ANILARIM - 4
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
İSTANBUL’DAYIZ
“Anılar:4”
Osmancık’tan,
komşularımızdan, özellikle de ineklerimiz ve minik buzağımızdan ayrılmak çok
zordu. Küçük yaştan beri iç içe yaşamıştım onlarla. Onların doyurulması,
sulanması, sütlerinin sağılması-pişirilmesi, peynir, yoğurt-yayık-tereyağı
aşamaları günlük yaşantımızın bir parçası olmuştu. Bu taşınma kararının ilk
belirtisi ineklerimizden ayrılmamız oldu. Babam, satılana kadar onları yaylaya
gönderdi. Sanki ailemizin bir parçasından ayrılıyorduk. Memur ailesi olmakla
birlikte, gaz-tuz-şeker ve giysiler dışında pek çok şeye para harcamamayı
öğrenmiştik. Acaba ben sınıfta kalmasam, yine taşınma kararı verilir miydi? Bu
konuda hala karar veremiyorum. Zira, benim okul taksidim, tatillerde
gidiş-geliş masraflarım, önemli bir gider kaynağıydı. Ayrıca, kendimizin üretmesi
hoşumuza de gidiyordu. Bahçeden meyve – sebze toplamak ben ve kardeşlerim için
ayrı bir zevkti.
İşte eşyalarımız toplanmış, bizi İstanbul’a götürecek kamyonu bekliyorduk. Ve o
an geldi. Osmancık’a geldiğimizde olduğu gibi, kamyon kasasında eşyalar arasında
çocuklar için bir bölme bırakıldı. Komşularla vedalaşmalar tamamlandı.
Arkamızdan sular döküldü. Kamyonumuz hareket etti.
Yol boyunca yiyecek ihtiyacımız için hazırlıkları yapmıştı Annem. Hareket
saatimiz, öğleni bulmuştu. Kamyon şoförü İstanbul’a sabah ulaşacağımızı
söylüyordu. Yolda molalar veriliyordu. Hava karardığında Bolu Dağını
tırmanıyorduk.
Bir ara kamyonumuz durdu. Dışarıdan gelen seslerden bir sorun olduğu
anlaşılıyordu. Kamyon şoförü Babam’a, hocam madem sigara içiyorsun Bafra bari
içseydin diyordu. Soğuktan korunmamız için konulan kilimleri aralayıp baktım.
Ortalık kapkaranlıktı. Üstelik sis te vardı. Gelen geçen kamyonlardan yardım
istendi. Kamyonumuzun far arızası giderildi. Sonradan öğrendiğimi göre, Bafra
Sigarası ambalajındaki folyo, farlardaki temassızlığı gidermek için
kullanılmıştı.
Sabah ışıkları ile birlikte Harem iskelesindeydik. Arabalı vapurla karşıya
geçtikten sonra, sora sora Bakırköy, Bahçelievler bulundu.
Haznedar İlkokulu yakınında bir boş arsada durduk. Bahçelievler haznedar o
tarihlerde yeni yapılaşmaya başlamış, parsellere bölünmüş, bazılarında iki veya
tek katlı evler yapılmıştı.
Anladığım kadarı ile Babam çevrede kiralık bir ev bulana kadar biz kamyonda
bekleyecektik. Kamyoncu ile de öyle anlaşmış. Yıllar sonra bu bana büyük bir
cesaret örrneği gibi gelmiştir. Yeni bir kente gidiyorsunuz. Eviniz belli
değil. Tek güvenceniz atandığınız İlkokul.
Nitekim öyle oldu. Okulun tek görevlisi, Babamla birlikte çevreyi dolaşmaya
çıktılar. Bir süre sonra döndüklerinde, yüzleri gülüyordu. Ev bulmuşlardı.
Karaköy’de ikamet eden yaşlı bir amca, bir arsa üzerine yaptırdığı tek katlı
evini kiraya vermeye razı olmuştu.
Henüz çatısı olmayan, ikinci kat için sütun başlarında kolon demirleri
bırakılmış, üç odalı bir evdi. Eşyalar indirildi. Aylık yüz elli liraya
kiraladığımız bu eve yerleşmeye başladık. Bu evin tek özelliği, ev sahibinin
sürekli tekrarladığı gibi, o yılların ünlü aktörlerinden Efgan Efekan’ın
komşumuz olması idi. İki bina ileride Bakırköy – Bağcılar yolu geçiyordu.
Suyumuz yoktu. Kuyudan temin edecektik. Görünen oydu ki kasabadakinden daha güç
koşullar bizi bekliyordu. Erkut Okullar açılınca Ankara-Hasanoğlan’a artık
ikinci sınıf öğrencisi olduğu okuluna gidecek, Ben, Bakırköy Lisesine kayıt
olacaktım. Meliha için sorun yoktu. Okul evimize yakındı.
Haznedar, Bakırköy İlçe sınırları içinde, Bağcılar ve Güngören köyleri ile Eski
Londra Asfaltı olarak bilinen yol boyunca uzanan bir arazi üzerinde yeni
kurulmakta olan bir semt idi. Kiraladığımız eve beş yüz metre uzaklıkta bir bakkal
dışında, Bağcılar Caddesi üzerinden Bakırköy’e çalışan minibüsler bizi sosyal
yaşama bağlıyordu. Babamın yeni atandığı İlkokul denilince, aklınıza bilinen
okul yapıları gelmesi. Bu okul, aslında bir baraka idi. Milli Eğitim
kayıtlarında adı da Baraka Okul idi. Bir zamanlar kışlalarda kullanılan,
muhtemelen Amerikan Yardımı olarak yurdumuza gelen çinko levhalardan oluşan
binalardı. Yağmur yağdığı zaman sesi ile ritim tutulan, soğukta öğrencilerin
yanan sobaya rağmen titrediği iki binadan ibaretti. İçeride bölmeler yapılarak
sınıflar, yönetim odası, tuvaletler oluşturulmuştu. Çaresiz Kardeşim bu okulda
öğrenimine devam edecekti. Biraz ileride yeni okul binası inşaatı hızla
yükselmekteydi.
Annem aslında, becerikli bin insandı. Bütün bu taşınmalar, yenilikler onu
yıldırmaya yetmiyordu. İnanılmaz çözümler üreterek aile bütçesine katkılarda
bulunuyordu. Gelirken, İstanbul koşullarında zorlanmayalım diye, yeterince kuru
gıda, patates, soğan getirmeyi ihmal etmemişti. Sokak aralarında bağırarak
geçen, yoğurtçular, sütçüler, araba ile satış yapan sebzeciler vardı.
Balıkçıdan tanesi yetmiş beş kuruşa satan aldığımız enfes palamutlar da
soframıza ayrı bir değer katıyordu. Palamut , o yılların en ucuz balığıydı. Bir
tanesi kiloya yakın, belki de fazla çekerdi. Şöyle anlatayım. Bir palamut tava,
yanında salata-pilav dört kardeşin karnını doyurmaya yetiyordu.
Benim, Kabataş Lisesinden kaydımın alınıp, Bakırköy’e kayıt işlerim tamamlandı.
Geçen yılki kitaplarımın kullanacaktım. Yazarları farklı olan kitaplarımı da
temin etmiş, okulların açılmasını bekliyordum. Bakırköy Lisesi, bir önceki yıl
Yavuz Evler İlkokulu bünyesinde faaliyete geçmiş, ama bütün sınıfları olan bir
Okuldu. Çünkü, sürekli göç alan İstanbul’un, yeni sanayi kuruluşları da bu
bölgede yükseliyordu. Okul yeni yapılmış, pek çok eksiği vardı. Yağmur
yağdığında camlardan giren sular, koridorlardan merdivenlere doğru süzülürdü.
Kabataş, erkek lisesi olmasına karşılık, burada kız-erkek birlikte öğrenim
görecektik. Ben son kayıtlardan olmalıyım. 4-K şubesine verilmiştim. Yabancı
dil seçimi olan Fransızca’yı değiştirmem mümkün olamadı. Ama Fransızca
Öğretmenim Nesrin Gönülal’ı çok sevmiştim. İyi bir öğretmendi ve okul
değiştirmemden kaynaklanan sorunlar konusunda bana büyük destekleri oldu.
Sınıfım, çoğunlukla Bakırköy Orta Okulu mezunu olmakla birlikte, benim gibi
nakil öğrencilerin sayısı da hayli fazla idi. Bu durum sınıfımıza ayrı bir hava
veriyordu. Yıllar sonra da dostluğumuz sürecek çok renkli yüzler vardı. Saint
Benoit’lı Ersan Gürses gibi. ODTÜ okudu. Başarılı bir mühendisti. Çok erken
aramızdan ayrıldı. 144 Utku Onan, yıllar sonra Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı
olarak diş tedavilerim için büyük yardımı olacaktı. SSK Müfettişi
avukatlarımız, Genel Müdürlük yapan Makine Mühendislerimiz, Başarılı Müteahhit
iş adamı Engin Karadeniz, Prof. Ömer Saraçoğlu, Eczacılar, Psikologlar, Havacı
Pilot Subaylar, Hesap Uzmanları, Avukatlar, niceleri. Çok başarılı üniversite
öğrenimi olan bir sınıf olduk. Öğretmenlerimiz bir kişi dışında çok iyi
insanlardı. Kabataş Lisesinde, beden eğitiminden sınıfta bırakan m.u. buraya
Müdür Yardımcısı olarak tayin olmuştu. Bu durum benim moralimi bozmaya yetmedi.
Yeni arkadaşlarımı, sınıfımı çok sevmiştim.
Osmancık Orta Okulu’da iken, Bahçıvan Nuri Dayı bize oku bahçesine ağaç dikme
işini sevdirmişti. Boş derslerde nuri Dayıya yardıma giderdik. Tüm okulun
etrafını ağaçla donatmıştık. Bakırköy Lisesi bahçesi henüz inşaat artıkları ile
doluydu. Müdürümüz Macit Karakurum kısa sürede, Okol Bahçesini temizletmiş,
ağaç dikim işlerine başlamıştı. Bu gün Bakırköy Lisesi bahçesinde gördüğünüz 50
yaşında ağaçların dikilmesinde katkım olması ile övünürüm her önünden
geçişimde.
Haznedar’dan Bakırköy’e 98 numaralı otobüsle gidip-geliyordum. Güzel havalarda
yürümek bile mümkündü. Bakırköy – Haznedar arasında henüz yapılaşma yoktu. Yeni
Evler-Rahmi Duman Kliniği, sonrasında İncirli’de Ömür dinlenme tesisleri. Arada
Haznedar’a kadar tek tük ev evler vardı. Büyük yazlık sinemalar, futbol
sahaları ve yolun solunda, E- 5’e paralel uzanan, Mazhar Osman olarak bilinen,
meşhur Ruh Hastalıkları Hastanesi ile sağda uzanan, fabrikaya ham madde taşıyan
Çimento Fabrikası teleferikleri.
Yıllar içinde, Ömür Gazinosu yenilenecek, sonrasında ve öncesinde, Türkiye
düzeyinde ünlü iki meşrubat fabrikasının binaları yapılacaktır.
Haznedar, Eski Londra asfaltı üzerinde, Montaj Fabrikaları, Fabrikalar Bölgesi,
demir Döküm, Vita, Ateş Tuğla gibi büyük fabrikalar bulunuyordu. Sürekli dumanı
tüten, bir Kireç Ocağımız da ayrıcalığımızdı. Karşısında yer alan, sonradan
Efes Pilsen Bira Fabrikasının inşa edileceği büyük alan ise, bildiğimiz
çiftlikti. Merter Çiftliği, ineklerin, koyunların otladığı büyük bir çiftlikti.
Çoğu zaman taze süt, sebze-meyve almaya giderdik.
Topkapı’ya doğru uzanan tepede, ünlü Davutpaşa Kışlası yer almaktaydı. Milli
Bayramlarda, askerler, zırhlı birlikler buradan hareketle Vatan Caddesine
törenlere katılmak üzere giderlerdi. Daha ileride Ülker, Karaca gibi büyük
sanayi kuruluşları yer alırdı.
Kış ile birlikte yollarımız çamur oldu. Otobüs durağına ulaşmakta güçlük
çekiyor, otobüs içinde ve okulda çamurlu ayakkabılarla dikkat çekiyordum.
Annem, bana bir çizme alınması, durağa kadar çizme ile gidip, Durakta
ayakkabılarımı giymem şeklinde bir formülle sorunu çözdü.
Babamın maaşı, dört çocuklu bir aile için yetersizdi. Kira ağır geliyordu.
Kasabada bıraktığımız ineklerimiz satılmış, onlardan sağlanan para bankada
duruyordu. Bununla bir arsa alıp ev yapmak planları vardı ailenin. Bu arada,
Babamın amcasının oğlu ile evlenen, Bakırköy Derbi Lastik Fabrikasında
çalışmakta olan, çok sevdiğimiz Muhittin ağabeyin, fabrika yakınında bir evde
bir kaç arkadaşı ile birlikte, kötü koşullarda kaldığını öğrenince bizim eve
konuk olarak taşınmasına izin verildi. Çok geçmeden de küçük Teyzem ile
evlilikleri gerçekleşti.
Nasıl gelişti hatırlamıyorum. Ama kız kardeşimin önümüzdeki yıl okuluna
Kargı’da devam etmek üzere ayrılması ile sonuçlandı. Yaz tatilinde Meliha
Kargı’da kaldı. Zaten, Kargı ile bağlarımız devam ediyordu. Meliha’nın
Anneannemle kalması, okula orada gitmesi, Onun kabul edilemez duygular
yaşamasına neden olmuş, yıllar sonra bile konu açıldığında üzüntülerini
belirtmiştir. Muhittin ağabeyimle, Gül Teyzem de evlilikten bir süre sonra ayrı
bir ev taşındılar. Bizim ailenin, ev yapma projesi yaz tatili ile birlikte
uygulanmaya başladı. Lise ikinci sınıfa geçmiştim. Çocukluk yılları geride
kalıyor, gençlikle tanışıyordum.
Bakırköy, o yıllarda, Sirkeci’ye gitmek için aldığınız banliyö biletinde,
Bakırköy – İstanbul yazan, İstasyondan çıktığınızda, hemen soldaki sokak içinde
sıra sıra faytonların sizi beklediği bir ilçe olmasına karşılık, bir sanat
beldesiydi. Sinemaları, Halk Evi, sanatçılarıyla kültür merkezi idi. Türk
Sinemasının, Kenan Pars, Ahmet Tarık Tekçe gibi önde gelen isimleri burada
oturur, sinema ve tiyatrolarında güncel film ve oyunlar oynanırdı.
Tren dışında, dolmuşlar ve İETT otobüsleri de vardı elbette. Bakırköy -Taksim,
Osmaniye – Eminönü, Akıl Hastanesi – Eminönü. Bakırköy – Topkapı.
Kışlık ve yazlık sinemalar, sahilde, Normandi ve Miltiyadi isimli iki büyük çay
bahçesi vardı. Biz böyle telaffuz ediyorduk ve o tarihlerde böyle büyük çay
bahçelerine “Gazino” deniliyordu. Ayrıca, Bakırköy Sporun bahçesi. Hemen bütün
Bakırköylüleri burada bulmanız mümkündü.
İstasyon Caddesi ve İstanbul Caddesi, çarşı-pazar buradan ibaretti. Sahile inen
yol üzerinde iki kilise nüfus hakkında bilgi vermeye yetiyordu.
Bugün dahi önemli yerleşim merkezlerinden olan Emlak Konut Evleri yapılmaya
başlamıştı.
Yaz tatili başladığında, Haznedar ile Güngören arasındaki, Kireç Ocaklarına
yakın bölgede aylık iki yüz elli lira taksitle satın aldığımız arsamız
üzerinde, ev yapmak üzere , ileride fosseptik çukuru olacak, kireç kuyusu için,
Babamla birlikte ilk kazmayı vurmuştuk.