde, Satış Pazarlama ünitelerimiz yanında, bir de Tütün Fabrikası bulunmakta ve Tekel Konuk Evi bu Fabrika Müdürlüğü bünyesinde idi. Fabrika Müdürü ziyaretinden bitince, bir saat sonra salonda buluşmak üzere odalarımıza yerleştik.
Doğu Anadolu üzerine çok yazı ve romanlar okumuştum. Son yıllarda Kuzey Irak bölgesindeki Barzani olayları, kısmen bize yansımaları basında ve kamu oyunda yer alıyordu. Öğrencilik yıllarımızda, özellikle 68 işgali olaylarında bazı öğrenci gruplarının kendi aralarında Kürtçe konuşmaya çalıştıklarına, çarşı-pazar esnafı arasında ve bazı işçi gruplarında da Kürt kökenli olmak şeklinde ayırımlara tanık olmuştum. Son zamanlarda da Türkiye’deki etnik gruplar kışkırtılmaktaydı. Şimdi bunu yerinde gözlemleme olanağı bulacaktım.
Bitlis bir dere kenarında kurulmuştu. Yüksek dağlar arasındaydı. Tütün Fabrikası da bu dağlardan birisin zirvesinde inşa edilmişti. Bazı karlı kış dönemlerinde tütünlerin istasyona kızakla taşındığını okumuştum. Konuk Evinin ikinci katındaki odamın penceresinden şehri seyre dalmıştın, Rahmetli Nahit, üstadı bekletmeyelim diye daldı odaya. Birlikte alt kata indik. Bekçi çoktan çayları hazırlamıştı. Salonda çaylarımızı içerken, Selçuk Bey üstadım, yeni kuralı açıkladı. “Bir fon kurulacak, bunu kıdemsiz idare edecek, para bittikçe toplayacak, bütün masraflar bu fondan karşılanacak”
Nöbetçi şoför bizi şehre götürmek için hazırdı. Fakat yürüyerek inmeyi tercih ettik. Şehirde üç lokanta vardı gidilebilecek. Birisini seçtik. Üstadımız, teftişi çabuk bitirebilmek için geceleri de çalışmak gerektiğini söyledi. Gün böylece sona erdi.
Tekel, Osmanlı döneminden süregelen çoğu yabancılar tarafından kurulmuş ve idare edilmiş şirketlerin Cumhuriyet döneminde kamulaştırılmasıyla kurulmuş olması nedeniyle, kayıtların tutulması, denetlenmesi konusunda aşırı merkeziyetçi bir sisteme sahipti. Tüm gelir ve giderleri maliye tarafından denetime tabi olup, Sayıştay Denetçileri tarafından çok sıkı bir teftişe tabi tutulurdu. Bu açıdan bakıldığında Tekel Müfettişleri, daha çok satışlar üzerinde yoğunlaşmıştı. Üretici kuruluşlar, Alkol ve Alkollü İçki Fabrikaları, Sigara Fabrikaları, Tuz işletmeleri ve Kibrit Fabrikalarından YOLLAMA adı verilen belgelerle mamulatı sevk derlerdi. Bu gönderilen ürünlerin, satış ünitelerinde teslim alınmasından, satışına ve bedellerinin Merkeze iletilmek üzere bankaya teslimine kadar tarama usulüyle denetlenmesi Tekel Teftişin sorumluluğu idi. İnanılmaz titiz ve çapraz incelemeye dayalı bir kayıt sistemi vardı. İnceleme ve soruşturma dışında, harcamaların teftişinde Sayıştay Raporlarına itibar edilirdi.
Nahit ile aynı dönemlerde üniversitede okumuştuk. O Hukuk Fakültesi mezunu ve avukatlık stajını tamamlamış, kamuda müfettiş olmayı tercih etmişti. Başka bir ortak yönümüzde, CHP Gençlik Kollarından yetişmiştik. Aynı dönemde Ben Bakırköy, O da Fatih Gençlik Kolu Başkanlığı yapmıştı. Ortak yönlerimiz fazla idi. Bütün meslek yaşamımız boyunca iyi anlaştık. Ancak, aramızdan çok erken ayrıldı. İşiklar içinde yatsın.
Salona indiğimizde Üstadın erkenden kalkıp gittiğini öğrendik. Müfettiş Yardımcısı için kötü bir durum. Üstat bekletilmez. Üstattan önce yatılmaz, sonra kalkılmazdı. Çekine çekine Başmüdürlüğe gittik. Çoktan puantajlarına başlamış, Bize vereceği işleri masalarımız üzerine bırakmıştı. Geç kaldık özür dileriz falan sözlerini dinlemedi bile. Böyle şeyleri fazla önemsemeyen, özgüveni yüksek, bir amirden çok iyi bir dosttu. Hep öyle kaldı bizim için. Cennett bir köşede tavlasını oynuyordur şimdi.
Yaprak Tütün İşletmeleri, pek çok yerde ayrı işletme ve teftiş ünitesidir. Bitlis’te o tarihte Başeksperlik, Başmüdürlüğe bağlı idi. Destekleme ürünü teftişimizi de burada yapacaktık.
Bitlis teftişi benim için iyi bir başlangıç oldu. Daha önce memur olarak çalıştığım için kısa sürede uyum sağladım. Ancak, İstanbul’a yeni taşınmıştım. Babamı yakında kaybetmiştim. Kardeşlerim henüz okullarını bitirmemişti. Annem, Beyazıt’taki evimizden Bahçelievler’e taşınmak istiyordu. Kısaca İstanbul’da bir sorunlar yumağı bırakmıştım. Ve Bitlis’te İstanbul ile haberleşmek için olanak mektup idi. Telefonla konuşmak mümkün olsa bile, bizim istediğimiz zamanda değil, PTT uygun gördüğü zaman mümkün olabiliyordu.
Yoğun çalışma temposu ile bir ayı geride bırakıyorduk. Şehir Lokantasının dolabında fare gördüğüm için, Katık Restoran’a gitmeye başlamıştık. Kahvaltı işini konukevinde hallediyorduk. Bir süre sonra Katık’tan usandık yeniden Şehir Lokantasına döndük.
Bir gün Üstadı İstanbul’a çağırdılar.
Bize yokluğunda yapacağımız işleri tarif etti ve ayrıldı. Ben bir yerde okumuştum, Van gölünde yüzenlerin saçları sararıyor diye. Üstat gider gitmez ilk hafta sonu Nahit’le Tatvan’a gidip Van gölünde yüzdük. Pazartesi sabahı Başmüdür odamıza geldi. “Müfettiş Beyler sizi de götüreceğim, bugün fuar açılışı var” dedi. Ogüne kadar gündeme gelmemişti. Her yıl, Doğu Anadolu Fuarı kurulur, Tekel’de Stand açarmış. Çaresiz, protokol kapsamında katıldık. Kaymakam, Belediye Başkanı, Askeri yetkililer tören bitti. Biz biraz daha kalalım dedik.
Bölgesel kamu kuruluşlarının standları ve birkaç özel Çadır Stand. Bir çığırtkan bağırıyor ,"gel vatandaş gel". Bakalım dedik Nahit’le bizde bilet alıp girdik. Çocukluğumda Kargı Panayırında da olurdu, peri kızı çıkacak! Cinler, ortasından kesilen sandıktaki kadın! Yılanlar, kaplumbağalar türlü hayvanlar..! Ve gösteri bitti. Biz de öğleye Bitlis’e geri gelip, çalışmaya başladık.
Üstadın işleri uzadı, biz teftişin sonuna geliyorduk. Nahit’in sırtındaki sivilce gittikçe büyüdü. Devlet Hastanesinde doğru dürüst doktor yoktu. Benim aklıma Yavuz’un şir-i pençesi geldi aklıma. Nahit’e söylemedim ama korkuyordum. Cephede daha kötü şartlarda kurşun yaraları görmüştüm. Bu yarayı jiletle açıp temizleyelim geçer dedim. O da bana güvendi. Bol oksijenli su, tentürdiyot ve terramicin krem hazır edip işi giriştim. Önce, bol miktarda kaynar su hazırladık. Fabrika’nın askerliğini sıhhiye onbaşı olarak yapmış, sağlık görevlisinin de yardımıyla yarayı açtık, içini güzel temizledik. Akşama doğru Nahit rahatlamıştı. Gelince Üstada anlattık. Öfkesinden kıpkırmızı oldu. Ama yapacağı bir şey yoktu. Gelirken, Van bölgesinde tuzlalarda iki soruşturma ile gelmişti.
Bitlis Başmüdürlüğü Cevaplı Raporlarımızı (Teftiş Layihası) teslim ettik. İlk Teftiş Raporumuza, ilk Müfettiş Yardımcısı imzalarımızı atmıştık.
Arada Muş Müdürlüğü’nde Üstadın bir incelemesi vardı. vardı. Bitlis –Muş yolculuğunu otobüsle yapmıştık.
Yol boyunca yükselen büyük ot yığınları görüyordum. Ama diğer yapıların ev veya ahır olduğu konusunda karar vermekte zorlanıyordum. Muş’a ulaştığımızda, modern Valilik ve diğer kamu binalarını görebildik. Öğretmen Okulu ve Tekel o yılların önemli kuruluşları idi.
Muş Müdürlüğünde işimiz fazla sürmedi. Buradan Van’a hareket ettik. Van Başmüdürlüğündeki soruşturmaların tamamlanmasından sonra, İstanbul’a dönecek, birkaç gün kaldıktan sonra, 1976 Yaz Programımızın ikinci bölümü olan İzmir’e gidecektik.
Üstadımız için Van soruşturmaları da kolay idi. Ancak, O bizim de soruşturma usulleri konusunda uygulamayı görmemizi istiyordu. Birisi için Bana , diğerini Nahit’e sorumluluk vererek yürüttü. Van’da üç gün kaldık. Soruşturma raporlarını da mahallinde yazdıktan 1976 Ağustos ayında yeniden İstanbul’a döndük.

1976 Yaz Turnesi devam./İZMİR'E HAREKET
Tekel Teftiş Kurulu çalışma koşulları, o yıllarda bir yönerge ile belirlenmişti ve titizlikle uygulanırdı. Daha sonra bu konuda daha ileri bir adımla Yönetmelik hazırlanarak yürürlüğe konulmuştur. Turne çalışma koşulları dikkate alınarak, Doğu-Güneydoğu yöresinde sırası olan müfettişlerin, çalışma sürelerinin yarısının Ege Bölgesinde tamamlanması amacıyla program dağıtımında, Bitlis-Muş teftişi yanında, Selçuk Erdem üstadımıza, İzmir Bölgesinden de Bayındır, Torbalı, Bornova, Cumaovası  İdare Memurluklarının teftişi verilmişti.
İstanbul’da bir hafta kadar iş cetvellerimizin düzenlenmesi, noksan genelge-mevzuat temini gibi konularla zaman geçirildikten sonra, İzmir’e hareket edildi. Bu arada bizim dönem Müfettiş Yardımcılarından  arkadaşımız İsmail Alkış da, üstadımıza üçüncü müfettiş yardımcısı olarak verilmişti. Aslında bu görevlendirmede,  İsmail arkadaşımızın birlikte çalıştığı Müfettiş ile iyi anlaşamadığını söylemesi üzerine , Nahit arkadaşımızın ricası etkili oldu.
Tekel Genel Müdürlüğü’nün izmir’de  çok sayıda işletmeleri vardı.   Başmüdürlük dışında, Sigara Fabrikası, Yaprak Tütün İşletmeleri, Şarap Fabrikası, Çamaltı Tuz İşletmeleri başlıcaları idi. Bunlardan, İzmir Başmüdürü Firuzan Sungur ile İzmir Sigara Fabrikası Müdürü Ercüment Yalçınöz, müfettiş iken yönetim kadrolarına geçmiş üstatlarımızdı. Erçüment Bey ayrıca, Selçuk Bey üstadımızın dönem arkadaşı olduğu için biz Hava alanından doğruca İzmir Şarap Fabrikasına gittik.  Üstadın ailesi İzmirli  olduğu için konuk evi sorunu yoktu. İsmail’de Ödemiş’e gidip-gelecekti. Nahit ve Bana da İzmir Yaprak Tütün İşletmeleri konuk evlerinden Salhane’de yer temin edilmişti.
Ertesi gün sabah çalışmasına, İzmir Başmüdürlüğü Müfettişlik odasında başladık. Üstat, erkeden gelmişti. Sonra birlikte Başmüdür ziyaret edildi. Tanışma fasılları bittikten sonra, Üstat, binek aracına hazırlattı, doğruca Bayındır. Sayımlar, zabıtlar, yerinde yapılabilecek incelemeler, kalan evrakı Merkezde incelemek üzere yanımızda getirdik. Aynı şekilde Torbalı teftişini de tamamladık. Cumaovası Memurluğu sayımına başladığımızda, mevcutların kayıtlarla uyuşmadığı görülmekte idi. Sorumlu Memur, “boşuna yorulmayın altmış üç bin liralık çay açığım var” dedi. Daha bir ciddiyetle sayım tekrar edildi. Noksanlık zapta bağlandı. Teftiş ile birlikte soruşturmaya da başlandığı Başkanlığa bildirildi. Böylece, müfettiş yardımcıları olarak zimmet soruşturması da yapmış olacaktık.
İzmir bölgesi teftişimiz çok iyi geçti. Fuar zamanıydı. Hafta sonu deniz olanağı vardı. İzmir akşamları bir ayrı güzeldi. Bir ara eşim ve oğlum da geldiler. Onları bıraktım döndüm. İzmir’de yerleşik akrabalarımızı ziyaret imkanı bulduk. Sonunda İzmir teftişleri de bitti.
Müfettişler, bir yere hareket etmeden önce, merkezde iseler yazıyla, taşrada iseler şifreli bir telgrafla durumu Başkanlığa mutlaka haber vermek zorundadır. Aynı şekilde teftiş veya inceleme yerinde işlerinin bitimine yakın, hareket tarihini Başkanlığa bildirirler. Üstat, bir telgrafla dördümüz adına durumu Başkanlığa bildirdi. Olur şeklinde kısa bir cevap geldi.  Ve 1976 yaz turnesi  çalışmalarını bitiren üstadımızla birlikte İstanbul’a döndük.
DEVAM EDECEK









13 Şubat 2020 Perşembe

ANILARIM 9 ı/ DOKOZUNCU BÖLÜM

google.com

ANILARIM 9
Şahabettin Küçükyazıcı
 DOKUZUNC BÖLÜM
TEFTİŞE DOĞRU
Askerlik sonrası, Kayseri’den Ankara’ya taşındık. Esim, Ankara Doğumevinde yeni görevine başladı. Türkiye Elektrik Kurumu Genel Müdürlüğü Ticaret Dairesi Başkanlığında  Gümrük Servisinde, 5 kişi idik. Göreve başlarken, Bir  yıldan  fazla çalıştım burada. TEK,  yurt dışından çok fazla makime ve yapılan yedek parça ithalatı olan bir kuruluştu. Burada gümrükleme işlerini yapan  bir şubede çalıştım. Asıl amacım, bir teftiş kurulunda sınav kazanmaktı. Fırsat buldukça müfettişlik sınavları için ders çalışıyordum. İlanları takip ediyor, kariyer diye nitelendirdiğimiz kurulların sınav ilanları takip ediyordum. İki sınav geride kalmıştı. Başarılı olamamıştım.Bu arada, genel olarak sınavlara katılma kabul edilme yaş sınırına yaklaşıyordum. Siyasette ise, Demirel Başbakanlığında Milli Cephe Hükümeti iş başındaydı.
Bir yandan da sınavlara katılma kabul edilme yaş sınırına yaklaşıyordum. Tekel Genel Müdürlüğü, Türk Bayrağının dalgalandığı her yerde ünitesi bulunan, işletmeleriyle diğer üniteleriyle  güçlü, dev bir kamu kuruluşu, Teftiş kurulu da  beğenilen, kariyer  bir kuruldu. Ankara’da da yazılı sınav yapıyorlardı.
Bu arada, 1976 yılının başında Babamın hastaneye yattığını öğrendim. Yanımda Türkiye Elektrik Kurumundan arkadaşlarım vardı. Güner, Hale, Faika, Nihal. Hastanede Babamın yanında olmak istiyordum. Sınav günü yaklaşmıştı. Babam, kendisinin iyi olduğunu Hastanede  rahat bakılabilirim diye yatırıldığını söyledi telefonda. Fakat çok geçmeden Kardeşim, Babamızı kaybettiğimizi bildirdi. 18.Şubat .1976 . Hemen İstanbul’a  hareket ettim. Ertesi günü Babamı toprağa verdik. Topkapı Mezarlığından Beyazıt’taki evimize gelirken yaşamım iki kat daha ağırlaşmıştı. Ama, hemen Ankara'ya dönüp Tekel Teftiş sınavlarına katıldım.
1976 yılı kışı çok sertti Ankara’da. Ankara  Bira Fabrikası yemekhanesi soğuk mu soğuk.  Sınav Kurulu ise hepsinden soğuk. Büyük bir ciddiyet içinde sorular soruldu, kağıtlar teslim alındı, Heyet İstanbul’a gitti. Müfettişlik sınavlarına hazırlık döneminde çalıştığım TEK, hayatımda önemli yer tutan bir Kuruluştur. İnanılmaz dostluklar, güzel arkadaşlıklar yaşadım. Hepsini özlemle anıyorum.
Nihayet  sınavı kazandığımı, sözlü sınavın Mayıs ayında İstanbul’da yapılacağını bildiren yazı geldi. Bu arada, Beni, kendisinin Tekel Müfettişi olduğunu söyleyen bir kişi telefonla, Ankara Tekel Başmüdürlüğüne davet etti. Orada, yazılı sınavda da gördüğüm, Ahmet Hamdi arkadaşımızı da gördüm.  Tekel Teftiş Kurulu’nun, yazılı sınavı kazananlar hakkında, yaşadıkları bölgelerde aile ve sosyal  durumlarını  yakından tanımak için çalışma yaptığını öğrendik. Son olarak bizimle mülakat yapan kişi, daha sonra çok seveceğim, anılarımda  saygın bir ağabey olarak yer alan  Başmüfettiş Ekrem Karpat Beydi.
Sözlü sınav için istenen belgeler vardı. Onları o tarihlerde sağlık sorunları nedeniyle İstanbul’a taşınmış olan Annem aracılığıyla, Bankalar Caddesi No: 48 Karaköy İstanbul adresine ulaştırdım. Burada Başkan Yardımcısı görevini yürüten Rahmetli Selçuk Erdem üstadım, Annemin anlattığına göre, birkaç kez yaşımı hesapladıktan ve parmak hesabıyla da doğruladıktan sonra evraklarımı teslim almıştı.
Sonunda, Karaköy’de halen İstanbul Valiliği Dernekler İl Müdürlüğüne hizmet veren, tarihi binanın 3. Katında, toplantı odası etrafında, büyük bir ciddiyetle oturan sınav heyetinin karşısındayım.
Ertesi günü listeler asıldı. Ve özlediğim gibi artık Müfettiş Yardımcısı olarak iş hayatıma devam edecektim.
O yıllarda, Tekel Genel Müdürlüğü yeni bir yapılanmada içinde olduğundan, Teftiş Kurulu yönetim kadrolarına verdiği destek nedeniyle, müfettiş gereksinimi fazla ve yeni muavinlerin hemen işe başlaması gerekiyordu. Sınavı kazanan müfettiş yardımcılarının atamaları yapılmış, Memur olduğum için çalıştığım Kurumdan nakil işlemleri nedeniyle  benimki bekliyordu. Bir yandan bizim için düzenlenen Seminer başlamıştı.  Selçuk Bey üstadım, atama yapılmasa da seminere katılabileceğimi söyledi. Her gün seminerden sonra , Unkapanı’nda bulunan Genel Müdürlük Personel Dairesi Başkanlığına gidiyor, atamamı izliyordum. Sonunda benim atamamda Bakan onayından geldi.
Seminer esas itibariyle, bir uyum kursu idi.  Müfettişlerin, giyim kuşamlarına dikkat etmeleri, çantaları dışında yük taşımamaya özen göstermeleri gibi konularda bilgilendiriliyorduk.  Cumhuriyetin ilk yıllarında maliye  müfettişlerinin, Ankara – İstanbul tren yolculuğunda fötr şapkalarını çıkarmadan yolculuk ettiklerine kadar pek çok örnek dinledik.
Hem kurumla ilgili her türlü mevzuatı bilmek, her türlü evrakı tanımak, hem de memur ve işçilerle senli-benli olmamak zorundaydık. Turnelerde otelde veya  sayıları az olan konuk evlerinde kalacaktık. Müfettişlerin mümkün olduğu kadar kalabalık yerlerde bulunması pek istenmezdi. Kenan Evren askeri yönetimi döneminde, tüm kamu müfettiş ve denetçilerinin sıradan otellerde kalmasını yasaklarmış, gerektiğinde Orduevlerinde kalmaları için genelge çıkarılmıştı.
Devlet Personel rejimi, kamu muhasebe ve maliyesi yanında, Kurum içi genelge ve talimatları da çık iyi bilmemiz için, her yeni kanun ve genelge mutlaka müfettişlere ulaştırılırdı. Tekel, kurumsal yapısı bakımından, tütün, tuz, alkol, alkollü içkiler, kibrit üretim ve satışı, bunların ham maddelerinin temini için uygulanan vesikalı alım sistemleri gibi çok geniş bir mevzuat bilgisi gerektiriyordu. Pek tabii olarak, ithalat ve ihracat konularına da ilgisiz kalamazdınız. Ayrıca, aynı Bakanlık bünyesinde olduğumuz için, Gümrük İdaresi bulunmayan pek çok yerde Tekel , gümrük işlerine de bakıyordu ve haliyle Tekel  Müfettişleri, yakalanan kaçak eşya, terkedilen motorlu araç gibi işlemlerin denetiminden de sorumluydu.
Müfettiş, teftişin yanı sıra, bütün kamuda olduğu gibi,  inceleme soruşturma görevleri üstlenir, gerektiğinde araştırma ve inceleme gibi  kritik görevler de üstlenir. Buna karşılık Tekel Teftiş Kurulu her müfettişini, sırayla bilgi ve görgülerini artırmak üzere yurt dışına gönderiyordu. Bu da bir tercih nedeniydi.
Nerdeyse bir müfettişin mütemmim cüzü gibi, olmazsa olmazımız kabul edilen daktilo ve çanta demirbaşlarımız teslim edildi. Hatta, raporlarımızı yazacağımız kağıtlarımız bile özel başlıklı idi. Mühür, kıskaç ve çeklerimiz ve şifremiz özeldir. Şifremiz, gerektiğinde, Başkanlıkla haberleşmemizde gizliliği sağlamak içindir. Telgraf bile çeksek, şifre anahtarı olmadan anlaşılamazdı. Çeklerimiz çok özeldi. Seminerde Selçuk Erdem Üstadım, üzerine basa basa bu çeklerle tüm Tekel İdarelerinin veznelerinden, dilediğimiz zamanda dilediğimiz kadar parayı çekebileceğimizi söylemişti. Yıllar sonra bu uygulamanın İngiliz Yargıçları için yapıldığını öğrenmiştim. Bizim çeklerin, limiti yoktu. Yolluk, maaş, ikramiye tutarlarımızı kendimiz hesaplar, rakamı yazar imzalar vezneye gönderirdik. Son anına kadar Tekel Müfettişleri ödemeleri bu şekilde yapıldı ve son ana kadar hiçbir Tekel Müfettişi bu çekleri kötüye kullanmadı. İkinci olarak Mühür ve Kıskaç yine çok özeldi. Her müfettişin tanımlı numarasını içeren Mühürlerimizle, yazışmaları, raporları, önemli gizli postalarımızı mutlaka, numarası okunacak şekilde mühürlerdik.  Kasa ve ambarların mühürlenmesinde, yine kırmızı mumla bu mührümüzü  kullanır,  ancak, mumla mühür altına alınması mümkün olmayan hallerde de kurşun ve tel yardımıyla Kıskaç kullanılırdı.
Bir aylık yoğun bir Seminer çalışması arkasından, bizlerin yetişme döneminde  birlikte çalışacakları Müfettişler de belirlendi. Rahmetli Nahit Dilben ve Ben, o yıl Başkan Yardımcılığı görevini bırakacak, rahmetli Başmüfettiş Selçuk Erdem ile birlikte turneye çıkacaktık. Tekel Teftiş Kurulunun adil bir teftiş programı dağıtım sistemi vardı. Bu çerçevede üstadımın sırası Doğu – Batı olduğu için, yaz turnesi programında Bitlis, Muş devamında ise İzmir ve ilçeleri vardı. Başmüfettiş Hamdi Bayraktar Yardımcılık görevine getirilmişti
İstanbul’daki evimiz kirada olduğundan, Üsküdar’da bulduğumuz bir eve taşınmıştım. Eşim Üsküdar Ana ve Çocuk Sağlığında çalışacak, Bora’da yakında bir yuvaya devam edecekti. Ben ilk teftiş turnesi için  uçakla Van’a oradan Bitlis’e doğru yola çıkıyordum.
DEVAM EDECEEK


Bitlis-Van






9 Şubat 2020 Pazar

ANILARIM 8 -ASKERLİK / SEKİZİNCİ BÖLÜM

ANILARIM 9

ASKERLİK

SEKİZİNCİ BÖLÜM
Vatani görevimin kalan bölümünü, Yedek Subay olarak Hava İndirme Tugayı’nda tamamlamak üzere Kayseri’deyiz.
Birliğim, Kayseri’ye 18 km uzaklıkta, Erciyes dağı yamacında, Zincidere Köyü yakınında. Orduevi’ne yakın bir ev kiraladım. Eşimin tayinini de merkez Sağlık Ocağına yaptılar. Evli olmayan asteğmenlerin çoğu Orduevinde kalıyor, bazıları da birkaç kişi birlikte ev tutular. Her gün sabah alacakaranlıkta, akşam hava karardıktan sonra servisteyiz.
Birlikteki subay ve astsubayların hepsi, paraşütçü-komando. Er ve erbaşlar da komando eğitim birliklerinde temel eğitimlerini yapmışlar.
Biz, Piyade Okulundan gelen ilk grubuz. Komutan, bize 45 günlük kısaltılmış komando  eğitim programı hazırlamış. İlk gün, Teğmen Özkoca komutasında başladı. “istikamet Ali dağı. Marş Marş !
Tugayımız, 1972 yılında Ankara’da kurulmuş, 1973 yılında da eski Polis Eğitim Merkezi olan bu yerde inşa edilen binaları taşınmış 4 Tabur’dan oluşmakta.
Bu arada, 1973 yılında 8 parti katılımı ile yapılan seçimlerde, Demirel Hükümet kuracak çoğunluk sağlayamamış, Cumhurbaşkanı en fazla milletvekiline sahip Bülent Ecevit’e hükümet kurma görevi verilmiş, beklenmeyen bir şekilde Necmettin Erbakan’ın partisi Milli Selamet ile CHP ortak hükümeti kurulmuştur.
Başlangıçta yedek subayların paraşütle atlayıp atlamayacağı konusundaki tereddütler de Komutan tarafından bir emirle çözülmüştü. Hava İndirme Tugayında her asker paraşüt eğitimi alacaktır. Paraşüt eğitimi iki kısımdan oluşmaktadır.  Yer ve atlayış eğitim. Komutan bütün askerler için yer eğitimini şart koşmuştu. Ondan sonra atlayış eğitimlerine katılmamak olmazdı.
Üç ayın sonunda, ilk atlayışımızı yapmak üzere Erkilet Hava alanındaydık. Sanıldığından kolaydı ve oldukça da zevkliydi. Daha sonraları diğer eğitimlerden zaman kaldıkça atlayış eğitimlerimiz sürdü.
Bölük Komutanım  ve Tabur  Komutanım her ikisi de iyi insan ve iyi askerdiler. Eğitim saatleri dışında arkadaş, eğitim alanında hiçbir müsamahası olmayan askerdiler.
Bora, zaman zaman Ankara’da olan ailemin de desteği ile büyümekte, Altınser, Kayseri Ana ve Çocuk Sağlığındaki yeni görevinde çalışmaktaydı. Nöbetim olmadığı hafta sonları, ailelerimizin bulunduğu  Ankara’ya gidiyorduk.
Çok sert bir kıştan sonra baharı bekliyorduk. Ama Zincidere’ye bahar gelebilir miydi? Henüz belli değildi. Bu arada , hedik ve kayakla da tanıştık.
Bu arada, Kıbrıs’tan kötü haberler geliyordu. Bizim birliğimiz esas itibariyle Kıbrıs için kurulmuş gibi görünmekteydi. Zira, bizim takım komutanı odalarımızda bile Türkiye haritası yerine Kıbrıs Haritası asılı idi.
Rumların,  Enosis'i gerçekleştirmek üzere yürüttükleri saldırılar ve ambargoların arttığı, Kıbrıs Türk halkının köylerine yapılan baskınlarla göçe zorlandığı haberleri basında yer almaya başlamıştı. Yunanistan’da askerler bir  darbe ile yönetime el koymuşlardı. Cunta Hükûmetinin, adanın ilhakı ile prim yapmak hevesinde olduğu anlaşılıyordu.
Komutan 17 Temmuz 1974 günü, bütün Tugay’ı topladı. Çok heyecanlı idi. Konuşmasını Size hep söylüyordum öğrendikleriniz bir gün lazım olacak diye. İşte öğün geldi. Ne mutlu bana bu günü gördüm. Şimdi Hava alanına, oradan da Kıbırs’a gidiyoruz. Ben de sizinle birlikte Ara(ya paraşütle atlayacağım” diyerek bitirdi.
Büyük bir heyecan içindeydik. Evli olan subay astsubaya vedalaşması için izin verildi. Ben eşime Kıbrıs’a gittiğimizi söyleyince, o her zamanki gibi kısa süreli eğitimlerden birisi sanıyordu. Daha fazlasına söyleyemezdim. Oğlumla, eşimle veda ettim, Ankara’ya aileme telefonla bilgi verdim.  Sabaha karşı bütün Tugay Erkilet’te hazırdık.
Fakat intikalimiz hemen başlamadı. İki gün sonra, 20 Temmuz sabahı, önce birinci ve ikinci taburları uçaklar aldı gitti. Onları Kıbrıs’a atıp döndüler, zaman geçirmeden bizi alıp yeniden Akdeniz üzerinde uçuyorlardı. Çünkü o günlerde 4 tüburu ubirden atacak sayıda uçağımız yoktu.
Uçaklar fazla asker alsın diye koltuklar sökülmüş, askerler yere oturmuştu. Bizi ayaktaydık. Hiç beklenmeyen bir bölgeye, Kırnı’ya atlayacaktık. Mesafe çok kısa idi. En ufak bir tutukluk sondaki arkadaşlarımızın Rum bölgesine düşmesine neden olabilirdi. Ok gibi fırlamalıydık. Zaten, kapı görevlileri de bunun için yeterince yardımcı oluyorlardı.
Hava güzel, Kıbrıs güzel. Eğitim gibi olacak. Rütbeler sökülecek,  Bölük Komutanları  koluna renkli bant takacak, ayrıca renkli sis yakacaktı. Ancak, atladığımız bölgede, göz gözü görmüyordu. Rumlar sürekli havan topu atıyor, havada iken makineli ile tarıyorlardı. Bazı paraşütler rüzgarla şişmiş havalanmıştı. Başaımı kaldırdım, Tabur Komutanımızı gördüm. Birlikte toplanma bölgemize doğru yürürken, Bölük Komutanımız da bize katıldı. Silahlarımız, sırt çantalarımızla, uzun bir yürüyüşten sonra, Kıbrıslı Mücahitlerin direnişi ile korunan Bozdağ bölgesine ulaştık.
Telsizlerimizin frekansları Rumlar  tarafından  ele geçirilmiş, onlar sürekli küfür ediyorlardı. Suyumuz yoktu. Rastladığımız su kuyularından, zehirli olabilir diye içmiyorduk. Bozdağ Mücahit Karakolu bahçesinde bir havuz vardı. Bizim ulaşmamızla havuzda su kalmadı.
Gece baskına uğradık. Toparlandık. Geri püskürttük. Ve ilerlemeyi başardık. Baskında Asteğmen arkadaşım İdris Doğan ve Takım Astsubayım Ahmet Pekdemir ile bazı askerlerimiz şehit düştüler.
Biz, Çıkarma limanının tam karşısında kalan, Bozdağ’ı tamamen ele geçirdikten sonra, deniz piyadeleri rahatlıkla karaya çıkabilmişlerdir. 3. Gün sonra ateş kes ilan edildi dediler. Biz Bufevento kalesi ve eteğindeki Sihari köyünde idik. Rum karargahından ele geçirdiğimiz mühimmatlar çok işimize yaradı.
Bufevento’da bizi ziyaret eden Komutan, 3. Tabur subay ve astsubaylarına teşekkür ederken, unutulmaz bir iltifatta bulundu. “Zaferde 3. Taburun katkısı çok büyüktür.”
Ateş kes ile birlikte yaralarımız sarılmaya, şehitlerimiz toprağa verilmeye başlanmış, Bufevento 50. Alaya teslim edilmiş, 3. Tabur, Ayer Mola köyünde konuşlandırlmıştır. Haftalık izinlerimizde Lefkoşa’ya gidip, dünya ile tek bağlantısı olan Saray Otelden evlerimiz telefon ediyorduk. Diğer zamanlarda Cihan Harbindeki askerler gibi mektuplar yazıyor, gelen mektuplardaki, el, parmak resimlerinden çocuk özlemi gideriyorduk.
Barış görüşmelerinden sonuç alınamamış, 14 Ağustos1974 günü yeniden birliklerimize harekat emri verilmiştir. Bu harekatta Omorfo idi hedefimiz ve emrimizde iki tank vardı.
Çok sayıda esir vardı elimizde. Onları Kızılhaç’a teslim ettik.
Nihai hedefimiz olan Lefke’ye birliklerimiz,  16 Ağustos günü ulaşmıştı. Yeniden ateş kes yapılmıştı.
Terhis beklerken, süresiz ertelendiği  haberi geldi. 30 Ağustos 1974 tarihinde, Asteğmenlikte süremiz dolduğundan, cephede törenle yıldızımızı taktık.
Komutanımız Sabri Evren Türkiye’ye dönmüş, Adnan Doğu Paşa Hava İndirme Tugay Komutanı olmuştu.
Türk Ordusu, 20 Temmuzda Türkleri Rum mezaliminden kurtarırken, Güney Kıbrıs ve Yununistan'da Cuntanın yıkılmasını sağlamıştır.
KIBRIS TÜRKÜ SONSUZA KADAR ÖZGÜR KALACAKTIR.
Nihayet, terhis kararlarımız çıktı, Aralık ayında Kayseri’ye geldim. Bir arkadaşımın babası, memuriyet yapacaksan Ankara’da olman gerek, İstanbul’da memurluk yapılmaz demişti. Biz de, Ankara’ya taşındık. Ecevit Hükümeti istifa etmiş ama yeni hükümet kurulmadığından, Bakanlar görevde idi. Askerlik öncesi çalıştığım TEK Genel Müdürlüğü yerine, Turizm Bakanlığında göreve başladım. Harekattan  önce yazlı sınava girmiş Kıbrıs’ta iken fizibilite uzmanlığı sözlü sınavına çağırılmıştım. Bu nedenle Bakanlıkta atamam kolay oldu. Ayrıca Bakan Orhan Birgit beni iyi tanırdı. Amacım, müfettişlik sınavlarına hazırlanmak ve Batı Anadolu Seramik Sanayiinden  ayrılma nedenimi gerçekleştirmek istiyordum. Bu arada, savaşın insanlar üzerindeki  etkisini uzatmadan bir örnekle anlatmak isterim. “ Memurlarla ilişkilerimde zorlanıyordum. Bir mimar arkadaşın, yolluk için evrakları eksik vermesi nedeniyle tartışmam sert oldu. Bakanlık çok yadırgadı.” Bu nedenle,  Orhan Birgit bakanımın ayrılmasından sonra ben yeniden eski Kurumum TEK Genel Müdürlüğüne döndüm. Burada, müfettiş kökenli ağabeylerin de teşviki ile katıldığım sınavlardan, Tekel Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulunu kazanarak yeniden İstanbul’a doğru yola çıkacaktım.
Harekattan, on yıl sonra Samsun Sigara Fabrikasında teftişte iken, 1983 yılında  Birinci Ordu Komutanlığında düzenlenen bir törenle, Genel Kurmay Başkanlığınca, yıllar sonra da, Şişli Kaymakamlığında düzenlenen bir törenle KKTC tarafından madalya ile ödüllendirildim.
DEVAM EDECEK











     

yendex.com.tr google.com
yandex.com.tr
# Corluda.com # google.com

6 Şubat 2020 Perşembe

ANILARIM 7 - EVLİLİK - YEDİNCİ BÖLÜM


yandex.com
ANILARIM 7


YEDİNCİ BÖLÜM
EVLİLİK

Öğrencilik yıllarında, kız arkadaşlarımla sınıf arkadaşlığı çerçevesinde dostluklarım oldu. Tatillerde, gezilerimiz, pikniklerimiz güzel geçiyordu. Bazı arkadaşlarımın evlerine, ders notları almak veya bırakmak amaçlı ziyaretlerim de oldu, bazılarının aileleri ile de tanıştım. Okul bitmeden evlilik kararı veren arkadaşlarımız da vardı. Ben, belki aile yaşam koşullarımda sorumluluğumun fazla olmasından, mezuniyet sonrası için evlilik üzerine plan yapacak dostluklar kuramamıştım. Hatta, mezuniyet sonrasında uzun bir süre evlenmeyi düşünmediğim dahi söylenebilir. Yazmaya başladığımda, anı yazmanın gerçekte bir tür kendi ile hesaplaşmak olduğunu fark ettim. Yaşam, her zaman başarılarla, zaferlerle dolu olmuyor. Hatalarınız, yanlışlarınız kaçınılmaz olarak önünüze çıkıyor.

O yaz, sınavları hazırlanırken Burgaz Ada Öğretmenler Kampına kısa bir dönem katıldım. Kampta, birisi öğretmen olan iki kız kardeş vardı. Bir haftalık süre içinde iyi arkadaş olmuştuk. Hatta, İstanbul’a indiğimiz bir akşam vapuru kaçırmış bizim evde kalmıştık. Annem ve Babam da herhangi bir sorun çıkarmadılar. Daha önce de bazı kız arkadaşlarımla tanışmışlardı. Kamp dönemi sonunda, Altınser ve Ablası Ankara’ya döndüler. Ben de sınavlarıma.
Okul bitince, Ben özel sektör yerine kamuda çalışma kararı vermiş, sınavlar gerekçesi ile Şirketten izin almıştım. Patronuma ayrılmak istediğimi söylediğimde, Beni vazgeçirmek istedi, ama Ben kararlıydım. Kardeşlerim, dünya tatlısı insanlar, benim mutlu olacağımı düşünerek seviniyorlardı. Şimdi düşünüyorum da, acele ve ısrarım konusunda haklı bir neden bulamıyorum. Erkut ve Meliha ODTÜ yurdunda kalıyordu.
Daha kolay iş bulacağım düşüncesiyle Ankara’ya gittim. O tarihte, Numune Hastanesinde çalışan Kamp Arkadaşımı da aradım. Çok sevindi. Kendisi, Hastane’nin Hemşire lojmanlarında kalıyordu. Birlikte Öğretmen olan Ablasına gittik. Oda çok sevindi. Benim akrabalarıma gitmeme gerek olmadığını onlarla kalabileceğimi söylediler. Ben de kabul ettim. Ertesi gün, TBMM’de tanıdığım İstanbul Milletvekillerini ziyaret gittik. Meclis Lokantasında yemek yedik. Burada, Eski İlçe Başkanım, daha sonra Çalışma Bakanlığı da yapan, sevgili Bahir Ersoy, Fakülteyi bitirmeme çok sevindiğini, ertesi günü bunu kutlamamız gerektiğini söyledi. Gölbaşı’na bizi davet etti. Burada iş konusu da gündeme geldi. Ben Türkiye’nin neresinde olursa olsun çalışmak istediğimi söyledim.
Türkiye, 12 Mart Dönemini yaşıyordu. Hükümet Bağımsız Bakanlardan oluşmuş, siyasi partiler çok fazla etkin değildi. Önce Etibank, sonra Türkiye Elektrik Kurumu Genel Müdürlüklerine giderek dilekçelerimi verdim. Orada üst düzey yönetici İktisat Fakültesi Mezunu ağabeyleri bulmuş, onların yardımını da istemiştim.
Bir hafta kadar Ankara’da kaldıktan sonra İstanbul’a dönüyordum. Bu arada, Altınser ile evlenmeye karar vermiştik. Ben prensip olarak, askerlik yapmadan evliliğe karşı idim. Ancak, o yıllarda ordunun yedek subay ihtiyacında fazlalık bulunduğu gerekçesiyle, mezunlar gruplara ayrılıyor, her grubun sırasının gelmesi iki yıla yakın sürüyordu.
İstanbul’a döner dönmez evlilik kararımı aileme açtığımda, büyük tepki ile karşılaştım. Aslında çok haklıydılar. Bu kadar acele etmemem konusunda onlarca neden sayılabilirdi. Yetmezmiş gibi, yılbaşında nikah yapmak istiyordum. Çaresiz kabul ettiler. Fakat, maddi olanaklarımız bizim için ayrı bir evin eşyalarını karşılamak konusunda yetersizdi. Patronumdan yardım istedim. Onun da acele etmemek konusundaki uyarıları Beni vazgeçirmeye yetmedi. Beni çok seviyordu. Maddi yardım talebimi reddetmedi. Ailem de elinden geleni yapacaktı.
Önce Etibank, Şark Kromları İşletmesine tayinimin onaylandığını, sonra da TEK, İstanbul Ticaret Müdürlüğüne Muhasebe Memuru olarak atandığımı haberleri geldi. Elbette İstanbul daha cazipti.
Altınser’in de evlilik gerekçesi ile İstanbul’a, Haydarpaşa Numune Hastanesine nakli gerçekleşti. İkimizin işyerine yakın olsun diye Üsküdar, Doğancılar Caddesinde bir daireyi kiraladık.
Annem bütün becerisini kullanarak, perdelerimizi hazırladı. Evdeki fazla eşyalar tespit edildi. Altınser’in evlilik için hazırladığı eşyaları İstanbul’a taşındı. Beyoğlu Evlendirme Dairesinden nikah için 30 Aralık günü alındı. Nikah davetiyesi bastırıldı. Ulaşabildiğimiz dostlarımıza iletildi.
TEK, İstanbul Ticaret Müdürlüğünde Büro Şefim İktisat Fakülteli, Ülkü Hanım, Partiden sevdiğim Bilge Abla ve diğer ağabeyler de yardımcı oldular. Düğün falan istemiyorduk. Nikahtan sonra evimize gidecektik. Ancak, partili Emire abla, o tarihte seferleri bulunan Bursa İstanbul uçağından gidiş-dönüş uçak biletini hediye edeceğini, İlçe Başkanı Hüseyin Çetindemir de Bursa’da otel rezervasyonu yaptırdığını söyledi. Liseden arkadaşım, aramızdan çok erken ayrılmış olan, Diş Hekimi Bülent Şahin, otomobilini gelin arabası olarak bize verdi. Sürücüsü de kendisi idi. Altınser’in ailesi ile benim ailemin, nikah töreni günü tanışmaları da hatalar zincirinin bir parçası olarak anılarıma kazınacaktı. Beyoğlu Evlendirme Dairesinden, yeni zor bir yaşama yürüyorduk.
Üç günlük Bursa tatili sonunda, evlilik iznimiz bitmiş, çalışmaya başlamıştık. Sabahları arabalı vapurla karşıya geçiyor, vapurda gazetemi okuyor, akşamları da yine Üsküdar’a dönüyordum. Müdürüm üç yabancı dil bilen, nitelikli ve iyi bir insandı. Liseden ve Fakülteden arkadaşlarımız da çeşitli yerlerde iş bulmuş çalışıyorlardı. Onlarla zaman zaman buluşuyor, okul anılarımızı paylaşıyorduk.
Askerlik sıramın gelmesine bir yıldan fazla zaman vardı. Günler böyle geçiyordu. İşyerinde arkadaşlarımın hemen hepsi çok iyi insanlardı. Yaz tatilinde, o yıl yedek subay olarak Gökkçeada Jandarma Birliğinde görev yapan, arkadaşım Bülent Düşko bizi Jandarma Kampında konuk etti. Güzel bir tatil olmuştu.
Zaman hızla geçti. 1973 yılının Nisan ayında tuzla Piyade Okulunda yedek subay öğrenci olarak yemin ettim.
Hafta sonları evci olarak çıkıyordum. Bu arada bir de bebek bekliyorduk. Nihayet, 11 Haziran günü Bölük Komutanı izniyle, Zeynep Kamil Hastanesinde Boramızı kucaklamıştım. Doğum sonrası Altınser’in ailesi gelip yardımcı oldular.
Yedek Subay Okulunda, Bizim dönemimiz 119, altı aylık okul döneminin sonu oldu. Bizden sonra hem okul dönemi 4 aya düştü, hem kısa dönem yedek subaylık çıktı. Yaz çabuk geçmişti. Eylül sonu kura çekiyoruz. Heyecanlı bekleyiş. İki nedenle heyecan yüksek. Birincisi, bizden önceki dönemde, sakıncalı piyadeleri yolcu etmiştik dönem başında. Bir de bizim dönemden, Hava indirme Tugayına gidecekler olacaktı. Nitekim kıtada mavi bere giyeceklerden birisi de ben oldum. İlk maaşlarımızı almış, 15 günlük izne başlamıştık. Altınser’in de naklini yaptırıp, Kayseri’de ev bulup taşındık. Yeni bir hayata başlıyorduk.
DEVAM EDECEK

 
  

4 Şubat 2020 Salı

ANILARIM 6 - ALTINCI BÖLÜM ÜNİVERSİTE YILLARI -

google.com
yandex.com.tr

ANILARIM 6

ÜNİVERSİTE YILLARI
6.(ALTINCI BÖLÜM)

Aile içi sorunlar fazla uzun sürmedi.1966 yazı sona ererken, her şey normale dönmüştü. Konfeksiyona fason gömlek işi parasal sorunları da çözmüştü. Elektrik İdaresine direk katkı payı ödenmiş, elektrik aboneliğimiz gerçekleşmiş, dikiş makinelerinin motorlu olması sağlanmıştı. Yoğun bir şekilde çalışıyor, hafta sonları, ailece Florya veya Ataköy plajına gidip yazın keyfini de çıkarıyorduk. Ben gün içinde mutlaka Bakırköy’e iniyor, arkadaşlarımla buluşup hoş vakit geçiriyordum. Hala aynı arkadaşlarla buluşup, aynı şekilde güzel anılar paylaşabiliyoruz. Doğanın bazı güzel insanları bizden ayırdı. Onların yeri asla doldurulamaz. 
Üniversiteye giriş yıllarım,  Türkiye’nin başını çok ağrıtacak siyasal kutuplaşmanın başlamış olduğunun da habercisi idi.
İstanbul Üniversitesine kayıt olmam, iki yıldır Haznedar – Beyazıt arasında, kesimi yapılmış kumaşların eve, dikim sonunda Beyazıt’a tüccarın mağazasına taşınması ile ilgili yaşanan sorunlara da çözüm olacağı düşüncesinden hareketle, ailemizde Laleli’de bir daire satın alınması girişimleri başladı.
Erkut Eğitim Enstitüsünü kazanmış, Meliha Çamlıca Kız Lisesinde. Onlar içinde hafta sonları eve gelmeleri kolay olacaktı. Mediha da yeni satın aldığımız evin hemen yakınındaki Koca Ragıp Paşa İlkokulu’na başlayacaktı. Babam da bir süre sonra Fatih Ulubatlı Hasan İlkokulu’na  nakil gelecekti. Yarım gün çalıştığı için dikiş konusunda Babamın da ciddi katkıları oluyordu.
Karadenizli bir müteahhit  uygun taksitlerle evi bize satmaya razı oldu. Emniyet Sandığı ve Haydar Kütük arsa taksitleri bitmiş, Kargı’dan temin edilen borç da ödenmişti. Beyazıt’taki evin müteahhidinin istediği peşinat için de memlekette bir tarla satıldı.
Ben İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesine kaydımı yaptırdım. İki sınıf ve Dekanlık, Merkez Binada Hukuk ve Tıp Fakültelerine komşu dersliklerde,  birinci ve ikinci sınıflar yani biz, Esnaf Hastanesi ile Tıp Fakültesi Kütüphanesi arasındaki yeni binada eğitim görecektik. Yemekhane ve Kütüphanelerimiz ise Merkez Binalar içinde idi.
Üniversite yıllarımda, Beyazıt, Aksaray, Laleli  çok sakin, gece saat 22.00 olduğunda sessizlik çokken semtlerdi. Aksaray ve Kumkapı’ya yakınlığı nedeniyle bu semtlerde oturanlar, deniz olanaklarından da yararlanırdı. Kiralık sandal bulunurdu günün her saatinde. Saati yetmiş beş kuruş olan sandallardan denize girmek mümkün olduğu gibi, oltanızla açıkta balık da tutabilirdiniz. Gece, erken baskı gazeteleri Aksaray’da satılırdı. Yarınki haberleri buradan okumak mümkündü.
Sahildeki çay bahçeleri de, üniversite öğrencilerinin dinlenme yerlerindendi.
Bina yetersizliği nedeniyle, tekler ve çiftler ve sabah-öğle olarak gruplandırılmıştık.
Daha önce üniversiteye kayıt olmuş arkadaşlarımı ziyaretlerimden, Üniversite hakkında yeterli bilgilere sahiptim. 3. Kez girdiğim sınavda aldığım puanım, Tıp Fakültesine kayıtların son puanının on puan üzerinde idi. Fakat, öğrenim süresi uzun olduğu için Tıp Fakültesini  tercih etmemiştim. O yıllarda   ekonomi öğrenimi de oldukça revaçta idi.
Nitekim, 1967 girişli İktisatlıların geçmişleri de bununu gösteriyordu. Sınıfımızda, Yabancı Dille eğitim veren liselerden mezun olan çok sayıda arkadaşımız olduğu gibi,  hepimiz giriş sınavlarında  yüksek puanlar almıştık.
Bugün bile geriye baktığımda gurur duyduğum bir öğretim kadrosu bizi teslim almıştı. İktisat öğrenimi ile ilgili tarih bilgisine ulaştığımızda, neden Tıp Fakültesi ile komşu olduğumuzu da anlamıştım. Bizde iktisat eğitimi, ilk defa Mekteb-i Tıbbıye’nin serbest dersleri arasında, Fransızca   okutulan bir ders olarak başlamış, 1859 yılında  Mektebi-Mülkiyenin kurulmasını takiben, 1860 yılında İstanbul’da, Saray Erkanına iktisat dersleri verilmesi ile devam etmiştir.
Daha sonra Hukuk Fakültesi  öğretimi içinde İktisat dersleri okutulmuş, o yıllarda başlayan sanayi-tarım tartışmaları içinden bir iktisat politikası çıkmıştır. Bu durum, 1880 -1940 yılları arasında sürmüş, özellikle Avrupa’daki akımlardan etkilenen bazı paşaları tarafından savunulan iktisadi liberalizm, İkinci dünya savaşından kaçan üniversite hocaları, W. Röpke, F. Neumark, A. Rustow, G.Kessler, A.İsaac gibi önde gelen isimler, Fazıl Pelin, Şükrü Baban, Ömer Celal Sarç gibi Türk hocalarla birlikte İstanbul Üniversitesi bünyesinde bağımsız bir İktisat Fakültesinin temellerini atmışlardır. O yıllarda emeği geçenler arasında Z. Fahri Fındıkoğlu’nu unutmamak gerekir.
Ben bu hocalardan, Fındıkoğlu ve Ö.Celal Sarc’ın öğrencisi oldum. Ayrıca, Sıddık Sami Onar, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Orhan Aldıkaçtı, Orhan Oğuz gibi, ülkemiz sınırları dışında saygı gören hocalardan hukuk dersleri, Sabri Ülgener, Süleyman Barda, Yüksel Ülken, Abdullah Türkoğlu, Haluk Cillov gibi çok değerli  hocalardan ekonomi dersleri aldık.
O yıllar üniversite öğrencileri açısından hareketli yıllardı. Sık sık öğrenci olaylarına tanık olacaktık..
Bu arada yemek ve kütüphanelerimizden bahsetmeden olmaz. Turan Emeksiz adının verilmiş olduğu yemekhanemiz, Haliç manzaralı günün koşullarında oldukça modern denilebilecek bir yemekhanemiz vardı. Öğrenciler için Üniversite yönetiminin destek verdiği için, her öğün dört çeşit  yemek için iki lira ödeniyordu. Ben evde yemek çeşitlerini anlattığımda, Annem ve babam her gün eve taşınma, sende orada ye dediler. Ben de arkadaşlarımla birlikte yemeklerimi okulda yemeye başladım.
Kütüphanemiz, gece saat 22.00 ye kadar açıktı. Burada ders çalışmayı çok seviyorduk, arada da bahçede arkadaşlarla gündemi tartışmaktan zevk alırdık.
Hatta, yavaş yavaş ülke yönetimi ile ilgili konularla da ilgilenmeye başlamıştık. Öğrenci temsilciliği seçimlerini yakından izliyor, siyasi partilerin faaliyetlerini izliyorduk. Bir grup arkadaşımızla birlikte Sosyal Demokrasi Derneklerini kurduk.
Döneme damgasını vuran 6. Filo protestosu gösterileri ve buna bağlı olaylardı. Giderek olaylar, öğrenciler dışında işçi ve köylüler arasında da yaygınlaştı. Universiteli olmak zorlaştı bir anlamda.

SINAVLAR
Bu ortamda, büyük bir ciddiyetle üniversite, sınavları yapmaya devam ediyordu İkinci dönemin sonlarına gelmiştik. İk yılı tamamlamış yaz tatiline başlamıştık.
Büyük sınıflardan Bakırköy’de oturan bir ağabey, kendisinin, Tophane’de  bir firmada Muhasebe Müdürlüğü yaptığını, yanında çalışmamı önerdi. Benim için iyi bir fırsattı. Günlük tahsilatları yapacak, yevmiye defterini yazacaktım. Babamın maaşı kadar da para kazanacaktım. Hatta okul açılınca da devam edebilecektim. Hemen başladım. Şirket sahipleri. Eskiden kaptanlık yapmış denizciler şirketin ortakları idi. Ceylan Bey Şirket Müdürü olarak sürekli şirkette bulunurdu. Finlandiyalı bir hanımla evli, modern görüşlü iyi bir insandı. Müşterilerimiz denizcilerdi. Çoğu zaman, Boğazı geçen gemilere ihtiyaçları olan malzemeleri  temin eder, römorkla teslim ederdik. Çoğunlukla da haritalar, pusulalar gibi teknik malzemeler satardık. Yaz güzel geçti. Ekim  ayında ikinci sınıfta başladık.
Okulumu çok sevmiştim. Sınıfımı ve arkadaşlarımı da. Türkiye gündemi ısınmaya devam ediyordu. Hatta, zaman zaman öğrenci gösterileri istenmeyen olaylara sahne oluyor, üzücü sonuçlarla karşılaşabiliyordu.
Lise ve fakülte yıllarımdan arkadaşlarım, kendi işlerinde, özel sektörde, kamuda, savcı, avukat, mühendis ve banka Müdürü olarak çok önemli görevler üstlendiler.
Öğrenci Derneği için Laleli’de  kiralamayı düşündüğümüz,  fakat, kirasını yüksek bulduğumuz bir daire için görüşme sırasında, iyi giyimli, kibar bir kişi de daireye bakmak için gelmişti. Ben, bizim için kirası yüksek, siz kiralayabilirsiniz dedim. Bu arada kendisinin, Kurucu Meclis Kütahya üyeliği yaptığını anlattı. Sonunda da, işlerini İstanbul’a taşıyacağını,  birlikte çalışmamızı önerdi.
Tophane yerine, Laleli’de çalışmak ve daha fazla ücret almak cazip geldi. Tayfun Ağabey ile konuşup, Deniz Malzeme Limited şirketinden ayrıldım. Rifat Bey,  önemli derslerimi saat kaçta olursa olsun kaçırmamam gerektiği konusunda bana çok yardımcı oldu. Şirket’i sıfırdan kuruyorduk. Kütahya’daki Fabrikalar faaliyete devam edecek, Kendisi buradan idare edecekti. Ayrıca, Salihli ve Turgutlu’da bulunan iki fabrika ile daha sözleşmeler yaptık. Batı Anadolu Limitet şirketi İstanbul’un tuğla piyasasında yerine aldı. Bir süre sonra, İstanbul tuğla tekelini elinde bulunduran Ekmekçiğlu’nun sahibi olduğunu söyleyen bir kişi bana telefon ederek görüşmek istedi, fakat Ben Rifat Beyle birlikte devam etmeyi tercih ettim.
Öğrencilik, çalışma hayatı, Derslerden kalan zamanlarda, çok sevdiğim sinemalara koşuyordum. Arkadaşlarla piknik ve hafta onu gezileri de yapıyorduk. Hayatım güzel geçiyordu.
Kardeşlerim de hem evde sürdürdüğümüz fason gömlek dikimi işinde yardımcı oluyor, hem de okullarında başarılı oluyorlardı. Erkut, 1968 yılında Fen Bilgisi öğretmeni olarak mezun olmuş, Batman Lisesi’ne tayin olunmuştu. Bir lise öğretmeni için , bir de güney doğu olunca, ok genç ve hatta çocuk kalıyordu. Ama neden bilemiyorum, kendisine yardımcı olamıyorduk. Parasız yatılı okuduğu için,  gitmek zorundaydı. Bir yıl orada çalıştı, üniversite giriş sınavlarına katıldı ve ODTÜ Elektronik bölümünü kazandı. Meliha’da ODTÜ Kimya Mühendisliği kazandı. Onların ODTÜ öğrencisi olmaları ile ailece gurur duymuştuk.
Üniversite dışında çok hızlı gelişen sosyal ve siyasal yaşamı da doğal olarak izliyordum.
Yaz tatilinde, şirkette tam gün çalıştım. Rıfat Bey benden çok memnundu. Benim yaşlarımda olup, trafik kazasında kaybettiği oğlunun yerine beni koyduğunun farkındaydım. Şirkete yeni birkaç eleman daha almış, şirket de iyi yolda idi. Osaka fuarına katıldı, bir mukavva fabrikası satın aldı. İstikrarlı bir şekilde büyümekteydi.
Mümkün olduğu kadar, dışarıdaki olaylardan etkilenmemeye çalışıyordum. Üçüncü sınıfı da tamamlamıştım.
O yaz tatilinde, Dayım Burgaz Ada’da bulunan Öğretmenler kampına tatile gelmişti. Ben de gitmiş ve çok beğenmiştim.  Yaz sonunda, 1970 – 71 öğretim yılı başlamıştı. Artık, mezuniyet havasına girmiştik.
Ancak, içinde ve dışında olaylar bir türlü sona erdirilemiyordu. Buna rağmen biz, arkadaşlarla kır gezileri, boğaz, adalar gezileri düzenliyor, güzel günler geçiriyorduk. Bu gezilere zaman zaman kardeşlerimi de alıyordum. Patronum Rıfat  Çini  ve Annemin üniversiteyi bitirmem konusunda önemli destek alıyordum.
Tarihler 12 Mart 1971 i gösterirken, bir anlamda askeri müdahale demek olan, Ordunun Muhtıra verdiğini, Sıkı Yönetim ilan edildiğin, bazı öğrenci liderlerinin tutuklanmak üzere arandığını radyodan dinledik. Türkiye yeni bir dönemin başındaydı.Nihat Erim Başbakan oldu. Yurt dışı görevde olan Atilla Karaosmanoğlu çağırılarak Babakan Yardımcısı yapıldı. Amaç ekonomik ve sosyal reformlar yapılması olarak açıklanmıştı.
Geleneksel olarak, son sınıflar için hazırlanacak Yıllık için Komite oluşturmuştuk.  Süleyman Tancar, Hikmet Kubilay, Necdet Evren, Berran Gürsel,Emir Erem, Leyla Bahtoğlu, Cengiz Kaya, Hande Özgelen, Şahabettin Küçükyazıcı’dan oluşan  Sosyal  Komite çalışmalarına da başlamıştık. Dört yıldır çok iyi anlaşan bir gruptuk. Bu çalışmada da kısa sürede başarı sağlamıştık. Fotoğraflar, bilgiler toplanıyor. Eski yıllara, başka fakültelere ait yıllıklar bulunup inceleniyordu.
Sonunda, yıllığımız hazırdı ve arkadaşlara teslim edildi.
Bu arada,  Ben de hedeflediğim gibi bütün derslerimden geçmiştim. Diplomaya kavuşmam an meselesi idi. Fransızca sınavı sözlüsündeyim. Siyaset İlmi disiplini öğrencileri  için yabancı dil sınavı hem yazılı hem sözlü. Fransız olan Öğretim Görevlisi, geçer not verebileceğini ancak, dönem ertelersem özel olarak ilgilenip çok daha iyi hale gelebileceğimi söyleyip tercihi bana bıraktı. Fakat benim hiç zamanım yoktu. Çünkü, hemen iş bulup evlenecektim.

DEVAM EDECEK