2 Nisan 2021 Cuma

MONTRÖ ANLAŞMASI ÜZERİNE

MONTRÖ TARTIŞMASI Şahabettin KÜÇÜKYAZICI www.gazeteistanbul.net Bazı güçlerin adına konuştuğuna inandığımız kişiler, durup durup yeni inciler yaymaktadır. Bir bakıyorsun, Lozan diyor, bir bakıyorsun Kanal diyorlar. Son olarak, yetkili bir kişi Montrö mırıldandı. Aslında, uluslararası anlaşmalar (özellikle askeri bir büyük zafer sonunda imzalanmış olanlar)Devletimiz ve Ulusumuzun varlığının garantisidir. Bu anlaşmalar taraf devletlerin temsilcilerinin katılımıyla müzakere edilmiş, imza altına alınmıştır. BM tarafından da kabul edilmiştir. Bir kelimesinin dahi tartışılması düşünülemez. Bu tartışmalar, bir ihtiyaç bir zaruret sonucu değildir. Bilinmeyen başka maksatlara yönelik olmalıdır. Tartışmaların sahipleri tarafından da ileri sürülen bir zaruret söz konusu değildir. Hatta, aradan geçen zaman içinde, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarımızdan geçen gemi sayısında, boru hatları ile taşımacılığın başlaması, TIR taşımacılığında gelişmeler, ticarette diğer gelişmeler nedeniyle büyük ölçüde azalmıştır. Büyük Devletlerin gizli askeri emelleri dışında, herhangi bir zaruret bulunmamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan yüz yıl sonra, dünya ve bölge koşulları elbette çok değişmiş, çeşitli çıkar grupları arasında, yeni bağlantılar kurulmuştur. Dünya enerji kaynakları konusunda yeni buluşlar-gelişmeler de bunu zorunlu kılmaktadır. Türkiye”nin bölgedeki stratejik konumu daha da artmış, budurum emperyal güçlerin iştahını kabartmaktadır. Önümüzdeki dönemde, petrol dışında, doğal gaz ve su rezervleri uluslararası çatışmanın odak noktası olacaktır. Orta Doğu’da her geçen gün azalan petrol, dikkatleri Karadeniz ve Doğu Akdeniz’deki doğal gaz rezervleri ve Türkiye’deki Su kaynakları üzerine çekecektir. Bu çerçevede özellikle İngiltere ve Fransa, bu kaynaklara büyük ihtiyaç duymakta olduğundan Katar ile işbirliği yaparak çalışmalar sürdürmektedir. Bu savaşlar, doğal olarak su yollarını da içermekte, anlaşmaları zorlamak pahasına, alternatif su yolları üzerinde fikir üretilmektedir. Yüz yıl önce ortaya atılan, SAROZ-GELİBOLU su yolu, KARADENİZ-MARMARA kanalı son zamanların gözde tartışma konularıdır. Özellikle gündemde olan Kanal İstanbul projesi, büyük yerleşimler içeren imar değişikliklerine, arsa spekülasyonuna konu olmuştur. Konuya bu açıdan baktığımızda da projelerin çeşitli sorunlarla karşı karşıya bulunduğu gözlenmektedir. Her şeyden önce, bölge su kaynakları bakımından fakirdir. İstanbul, halihazır su ihtiyacını çevre iller kaynaklarındı taşımak suretiyle karşılamaktadır. Diğer tedarik zincirleri açısından da büyük problemler mevcuttur. Buna rağmen, konuya ilişkin söylem ve tartışmalar sürmekte, inatlaşmaya dönüşmektedir. Ancak, şurası bilinmelidir ki, Türkiye Cumhuriyeti milli birlik ve bütünlüğünden asla taviz vermeyecek, geri adım niteliğindeki hiçbir girişim başarılı olamayacaktır.

23 Mart 2021 Salı

TÜRKLERDE KADIN

TÜRKLERDE KADIN DERLEYEN: Şahabettin KÜÇÜKYAZICI Cinsiyet ayrımcılığı İlk Çağ’dan günümüze insanlığın en önemli toplumsal problemlerinden birisidir. Tarih boyunca dünyada genel olarak kadına yönelik negatif ayrımcılık yaygındır. Toplumsal farklılıklar bulunmakla birlikte doğumdan itibaren çocuklar arasında cinsiyet ayrımı yapılması âdeta geleneksel hâle gelmiştir. İslam öncesinde Türklerin çağdaşı toplumlarda bu durum kendini gösterir. Mesela Türklerin en yakınındaki kültürlerden birisi olan Çinlilerde doğan çocuk kız ise isim verilmeye değer görülmez, ona sayı ile hitap edilir. Yakın coğrafyadaki diğer bir topluluk olan Hintlilerde çocuk kız ise evlenene kadar babasının eğer yoksa erkek kardeşlerinin himayesi altındadır. Bu himayeden maksat kızların zayıf karakterli, günaha meyilli ve hayatını tek başına devam ettiremeyecek kadar güçsüz olduğuna inanılmasıdır. Ancak bu konudaki en uç örnek Araplardadır. Araplar için doğan çocuk kız olursa bu bir utanç olarak kabul edilir. Bu yüzden kız çocuklarını diri diri toprağa gömenlere bile rastlanılır. Eski Yunan ile Roma döneminde kadına bakış ile Arapların kadına bakışı arasında hiçbir fark yoktu. Kadın hep bir zevk unsuru, köle, cariye, hizmetçi olarak görülmüştü. Hatta Avrat-Avret kelimesi bile saklanılması gereken eşya-... anlamına geliyordu. Eski Çin'de de durum farklı değildi; hizmetçi olarak görülen kadınlara isim bile verilmez, kadın bir, kadın iki, kadın 3 diye sayılırdı. Tanıklığı da kabul edilmezdi. Ortaçağda kadın bilgelik yolunu seçmişse, vay haline; cadı diye avlanırdı. Türklerin çocukları arasında cinsiyet ayrımı yapmaması onların kadına bakışları hakkında önemli bir göstergedir. Çocukluk safhasından sonraki değerlendirmelere bakıldığında ise toplumun bu konudaki mental değerleri daha da netleşmeye başlar. Genç kız, evli kadın ve anne simgeleri üzerinden yapılan anlamlandırmalar başlangıç evresindeki bakışın ilerleyen dönemde de devam edip etmediğini belli eder. Bunun için toplumun en eski değerlerini yansıtan sözlü kaynaklar oldukça kıymetlidir. Kadınların toplum içerisindeki itibarı milletin zihin dünyasındaki yeriyle yakından alakalı olduğundan milletin düşünce sistemini asırlar boyu kuşaktan kuşağa aktaran sözlü kaynaklara bakmak gerekir. Toplum hafızasının gidebildiği en eski yer olan efsane ve destanlar Türklerin kadına bakışını gösterme açısından oldukça kıymetli bilgiler içerir. Destanlara bakıldığında kahramanların anneleri ve eşleri hep ilahi ışıktan varlıklar olarak tasvir edilir. Bu semavi sembol, kadının kıymetli bir varlık olduğunun işareti olarak kabul edilir. Oğuz Kağan Destanı’nda Oğuz Han’ın eşinin karanlık bastığında gökyüzünden inen, aydan ve güneşten parlak bir ışık şeklinde tasvir edilmektedir. Eski Türk Töresince, Türk toplumunda kadın ve erkek eşittir. Türkçe "Eş" ve "Yarim" kelimesi bu kadın erkek eşitliğini ifade açısından "Eş-Eşit ve Yar-Yarım" kelimesinden türeyerek ifade edilmiştir. "Kadın"kelimesi ise İskit/Saka Türklerinden beri Kağan eşi veya Kadın hükümdar anlamında kullanılan "Katun" kelimesinden türetilerek "Kadın ve Hatun" şekline dönüşmüş. Yine "Hanım" kelimesi de Moğol ve Türk hanlıklarında Han eşlerine verilen isimdir. Eski Türklerde bir kızı taciz edenin gözüne mil çekilir kör edilirdi! Tecavüz eden ise öldürülürdü. Türk kızının kendini koruma hakkı vardı. Ayrıca devleti yöneten Kağan tarafından Türk kızının şerefi, töre/yasa ile korunmaktaydı. Bu yüzden kimse Türk kızına yanlış yapamazdı. O coğrafyada halen kadının bir nevi dokunulmazlığı var. Cengiz Han ve Timur zamanında Balkanlar’dan Çin seddine kadar tek başına bir kadın gidecek olsa, kimse yan gözle bakamazdı. O derece katı keskin kanunlar vardı ve kadına dokunulmazdı... Cengizhan: "Ben sizin Hanınızım buda (eşi Börte) benim Hanım" Rivayet odur ki; birgün Cengizhan Kurultayda eşi Börte'yi göstererek: "Ben sizin Hanınızım buda benim Hanım" demiş, ve Börtenin Han kadar Kurultayda yetki ve söz sahibi olduğunu ifade etmiştir. Yine dilimizde üçüncü tekil şahıs zamiri (İngilizce ve Arapçanın aksine) erkeklik ve dişilik belirtmeden "O" kavramıyla ifade edilmektedir. Buda Türklerin yaşantıda, dilde dahi kadın erkek ayrımı gözetmediğini kadın erkek eşitliğinde gerek Avrupa gerekse Ortadoğu uluslarından daha ileri bir düzeyde olduğunu dil bilimi açısından bize göstermektedir, Yalnızca Türkler kadını bereket sembolü, yerin ve göğün evladı olarak görmüştür. Hatunun rızası ve imzası olmadan Kağanın yaptığı anlaşma bile geçerli sayılmıyordu. Çin ile ilk anlaşmayı, Mete Han'ın hatunu yaparken; Avrupa Hun Türklerinde resmi görüşmeleri Attila'nın hatunu yapıyordu. Türk mitolojisinde ise kadın artık tanrısallaşmıştır. Yaradılış destanında Ak Ana, sudan yaratma fikrini Ülgen'e verirken, en meşhur figürlerden Umay Ana Orhun Yazıtlarında bile yer almış. Nitekim yazıtlarda ''Umay gibi, annem hatunun şerefine küçük kardeşime Kül Tigin adı verildi. Babam İlteriş kağan, anam İlbilge hatunu Tengri yukarıdan idare ederek yükseltmiş.'' demektedir. Yine Türk mitolojisinde Asena yol gösteri tanrıçayken, Ötügen ise toprak anaya verilen isimlerden biridir. Dikkat edileceği üzere Türkler mezarlıkları düz değil, yükseltilmiş ve yuvarlatılmış şekilde yapıyor. Bunun sebebi, Türklerin yeniden doğuşa inanıyor olmasından ötürü mezarlıkları hamile bir kadının karnına benzeterek, toprağın bir ana gibi tekrar insanı doğuracak olmasına inanmasıdır. Türklerde kadın bu kadar kutsal bir noktadayken, son 1000 yıl boyunca Türk kadınının resmi hakkı alınmış, sosyal hayatı kısıtlanmış, eve kapatılmış, tanıklığı bile kalmamıştır. Tüm bu hakikatleri, tüm bu tarihi gerçekleri tarihin en kanlı savaşlarında bile bulduğu ilk fırsatta okumaktan geri durmamış bir adam, 1000 yıl sonra ilk defa ''Kadınların üzerindeki bütün baskıyı kaldıracağım.'' dedi. Bunu dedi çünkü kadınların üretime katılmasıyla devletin kârlı çıkacağını biliyordu. Kadınların üzerinden bütün baskıyı kaldırmakla medeniyetin yeniden doğacağını biliyordu; çünkü kadın medeniyet demekti. Bütün baskılar kaldırıldı. Kadına giyim kuşam özgürlüğü verdi. Kadını üretime kattı. Kadına bir soyadı verdi. Ona tanıklık hakkı vermekle kalmadı, onu avukat yaptı, hakim yaptı. Kadını toplumlara öğretmen yaptı. 1000 yıl sonra tek bir adam bunu yaptı. ATATÜRK...

21 Mart 2021 Pazar

NEVRUZ KUTLU OLSUN

NEVRUZ BAYRAMI Şahabettin KÜÇÜKYAZICI Bugün nevruz (Nev= YENİ ve ruz= GÜN) yani YENİGÜN. Miladi takvime göre 22 Mart’a denk gelir. Gece ile gündüz eşitlenmeye, havalar ısınmaya, karlar erimeye, ağaçlar çiçeklenmeye, toprak yeşermeye, göçmen kuşlar yuvalarına dönmeye başlar. Yani Nevruz baharın ilk günüdür. Türklerde “Gün Dönümü” olarak da bilinir. Bir Bahar Bayramıdır. Nizami Gencevi “İskendernâme” adlı eserinde, M.Ö. 350 yıllarından bu yana Türklerin bahar bayramını kutladığını bildirmektedir. Göktürklerde “Ergenekon'dan çıkış” yani KURTULUŞ günüdür. Kâşgarlı Mahmud “Divân-ı Lügât-it Türk” adlı eserinde Nevruzun Türklerin yılbaşı günü olduğunu bildirmektedir. Selçuklu Veziri Nizamü'l-mülk “Siyasetnâme” adlı eserlerinde bu günü “yeni yıl” olarak kabul edip vergileri bu günün ilk günü toplatmıştır. Selçuklu Sultanı Melikşahın Ömer Hayyam’a hazırlattığı Celâli Takviminde yılbaşı 21 Marttır. Bu nedenle 21 Mart gününe yılbaşı anlamını taşıyan Yılsırtı da denilir. Orta Asya'dan Balkanlara kadar çok geniş bir coğrafyada yeni yılın başlangıcı olarak yerel renk ve inançlarla “bayram” havasında kutlana gelmektedir. Avrasya coğrafyasında yaşayan uluslar Ergenekon, Bozkurt, Yenigün, Ilkyaz, Çılgayak, Ekin, Cılsırtı ve Nevruz Bayramı adı altında kutlaya gelmişlerdir. Türk Dünyasının kurtuluşu müjdeleyen bahar bayramı hepimize kutlu olsun. Sağlıcakla kalınız…

18 Mart 2021 Perşembe

TÜRKİYE NÜFUSU

YAŞLANIYORUZ Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Türkiye'de yaşlı nüfus, diğer yaş gruplarındaki nüfusa göre daha yüksek bir hız ile artış gösterdi. Türkiye, yaşlı nüfus oranına göre sıralamada 167 ülke arasında 66'ncı sırada yer aldı. En az bir yaşlı fert bulunan 5 milyon 903 bin 324 hanenin 1 milyon 478 bin 346'sını tek başına yaşayan yaşlı fertler oluşturdu. Bu hanelerin yüzde 75,3'ü yaşlı kadın, yüzde 24,7'si ise yaşlı erkek. Yaşlı nüfus oranının en yüksek olduğu il, 2020 yılında yüzde 19,8 ile Sinop oldu. Bu ili yüzde 18,6 ile Kastamonu, yüzde 17,1 ile Artvin izledi. Yaşlı nüfus oranının en düşük olduğu il ise yüzde 3,4 ile Şırnak oldu. Bu ili yüzde 3,6 ile Hakkari, yüzde 4 ile Şanlıurfa izledi. Yaşlı nüfus oranı il düzeyinde yıllara göre incelendiğinde, toplam nüfus içinde yaşlı nüfus oranının en yüksek olduğu il sayısı 2015 yılında 6 iken, 2020 yılında 18 oldu. Nüfus projeksiyonlarına göre yaşlı nüfus oranının en yüksek olacağı il sayısının 2025 yılında 33'e çıkacağı tahmin edildi. Çalışma çağındaki nüfsumuz: % 67,8 Çalışma çağı olarak tanımlanan 15-64 yaş grubundaki nüfusun oranı, 2007 yılında yüzde 66,5 iken 2019 yılında yüzde 67,8'e yükseldi. Diğer yandan çocuk yaş grubu olarak tanımlanan 0-14 yaş grubundaki nüfusun oranı yüzde 26,4'ten yüzde 23,1'e gerilerken, 65 ve daha yukarı yaştaki nüfusun oranı ise yüzde 7,1'den yüzde 9,1'e yükseldi.

17 Mart 2021 Çarşamba

BELEDİYE ŞİRKETLERİNE ATAMA

BELEDİYE ŞİRKETLERİ Şahabettin KÜÇÜKYAZICI Büyükşehir Belediyeleri, Toplu Taşıma, şehir suyu başta olmak üzere çok eski yıllardan beri, özel kanunla kurulmuş şirketler eliyle halka hizmet vermektedir. Kamu hizmeti niteliğindeki bu işlerin yürütülmesi için söz konusu şirketlerde, binlerce işçi istihdam edilmekte ve pek tabi olarak şirketlerin yönetim kadroları belirlenmektedir. İSKİ; İETT gibi özel kanunlar kurulanlar dışında kalan Şirketler, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu'nun 26.maddesine göre ticari işletme statüsünde kurulmuşlardır. Belediyelerin hizmet ve görev alanlarında, ilgili mevzuatta belirtilen usullere göre kurulan bu sermaye şirketlerine, Büyükşehir Belediyesi Kanununun 38. Maddesinde sayılan Başkan yetkileri çerçevesinde Genel Müdür ve Yönetim Kurulları atanmakta iken, siyasi iktidar tarafından şirketlere yapılan atamaların, tescilini yapmakta sorun çıkarılmaya başlanmış, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 15 Mart 2019 tarihli genelge ile belediyelerin iştiraki olduğu şirketlerde belediye tüzel kişiliğindeki temsilcilerinin değiştirilmesi yetkisinin belediye meclislerine verildiği belirtilmiştir. Genelgenin yayınlanmasının ardından belediye başkanlarının şirket yönetimlerine atadığı kişilerin tescil yapılmamaya başlandı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığının genelgesini gerekçe gösteren Ankara Ticaret Sicil Müdürlüğü de Yılmaz’ın ticaret sicilinde tescil ve ilanı işlemini yapmadı. Bunun üzerine Ankara 10 Asliye Ticaret Mahkemesi’ne dava açıldı. Mahkeme, Kerim Yılmaz’ın tescil işleminin yapılmamasını yasaya aykırı buldu. Mahkeme Kararı uyarınca atama gerçekleştirilmekle birlikte, itiraz üzerine dosya Danıştay’a taşındı. Danıştay'dan, belediye başkanlarının belediye şirketlerine ve iştiraklerine meclisin onayı olmadan yönetici atayamayacağı yönünde karar çıktı. Karara göre; belediye şirketlerine yönetici belirlenirken belediye başkanı yetkisi değil, meclis onayı aranacak. Böylece AK Parti ve MHP ortaklığında oluşturulan Cumhur İttifakının çoğunluğu elinde bulundurduğu Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediyelerinde, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'ın atama yetkileri sınırlandırılması amacı gerçekleşmiş olmakla birlikte, bu çekişmelerden hizmetlerin aksayacağı, Belediye Meclisleri tarafından atanacak Genel Müdür ve Yönetim Kurulu üyelerinin Belediye Başkanları ile çatışmaya girmesi mümkün ve muhtemel görülmektedir. Ayrı bir tüzel kişiliğe ve bütçe sahip, yarı ticari nitelikte, ancak yerel yönetime bağlı ve yerel yönetimin genel denetimi altında çalışan özel amaçlı bu kuruluşlar aracılığıyla pek çok hizmet başarıyla yürütülmektedir. Bugüne kadar, çoğunluğu elinde bulunduran AKP/MHP ortaklığı tarafından Büyükşehir Belediye Meclisi toplantılarında sergilen tutum ve davranışların, hizmetin gereği tartışmaları yerine siyasi içerikli olduğu, Başkanlığın her önerisine karşı çıkıldığı bilinmektedir. Oy çokluğuyla alınan kararın gerekçesi önümüzdeki günlerde yayınlanacağı ifade edilmiştir. # google.com #
yandeş.com.tr Yapılan Yorumlar

ÇANAKKALE ZAFERİ

ŞEHİTLERİMİZİ ANIYORUZ
ŞAHABETTİN KÜÇÜKYAZICI Tarih 18 Mart 1915, dizi dizi zırhlılar ve her kıtadan getirilmiş ordular... 18 zırhlı, 12 kruvazör, 17 muhrip, 12 denizaltı, 1 uçak gemisi, 1 balon gemisi, 36 mayın gemisi, 2 hastane gemisi, 86 nakliye gemisi, 222 çıkarma gemisi, 42 uçak ve bir milyona yakın insan gücü... Peki amaçları neydi bunların? Çanakkale Boğazı'ndan zorla geçip, Türk 'ün başkenti İstanbul' u zaptetmek, Türk yurdunu sömürgeleştirmek, Türk Milleti 'ni köleleştirmek!.. Ama unuttukları bir şey vardı : Türkler onların sömürgelerindeki toplumlara benzemezlerdi. Şeref ve haysiyetleri için yaşarlar ve onun uğrunda seve seve ölüme giderlerdi. Bizim bu yanımızı bilen bilir, bilmeyen tecrübe ile öğrenirdi. Boğazı denizden geçme teşebbüsü, Nusret mayın gemisinin döktüğü mayınlar ve kıyı bataryalarımızın isabetli atışları sayesinde sonuçsuz kaldı. Boğazı denizden geçme teşebbüsü sonuçsuz kalınca düşman bire 200 oranında bir kuvvetle kıyıya çıkmıştı ama hesaba kalmadığı birşey vardı. Sıra elbette piyadenin süngüsüne de gelecekti. Geldi de... Kanlı bir boğuşma başladı boğaz boğaza... Kurşunun bittiği yerde dipçikler vardı. Burada mert olan dayanır, namert olan kaçardı. Türk 'ün yenilmezliği, Çanakkale' nin geçilmezliği ispat edilmeliydi. Edildi de... Dersini almış İngiliz aslanı, kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırarak, ortakları Fransızlarla birlikte kaçmak zorunda kaldılar... Çanakkale'de yatağı taştan yorganı yapraktan olan her koç yiğit ATASI önlerinde Türk tarihinin, aşılmaz, kırılmaz kale bedenleri gibi geçit vermediler!... Estergon, Kanije, Plevne destanlar zincirinin altın halkası oldular... Şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz...

18 Şubat 2021 Perşembe

KÖY KALKINMASI

KÖY KALKINMASI Şahabettin KÜÇÜKYAZICI Tarımsal yaşam çanlandırılıp, köyde yaşayanların sosyal ve ekonomik durumunun yükselmesi sağlanmalıdır. Buna bağlı olarak, köylünün eğitim durumu yükselmelidir. Böylece kalkınmaya katkısı ortacaktır. Uzunca bir süredir sanayi ön plana çıkartılarak, kalkınmanın bö sayede gerçekleşeceğine inanılmıştır. Elbette, sanayileşme çok önemlidir. ancak, kasaca köylü olarak tanımlaybilelceğimiz, tarım ve hayvanlcılıkla uğuraşanlar üretmez ise sanayi ürünleri üretenlerin tek başına nasıl ayakta kalacağını düşünmenin yanlış olduğu anlaşılmış bulunmaktadır. Bu nedenle köy ve köylümüzün zenginleşip kalkınması için mucizeler falan da gerekmemektedir. Geçen yüzyılda, Atatürk Türkiyesinde bunun ilk adımları atılmış, ciddi başarılar elde edilmiştir. Günümüzde köyden kente göz o kadar çok hızlı artış göstermiştir ki, köyler ancak turistik amaçla ziyaret edilir hale gelmiştir. Pek çok köyde kış aylarında kimse kalmadığı görülmektedir. Buna paralel olarak, köy okulları kapatılmış, köylerde önemli rehberlik görevi yerine getiren öğretmenler de şehire taşınmıştır. Diğer taraftan, tarım ürünlerinin ekiminden başlayarak, değerlendirilmesi hatta pazarlanması üzerine ciddi eğitim görmüş olan binlerce Ziraat Fakültesi mezunu ve tarım teknisyeni genç işsiz olduğu bilinmektedir. İş bulamamış veye tarım dışı işlerde meslekleri dışında bir işte çalışlamka olan bu gençlerin kası bir eğitimle öğretmen formasyonu kazanması pekala mümküdür. Köy okulları yeniden açılarak bu gençlerin buralarda görev almaları sağlanmalıdır. Buna paralel olarak, şehirlere göc etmiş, üstelik halen işsiz kalmış nüfusun, tarımsal üretime dönmesi kolayca teşvik edilebilecektir. Bu çerçevede, geçmişteki Köy Enstitüleri deneyimlerinden yararlamak suretiyle, Öğretmen- mühendislerin köylü ile yakın ilişki kurmaları, bilinçli bir tarımsaz faaliyetin başlamasına kıvılcım teşkil edecektir.Boş zamanlarında öğrentmen mühendisler, Köy kahvesin ve Köy Odasında köylüye her alanda rehberlik edeceklerdir. Öğretmen Mühendisler, köylüyü tarım,tarım aletleri,zirai ilaçlar,hayvancılık konularında devamlı bilgilendirebilir. Hangi tohumu hangi ilacı hangi mevsimde kullanacağını basitçe anlatabilir. Köy öğretmeni, esasen İl İdaresi Kanunumuz gereği ihtiyar heyetinin tabii üyesi olup, muhtar ve diğer üyeler ile sürekli irtibat halinde olup,sürekli olarak Kaymakamı’nın, İlçe Milli Eğitim Müdürü’nün ve İlçe Ziraat Müdürü ile İlçe Belediye Başkanı ile köylerin ilişkisini güçlendirecek,köylünün üretiminin değerlendirilmesi mümkün olacaktır. TOKİ tarafından kibrit kutusu gibi yapılan konutların, ahırlar bölgesi, küçük bahçeler, kümesler, küçük tamir-bakım atelyeleri ile desteklenmesi gerekmektedir. Tarımsal ürünler ithaline dur denilmesi, geniş ve verimli arazilere sahip ülkemizin kendi ihtiyacını karşılaması, eskiden olduğu gibi tarımsal ürün ihraç eden bir ülke olması bu suretle sağlanmış olacaktır. Bu amaçla yapılması gereken en önemli çalışmaların başında; köyden kente göçü önlemek gelmelidir. Şehirde olan bazı imkanlar köylerde de olmalıdır. Örneğin mütevazi bir köy sineması,aynı binada gönüllülerden oluşan zaman zaman da turnelerin ziyaret edip oyun sahneye koyacakları küçük bir tiyatro sahnesi kolayca kurulabilir. Öğretmen ve muhtar marifetiyle amatör tiyatro kulübü kurulabilir. Bunlar bazılarına lüks gibi gelebilir. Ama değil.’’hiçbir sorun yoktur ki içinde çözümü de barındırmasın.’’ Köydeki öğretmen ve üniversitede okuyan gençler devlet yetkilileri ile öncellikle belediyelerle iyi ilişkiler kurarak tohum, mazot, su, elektrik, tarım alet ve makinelerindeki teşviklerden yararlandırılmalıdır. Bu konuda köylüye öncülük edilmelidir. Köy kahveleri elden geçirilir ve buralarda illgili Kurum ve Kuruluşlar desteğinde internet kafeler, kütüphaneler oluşturulabilecektir. Yeter ki istensin. Balkan ülkelerine yaptığımız kısa ziyaretlerde bunun örneklerine sıkça rastlanmıştır. Yapılan Yorumlar