10 Ekim 2020 Cumartesi

BÜTÇE REVİZE ELDİLMELİ Mİ?

 google.com




BÜTÇE REVİZE EDİLMELİ Mİ?


Şahabettin Küçükyazıcı

Devlet Bütçeleri, kamu gelir ve giderlerine ilişkin öngörü ve tahminleri yansıtır. 

Ülkelerin anayasalarında genel hatlarıyla şekillenir. Mutlaka geleceğe yöneliktir. Genelde her yıl tekrarlanır, devri bir nitelik taşır. Sınırlı süreli yetki verirler. Yürütme organının programıdır. Giderlerin yapılması ve gelirlerin toplanması için yasama organı tarafından yürütme organına verilmiş bir ön izin niteliğindedir. Bütçe kanunları, tüm kamu kurum ve idarelerini kapsar. Gelir ve giderlerin denk olması beklenir. Uygulama sırasında ve sonrasında yasama, yürütme ve yargı organları tarafından denetlenir.

Anayasamıza uygun olarak, 2020 yılı için de usulüne uygun olarak TBMM de kabul edilmiş bütçemiz yürürlüktedir.

Tümdünyayı etkisi altına almış bulunan "CORONA SALGINI" ülkemizde de etkili olmaya devam etmektedir.  Bu sorunla mücadele görevi olan Sağlık Bakanlığımız, tüm imkanları ile sorunun üstesinden gelmek için üstün çabalar göstermektedirler.

Ancak, bu belaya bağlı olarak otaya çıkacak sorunlar, yalnızca sağlıkla ilgili değildir. Kapanan işyerleri, işsiz kalan yurttaşlar, ödenemeyen senetler, üretim düşüşleri, iç ve dış ticarete, turizme etkileri tüm bakanlıkları ilgilendiren büyük sorunlara neden olacağı görülmektedir. Milli Eğtimden, Çevre Bakanlığına kadar bütün bakanlıkların gelir ve giderleri bundan etkilenecek gibi görünmektedir.

Bu durum karşısında, esasen normal koşullarda dahi yılın ilk üç aylık döneminde hedeflerini tutturamadığı açıklanmış olan 2020 bütçesinin gözden geçirilmesini gerekli kılmaktadır.

Konu ile ilgili olarak, TBMM'nin acilen bir "Bütçe Revizyonu" üzerinde çalışmalar başlatmasının yerinde olacağı düşünülmektedir.



Yapılan Yorumlar

1 Ekim 2020 Perşembe

 google.com


AZERBAYCAN KARDEŞTİR

"KARDEŞİN KARDEŞE BORCU OLMAZ " 

" Azerbaycan'dan, bize ne ? " diyenlere.
Mustafa Kemâl Paşa, 3 Mayıs 1920 günü Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’ya yazdığı bir mektupta, “Devlette hiç para kalmadı. Şu anda içeride para temin edebileceğimiz bir kaynak da yok. Başka kaynaklardan para temin edinceye kadar Azerbaycan Hükûmeti’nden borç para alınmasını temin etmenizi rica ederim” diyordu.
Kâzım Karabekir Paşa, isteği Azerbaycan Hükûmeti’ne iletti. Bu istek, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Halk Cumhuriyeti ile Ankara Hükûmeti arasındaki ilk resmî temastı. Azerbaycan’dan Türkiye’ye uzanan kardeş eli 1921 yılı içinde Nerimanov’un şahsî emriyle uzandı. Azerbaycan Dışişleri Bakanı Mirza Davut Hüseyinov, kazanılan Birinci-İkinci İnönü Savaşları münasebetiyle çektiği telgrafta “…Kazanılan bu büyük zaferlerden dolayı Türk halkını Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adına kutluyoruz” diyor ve bu büyük zaferlerin şerefine Azerbaycan halkının yardım için 30 sistern (sarnıç, tanker) petrol, 2 sistern benzin, 8 sistern kerosin gönderdiğini bildiriyordu. Aynı yılın Mayıs ayında Azerbaycan devleti, TBMM hükümetine 62 sistern petrol gönderdi ve bundan sonra savaş bitinceye kadar aynı değerde petrol ve üç vagon dolusu kerosin göndermeyi taahhüt etti. Bu taahhüdün dışında 1922 yılında Batum yoluyla Azerbaycan dokuzbin tondan fazla kerosin ve 350 ton benzin gönderdi.
Mustafa Kemâl Paşa 1921 yılında Nerimanov’a bir mektup yazarak borç para talep etmişti. Bu mektubu 17 Mart 1921 günü büyükelçi Nerimanov’a ulaştırdı. Nerimanov, derhal 500 kg. altın gönderdi. Bunun 200 kg’ı devlet bütçesine, kalanı ise mühimmat ve silâh için kullanıldı. Daha sonra Nerimanov, Türkistan’dan Moskova’ya ulaşan 10 milyon altın rubleyi Ankara’ya gönderdi. Bu yardımlarla savaş içindeki ülkenin durumunda belirgin bir düzelme oldu. 23 Mart 1921’de Azerbaycan Hükûmeti talep etmediği halde Türkiye’ye Azerbaycan halkının hediyesi olarak 30 sistern petrol, 2 sistern benzin, 8 sistern yağ gönderdi. Nerimanov, Mustafa Kemâl Paşa’nın mektubuna yazdığı cevâbî mektubunda hergün kazanılan başarılarla Türk halkının emperyalizmden kurtulma günlerinin yaklaştığını, bu yüzden kahraman Türk halkını kutladığını belirtiyor ve sonra ilâve ediyordu: “Paşam, bizim Türk Milleti’nde kardeş kardeşe borç vermez. Kardeş, her zaman kardeşinin elinden tutar. Biz kardeşiz, her zaman elinizden tutacağız ve tutmaya devam edeceğiz.”
Azerbaycan ve Türkiye, iki kardeş ülkedir. 
Kederleri de, sevinçleri de birdir.


8 Eylül 2020 Salı

ÇOCUKLARIMIZIN SAĞLIĞI VE GELECEĞİ

 www.google.com


 ÇOCUKLARIMIZIN SAĞLIĞI VE GELECEĞİ

Şahabettin KÜÇÜKYAZICI

Coronavirüs sorunu başladığından bu yana, Devlet ve Hükümet yetkilileri konu ile yakından ilgilenmişler ve  devam etmektedirler.

Öncelikle, kısmi sokağa çıkma yasakları ile birlikte okulların tatili gerçekleştirilmiş, AVM ve diğer toplu satış yapılan pazarlar ve benzeri yerlerin çalışmaları kısıtlanmıştır. Bu çerçevede kapalı tutulan camilerin belirli kurullarla hizmete açılması gerçekleşmiş, düğünlere belli kurallarla izin verilmiş, ancak eğitim kurumlarının açılması konusunda karar alınamamıştır. Daha önemlisi, eğitim kurumları ile ilgili olarak, yetkili  bilimsel kurullar oluşturulmamış, araştırmalar gerçekleştirilmemiş olması nedeniyle, esasen ciddi sorunlarla karşı karşıya bulunan eğitim camiası yeni bir sıkıntılı döneme girmiş bulunmaktadır.

Milli Eğitim Bakanlığı sağlam gerekçelere dayanan kararlar yerine, geçici ve tereddüt yaratan kararlar almaya devam etmektedir.

Eğitim kurumlarının, yüz yüze eğitime başlaması demek, çocuk ve gençlerin kaynaşması demek olacaktır. Bu da salgın hastalığın bulaş riskini artıracak, çocuklarla virüs evlere taşınmış olacaktır.

Bunun yanı sıra, çalışan anne ve babaların çocuklarını dede ve ninelere taşınmasının da önüne geçilemeyecektir.

Halbuki, nine ve dedeler  hastalığın birinci derecede risk grubuna giren kronik hastalık sahibi kişiler olduğu da sık sık gündeme getirilmektedir.

Maske üretim ve dağıtımı ile başlayan, hangi hastanelerin pandemi hastası kabul edeceği, yoğun bakım servisleri kapasitesi  tartışmaları ile çözüm arayışları sürmektedir.

Bunların yanı sıra, halkın da tutumu çok ilginçtir. Kendilerinin ve yakınlarının sağlıkların önemsemeyen gruplar, ilk fırsatta AVM lere koşmakta, toplu taşıma araçlarına hiçbir kurala uymadan binmeye devam etmektedir. Yasaklarla bu tutum ve davranışların önüne geçilmesi pek kolay görünmemektedir.

Benim yaşımda olanlar iyi hatırlayacaklardır. Bizler, sıtma, çiçek, tifo ve verem salgınların yaşadık. Üstelik o yıllarda Ülkemizin ekonomik ve sosyal koşulları günümüzle kıyaslandığında çok daha kısıtlı idi. Buna rağmen, sokakları gezen çamaşır yıkama araçları (atlı), BCG aşıları, ücretsiz dağıtılan kinin, etanbutol ve benzeri ilaçlarla Devletimiz salgınların önüne geçmiş o hastalıkların kökünü kazımıştır. Covit 19 için de yakında her türlü önlemin alınacağından kuşkumuz yoktur.

Burada dikkat çekmek istediğimiz konu eğitim ve çocuklarımızdır.

Yetkililerin açıkladığı, uzaktan eğitim veremediği öğrenci sayısının, bir milyon beş yüz bin olduğunu duyduğumda oturduğum yerden fırlamıştım. Hani ne oldu, her öğrenciye bilgisayar projeleri?

Her köyde bir cami ve personeli görev yapmakta iken, 16 bin okulu okulsuz ve öğretmensiz bırakarak, saatlerce çocukları minibüslere mahkum eden uygulamaları ne zaman tartışabileceğiz?

Köy okullarının açılması, hatta artırılması suretiyle, uzaktan eğitim araçlarından öğretmen nezaretinde çocuklarımızın yararlanmasının önü açılabilir. Bu çerçevede, her okula bir sağlık odası ve personeli uygulamasının başlatılması de gereklidir. “Bizim gençlik yıllarımızda, öğrencisi olduğum Kabataş Lisesi ve diğer  köklü okullarımızda Revir ve sağlık görevlileri bulunmaktaydı.”

Bununla birlikte, salgın hastalık gölgesinde eğitim sistemimizin olumsuz etkilenmemesi konusunda ve diğer konularda, Atatürk döneminden bu yana hizmet vermekte olan Talim-Terbiye Kurulu’nun yetkilerinin artırılarak, üniversiteler ve öğretmen kuruluşlarının katkı vereceği,  yoğun bir çalışma ile önlemler belirlemesinin uygun olacağını düşünüyorum.

  

Yapılan Yorumlar

29 Ağustos 2020 Cumartesi

YENİDEN VAR OLUŞUMUZ . 30 IĞUSTOS ZAFERİ

 

30 AĞUSTOS YENİDEN VAROLUŞUMUZDUR

Şahabettin KÜÇÜKYAZICI

Osmanlı İmparatorluğunun Orduları dağıtılmış, bütün tersanelerine girilmiş, Dünya Savaşını kaybeden Almanya ile birlikte inanılmaz ağır koşullar içeren bir anlaşma imzalamak zorunda kalmıştı. Bu  durumdan en büyük zararı Türk Ulusu görmekteydi.

Büyük Önder Mustafa Kemal ve silah arkadaşları tarafından asla kabul edilemeyen koşullara bütün Türk Halkı karşı çıktı.

Türkler, Anadolu topraklarının paylaşılması için birleşen emperyalist güçlere karşı; dil, din, ırk, mezhep ve inanç farklılığı gözetmeden, el ele omuz omuza verip mücadele ettiler ve tarihte eşi ve benzerine az rastlanan büyük bir zafer kazandılar.

30 Ağustos,  Ulusumuzun sonsuza kadar  bağımsız kalmasını sağlayacak bir dizi askeri ve siyasi zaferin başlangıcı olmuştur. Bu nedenle, çağdaş ve saygın Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı gün olarak da kabul edilmelidir.

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “ “Ya İstiklal, Ya Ölüm!” diyerek başlattığı kurtuluş mücadelesine, karakterinde bağımsızlık olan ulusumuz,  yediden yetmişe, genci yaşlısı, kadını erkeği ve hatta çocuğu ile katılmıştır. Bağımsızlık için ant içmiş Türk Halkının, sahip olduğu  mücadele azmi ve inancı sayesinde zafer kazanılmıştır.

Zor koşullara rağmen,  Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde kazanılan bu zafer, Bağımsız, özgür, çağdaş ve saygın Türkiye Cumhuriyetinin kapılarını açtığı gibi tüm dünyadaki mazlum milletlere de örnek bir mücadele olması bakımından büyük bir öneme sahiptir.

Büyük Zafer’den bir yıl sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, kısa süre içinde sanayide, ekonomide, eğitimde, sağlıkta ve yaşamın pek çok alanında önemli başarılara imza atmış tüm Dünyanın takdirini kazanmıştır.

Bugün bize düşen en büyük görev, Cumhuriyetimize ve  bizlere sunduğu her güzelliğe sonuna kadar sahip çıkmak ve korumaktır.

Büyük Atatürk’ün vasiyetini yerine getirmek için, Cumhuriyetimizi ve demokrasiyi daha ileri noktalara taşımak ülkemizi çağdaş medeniyetler düzeyine taşımak vazgeçilmez idealimiz olmalıdır.

Ayrıca,  30 Ağustos Zaferi’nin kazanılmasına neden olan etkenleri hiçbir zaman unutmamalı, gelecek nesillere aktarmalıyız.

Zafere giden yolda canlarını hiçe sayan, şehitler ve gazilerin anısına saygı duymak salgın gerekçesi ile kutlamaktan vazgeçmemek gerekir.

Büyük Zaferimizin 98. Yıl dönümünü kutlamaya karar veren Belediyelerimize de GAZETE İSTANBUL  olarak teşekkürlerimizi sunar, her yıl olduğu gibi bu yıl da Zafer Bayramımızın “gerekli bulaş önlemleri alınarak”gönülden ve coşkuyla kutlanacağına inancımızı ifade etmek isteriz.

Bu duygu ve düşüncelerle, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları  olmak üzere,  bu zaferi bize armağan eden bütün kurtuluş savaşı kahramanlarını, şehitlerimizi ve ebediyete intikal etmiş kahraman gazilerimizi, şükranla ve minnetle anıyor 30 Ağustos Zafer Bayramını içtenlikle kutluyoruz. 

GAZETE İSTANBUL

 


ZAFER BAYRAMI KUTLU OLSUN

Şahabettin KÜÇÜKYAZICI

Osmanlı İmparatorluğunun Orduları dağıtılmış, bütün tersanelerine girilmiş, Dünya Savaşını kaybeden Almanya ile birlikte inanılmaz ağır koşullar içeren bir anlaşma imzalamak zorunda kalmıştı. Bu  durumdan en büyük zararı Türk Ulusu görmekteydi.

Büyük Önder Mustafa Kemal ve silah arkadaşları tarafından asla kabul edilemeyen koşullara bütün Türk Halkı karşı çıktı.

Türkler, Anadolu topraklarının paylaşılması için birleşen emperyalist güçlere karşı; dil, din, ırk, mezhep ve inanç farklılığı gözetmeden, el ele omuz omuza verip mücadele ettiler ve tarihte eşi ve benzerine az rastlanan büyük bir zafer kazandılar.

30 Ağustos,  Ulusumuzun sonsuza kadar  bağımsız kalmasını sağlayacak bir dizi askeri ve siyasi zaferin başlangıcı olmuştur. Bu nedenle, çağdaş ve saygın Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı gün olarak da kabul edilmelidir.

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “ “Ya İstiklal, Ya Ölüm!” diyerek başlattığı kurtuluş mücadelesine, karakterinde bağımsızlık olan ulusumuz,  yediden yetmişe, genci yaşlısı, kadını erkeği ve hatta çocuğu ile katılmıştır. Bağımsızlık için ant içmiş Türk Halkının, sahip olduğu  mücadele azmi ve inancı sayesinde zafer kazanılmıştır.

Zor koşullara rağmen,  Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde kazanılan bu zafer, Bağımsız, özgür, çağdaş ve saygın Türkiye Cumhuriyetinin kapılarını açtığı gibi tüm dünyadaki mazlum milletlere de örnek bir mücadele olması bakımından büyük bir öneme sahiptir.

Büyük Zafer’den bir yıl sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, kısa süre içinde sanayide, ekonomide, eğitimde, sağlıkta ve yaşamın pek çok alanında önemli başarılara imza atmış tüm Dünyanın takdirini kazanmıştır.

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI KUTLU OLSUN

GAZETE İSTANBUL

Yapılan Yorumlar

7 Haziran 2020 Pazar

IRK AYIRIMI

www.google.com

AYIRIMCILIK NEDİR?

Şahabettin KÜÇÜKYAZICI
Ayırımcılık,insanlık tarihinde  sürekli sorun yaratmış, yaratmaya da devam etmektedir.
İnsanlar, genellikle kendileri ile aynı ten rengini, vücut yapısını taşımayan, hatta çoğu kez aynı dili konuşmayan diğer inanlara karşı mesafeli davranmışlardır.
Keşifler sonunda farklı ten renginde insanlarla tanışmışlar, onları kendilerinden görmemek eğiliminde olmuşlardır.
Başlangıçta, bu farklılık çok farklı boyutlara ulaşmış, halka açık yerlere, farklı renk ve ırktan insanların giremeyeceğine dair tabelalar konulması aşamasına kadar gidilmiştir.
Ancak, zaman içinde farklı etnik köken, ulusa veya dine mensup olmanın, düşmanca, aşağılayıcı yahut onur kırıcı davranışa maruz kalmayı gerektirmeyeceği düşüncesi toplumlar tarafından benimsenmiştir.
Ayırımcılık denilince, en basit anlamında etnik kökeni nedeniyle kişinin işe alınmaması veya kendisine hizmet verilmemesi akla gelmektedir.
Daha geniş anlamda, bir insana nereli olduğununsorulmasının dahi ayırımcılık olarak değerlendirildiği gibi durumlarla karşılaşılmaktadır. Fransa’da doğmuş bir Fas-Cezayir kökenli, Almanya’da doğmuş farklı aksanla konuşan herhangi bir kişi bu tür bir ayırımla karşılaşabilmekte ve geçmişten gelen bir ırkçılığın yansıması olarak kabul edilmektedir.
Amerika’da bu en geniş boyutlarda yaşanmakta, siyah ırktan birisinin, kendisini Amerikalı olarak tanımlamasına soğuk bakılmaktadır. Obama’nın Başkanlık yapmasını bile, pek çok müellif O, siyah derili bir beyazdı şeklinde kabul etmeme eğilimindedir.
Bununla birlikte, devletler, uluslararası kuruluşlar, ırkçılığı ve ayırımcılığı kınayan, kabul etmeyen eşitlikten yana yasalar yapmış ve benimsemişlerdir.
Eşitlik Yasası, yaşa, kökene, uyruğa, dile, dine, inanca, görüşe, siyasi etkinliğe, sendika etkinliğine aile ilişkilerine, sağlık durumuna, özürlülüğe, cinsel yönelime ya da herhangi başka bir kişisel nedene dayanılarak ayrımcılık yapılmasını yasaklamaktadır. Hiç kimsenin yukarda sıralanan nedenlerden dolayı bir diğerinden daha kötü bir konuma düşürülemeyeceği, keza cinsiyete dayalı ayırımcılık da yapılamayacağı tüm dünya ulusları tarafından kabul edilmiş bulunmaktadır.
Tüm dünyada, ABD'de zencilere karşı yapılan ayırımcılık şiddetle protesto edilmektedir.
Günümüzde İsrail’de bile ayrımcılık karşıtı eylemler yapıldığını tanık olunmaktadır.
.
Yapılan Yorumlar

4 Nisan 2020 Cumartesi

ANILARIM - DÖRDÜNCÜ BULÜM


google.com

ANILARIM - 4

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

İSTANBUL’DAYIZ
“Anılar:4”
Osmancık’tan, komşularımızdan, özellikle de ineklerimiz ve minik buzağımızdan ayrılmak çok zordu. Küçük yaştan beri iç içe yaşamıştım onlarla. Onların doyurulması, sulanması, sütlerinin sağılması-pişirilmesi, peynir, yoğurt-yayık-tereyağı aşamaları günlük yaşantımızın bir parçası olmuştu. Bu taşınma kararının ilk belirtisi ineklerimizden ayrılmamız oldu. Babam, satılana kadar onları yaylaya gönderdi. Sanki ailemizin bir parçasından ayrılıyorduk. Memur ailesi olmakla birlikte, gaz-tuz-şeker ve giysiler dışında pek çok şeye para harcamamayı öğrenmiştik. Acaba ben sınıfta kalmasam, yine taşınma kararı verilir miydi? Bu konuda hala karar veremiyorum. Zira, benim okul taksidim, tatillerde gidiş-geliş masraflarım, önemli bir gider kaynağıydı. Ayrıca, kendimizin üretmesi hoşumuza de gidiyordu. Bahçeden meyve – sebze toplamak ben ve kardeşlerim için ayrı bir zevkti.
İşte eşyalarımız toplanmış, bizi İstanbul’a götürecek kamyonu bekliyorduk. Ve o an geldi. Osmancık’a geldiğimizde olduğu gibi, kamyon kasasında eşyalar arasında çocuklar için bir bölme bırakıldı. Komşularla vedalaşmalar tamamlandı. Arkamızdan sular döküldü. Kamyonumuz hareket etti.
Yol boyunca yiyecek ihtiyacımız için hazırlıkları yapmıştı Annem. Hareket saatimiz, öğleni bulmuştu. Kamyon şoförü İstanbul’a sabah ulaşacağımızı söylüyordu. Yolda molalar veriliyordu. Hava karardığında Bolu Dağını tırmanıyorduk.
Bir ara kamyonumuz durdu. Dışarıdan gelen seslerden bir sorun olduğu anlaşılıyordu. Kamyon şoförü Babam’a, hocam madem sigara içiyorsun Bafra bari içseydin diyordu. Soğuktan korunmamız için konulan kilimleri aralayıp baktım. Ortalık kapkaranlıktı. Üstelik sis te vardı. Gelen geçen kamyonlardan yardım istendi. Kamyonumuzun far arızası giderildi. Sonradan öğrendiğimi göre, Bafra Sigarası ambalajındaki folyo, farlardaki temassızlığı gidermek için kullanılmıştı.
Sabah ışıkları ile birlikte Harem iskelesindeydik. Arabalı vapurla karşıya geçtikten sonra, sora sora Bakırköy, Bahçelievler bulundu.
Haznedar İlkokulu yakınında bir boş arsada durduk. Bahçelievler haznedar o tarihlerde yeni yapılaşmaya başlamış, parsellere bölünmüş, bazılarında iki veya tek katlı evler yapılmıştı.
Anladığım kadarı ile Babam çevrede kiralık bir ev bulana kadar biz kamyonda bekleyecektik. Kamyoncu ile de öyle anlaşmış. Yıllar sonra bu bana büyük bir cesaret örrneği gibi gelmiştir. Yeni bir kente gidiyorsunuz. Eviniz belli değil. Tek güvenceniz atandığınız İlkokul.
Nitekim öyle oldu. Okulun tek görevlisi, Babamla birlikte çevreyi dolaşmaya çıktılar. Bir süre sonra döndüklerinde, yüzleri gülüyordu. Ev bulmuşlardı. Karaköy’de ikamet eden yaşlı bir amca, bir arsa üzerine yaptırdığı tek katlı evini kiraya vermeye razı olmuştu.
Henüz çatısı olmayan, ikinci kat için sütun başlarında kolon demirleri bırakılmış, üç odalı bir evdi. Eşyalar indirildi. Aylık yüz elli liraya kiraladığımız bu eve yerleşmeye başladık. Bu evin tek özelliği, ev sahibinin sürekli tekrarladığı gibi, o yılların ünlü aktörlerinden Efgan Efekan’ın komşumuz olması idi. İki bina ileride Bakırköy – Bağcılar yolu geçiyordu. Suyumuz yoktu. Kuyudan temin edecektik. Görünen oydu ki kasabadakinden daha güç koşullar bizi bekliyordu. Erkut Okullar açılınca Ankara-Hasanoğlan’a artık ikinci sınıf öğrencisi olduğu okuluna gidecek, Ben, Bakırköy Lisesine kayıt olacaktım. Meliha için sorun yoktu. Okul evimize yakındı.
Haznedar, Bakırköy İlçe sınırları içinde, Bağcılar ve Güngören köyleri ile Eski Londra Asfaltı olarak bilinen yol boyunca uzanan bir arazi üzerinde yeni kurulmakta olan bir semt idi. Kiraladığımız eve beş yüz metre uzaklıkta bir bakkal dışında, Bağcılar Caddesi üzerinden Bakırköy’e çalışan minibüsler bizi sosyal yaşama bağlıyordu. Babamın yeni atandığı İlkokul denilince, aklınıza bilinen okul yapıları gelmesi. Bu okul, aslında bir baraka idi. Milli Eğitim kayıtlarında adı da Baraka Okul idi. Bir zamanlar kışlalarda kullanılan, muhtemelen Amerikan Yardımı olarak yurdumuza gelen çinko levhalardan oluşan binalardı. Yağmur yağdığı zaman sesi ile ritim tutulan, soğukta öğrencilerin yanan sobaya rağmen titrediği iki binadan ibaretti. İçeride bölmeler yapılarak sınıflar, yönetim odası, tuvaletler oluşturulmuştu. Çaresiz Kardeşim bu okulda öğrenimine devam edecekti. Biraz ileride yeni okul binası inşaatı hızla yükselmekteydi.
Annem aslında, becerikli bin insandı. Bütün bu taşınmalar, yenilikler onu yıldırmaya yetmiyordu. İnanılmaz çözümler üreterek aile bütçesine katkılarda bulunuyordu. Gelirken, İstanbul koşullarında zorlanmayalım diye, yeterince kuru gıda, patates, soğan getirmeyi ihmal etmemişti. Sokak aralarında bağırarak geçen, yoğurtçular, sütçüler, araba ile satış yapan sebzeciler vardı. Balıkçıdan tanesi yetmiş beş kuruşa satan aldığımız enfes palamutlar da soframıza ayrı bir değer katıyordu. Palamut , o yılların en ucuz balığıydı. Bir tanesi kiloya yakın, belki de fazla çekerdi. Şöyle anlatayım. Bir palamut tava, yanında salata-pilav dört kardeşin karnını doyurmaya yetiyordu.
Benim, Kabataş Lisesinden kaydımın alınıp, Bakırköy’e kayıt işlerim tamamlandı. Geçen yılki kitaplarımın kullanacaktım. Yazarları farklı olan kitaplarımı da temin etmiş, okulların açılmasını bekliyordum. Bakırköy Lisesi, bir önceki yıl Yavuz Evler İlkokulu bünyesinde faaliyete geçmiş, ama bütün sınıfları olan bir Okuldu. Çünkü, sürekli göç alan İstanbul’un, yeni sanayi kuruluşları da bu bölgede yükseliyordu. Okul yeni yapılmış, pek çok eksiği vardı. Yağmur yağdığında camlardan giren sular, koridorlardan merdivenlere doğru süzülürdü. Kabataş, erkek lisesi olmasına karşılık, burada kız-erkek birlikte öğrenim görecektik. Ben son kayıtlardan olmalıyım. 4-K şubesine verilmiştim. Yabancı dil seçimi olan Fransızca’yı değiştirmem mümkün olamadı. Ama Fransızca Öğretmenim Nesrin Gönülal’ı çok sevmiştim. İyi bir öğretmendi ve okul değiştirmemden kaynaklanan sorunlar konusunda bana büyük destekleri oldu. Sınıfım, çoğunlukla Bakırköy Orta Okulu mezunu olmakla birlikte, benim gibi nakil öğrencilerin sayısı da hayli fazla idi. Bu durum sınıfımıza ayrı bir hava veriyordu. Yıllar sonra da dostluğumuz sürecek çok renkli yüzler vardı. Saint Benoit’lı Ersan Gürses gibi. ODTÜ okudu. Başarılı bir mühendisti. Çok erken aramızdan ayrıldı. 144 Utku Onan, yıllar sonra Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı olarak diş tedavilerim için büyük yardımı olacaktı. SSK Müfettişi avukatlarımız, Genel Müdürlük yapan Makine Mühendislerimiz, Başarılı Müteahhit iş adamı Engin Karadeniz, Prof. Ömer Saraçoğlu, Eczacılar, Psikologlar, Havacı Pilot Subaylar, Hesap Uzmanları, Avukatlar, niceleri. Çok başarılı üniversite öğrenimi olan bir sınıf olduk. Öğretmenlerimiz bir kişi dışında çok iyi insanlardı. Kabataş Lisesinde, beden eğitiminden sınıfta bırakan m.u. buraya Müdür Yardımcısı olarak tayin olmuştu. Bu durum benim moralimi bozmaya yetmedi. Yeni arkadaşlarımı, sınıfımı çok sevmiştim.
Osmancık Orta Okulu’da iken, Bahçıvan Nuri Dayı bize oku bahçesine ağaç dikme işini sevdirmişti. Boş derslerde nuri Dayıya yardıma giderdik. Tüm okulun etrafını ağaçla donatmıştık. Bakırköy Lisesi bahçesi henüz inşaat artıkları ile doluydu. Müdürümüz Macit Karakurum kısa sürede, Okol Bahçesini temizletmiş, ağaç dikim işlerine başlamıştı. Bu gün Bakırköy Lisesi bahçesinde gördüğünüz 50 yaşında ağaçların dikilmesinde katkım olması ile övünürüm her önünden geçişimde.
Haznedar’dan Bakırköy’e 98 numaralı otobüsle gidip-geliyordum. Güzel havalarda yürümek bile mümkündü. Bakırköy – Haznedar arasında henüz yapılaşma yoktu. Yeni Evler-Rahmi Duman Kliniği, sonrasında İncirli’de Ömür dinlenme tesisleri. Arada Haznedar’a kadar tek tük ev evler vardı. Büyük yazlık sinemalar, futbol sahaları ve yolun solunda, E- 5’e paralel uzanan, Mazhar Osman olarak bilinen, meşhur Ruh Hastalıkları Hastanesi ile sağda uzanan, fabrikaya ham madde taşıyan Çimento Fabrikası teleferikleri.
Yıllar içinde, Ömür Gazinosu yenilenecek, sonrasında ve öncesinde, Türkiye düzeyinde ünlü iki meşrubat fabrikasının binaları yapılacaktır.
Haznedar, Eski Londra asfaltı üzerinde, Montaj Fabrikaları, Fabrikalar Bölgesi, demir Döküm, Vita, Ateş Tuğla gibi büyük fabrikalar bulunuyordu. Sürekli dumanı tüten, bir Kireç Ocağımız da ayrıcalığımızdı. Karşısında yer alan, sonradan Efes Pilsen Bira Fabrikasının inşa edileceği büyük alan ise, bildiğimiz çiftlikti. Merter Çiftliği, ineklerin, koyunların otladığı büyük bir çiftlikti. Çoğu zaman taze süt, sebze-meyve almaya giderdik.
Topkapı’ya doğru uzanan tepede, ünlü Davutpaşa Kışlası yer almaktaydı. Milli Bayramlarda, askerler, zırhlı birlikler buradan hareketle Vatan Caddesine törenlere katılmak üzere giderlerdi. Daha ileride Ülker, Karaca gibi büyük sanayi kuruluşları yer alırdı.
Kış ile birlikte yollarımız çamur oldu. Otobüs durağına ulaşmakta güçlük çekiyor, otobüs içinde ve okulda çamurlu ayakkabılarla dikkat çekiyordum. Annem, bana bir çizme alınması, durağa kadar çizme ile gidip, Durakta ayakkabılarımı giymem şeklinde bir formülle sorunu çözdü.
Babamın maaşı, dört çocuklu bir aile için yetersizdi. Kira ağır geliyordu. Kasabada bıraktığımız ineklerimiz satılmış, onlardan sağlanan para bankada duruyordu. Bununla bir arsa alıp ev yapmak planları vardı ailenin. Bu arada, Babamın amcasının oğlu ile evlenen, Bakırköy Derbi Lastik Fabrikasında çalışmakta olan, çok sevdiğimiz Muhittin ağabeyin, fabrika yakınında bir evde bir kaç arkadaşı ile birlikte, kötü koşullarda kaldığını öğrenince bizim eve konuk olarak taşınmasına izin verildi. Çok geçmeden de küçük Teyzem ile evlilikleri gerçekleşti.
Nasıl gelişti hatırlamıyorum. Ama kız kardeşimin önümüzdeki yıl okuluna Kargı’da devam etmek üzere ayrılması ile sonuçlandı. Yaz tatilinde Meliha Kargı’da kaldı. Zaten, Kargı ile bağlarımız devam ediyordu. Meliha’nın Anneannemle kalması, okula orada gitmesi, Onun kabul edilemez duygular yaşamasına neden olmuş, yıllar sonra bile konu açıldığında üzüntülerini belirtmiştir. Muhittin ağabeyimle, Gül Teyzem de evlilikten bir süre sonra ayrı bir ev taşındılar. Bizim ailenin, ev yapma projesi yaz tatili ile birlikte uygulanmaya başladı. Lise ikinci sınıfa geçmiştim. Çocukluk yılları geride kalıyor, gençlikle tanışıyordum.
Bakırköy, o yıllarda, Sirkeci’ye gitmek için aldığınız banliyö biletinde, Bakırköy – İstanbul yazan, İstasyondan çıktığınızda, hemen soldaki sokak içinde sıra sıra faytonların sizi beklediği bir ilçe olmasına karşılık, bir sanat beldesiydi. Sinemaları, Halk Evi, sanatçılarıyla kültür merkezi idi. Türk Sinemasının, Kenan Pars, Ahmet Tarık Tekçe gibi önde gelen isimleri burada oturur, sinema ve tiyatrolarında güncel film ve oyunlar oynanırdı.
Tren dışında, dolmuşlar ve İETT otobüsleri de vardı elbette. Bakırköy -Taksim, Osmaniye – Eminönü, Akıl Hastanesi – Eminönü. Bakırköy – Topkapı.
Kışlık ve yazlık sinemalar, sahilde, Normandi ve Miltiyadi isimli iki büyük çay bahçesi vardı. Biz böyle telaffuz ediyorduk ve o tarihlerde böyle büyük çay bahçelerine “Gazino” deniliyordu. Ayrıca, Bakırköy Sporun bahçesi. Hemen bütün Bakırköylüleri burada bulmanız mümkündü.
İstasyon Caddesi ve İstanbul Caddesi, çarşı-pazar buradan ibaretti. Sahile inen yol üzerinde iki kilise nüfus hakkında bilgi vermeye yetiyordu.
Bugün dahi önemli yerleşim merkezlerinden olan Emlak Konut Evleri yapılmaya başlamıştı.
Yaz tatili başladığında, Haznedar ile Güngören arasındaki, Kireç Ocaklarına yakın bölgede aylık iki yüz elli lira taksitle satın aldığımız arsamız üzerinde, ev yapmak üzere , ileride fosseptik çukuru olacak, kireç kuyusu için, Babamla birlikte ilk kazmayı vurmuştuk.