9 Şubat 2020 Pazar

ANILARIM 8 -ASKERLİK / SEKİZİNCİ BÖLÜM

ANILARIM 9

ASKERLİK

SEKİZİNCİ BÖLÜM
Vatani görevimin kalan bölümünü, Yedek Subay olarak Hava İndirme Tugayı’nda tamamlamak üzere Kayseri’deyiz.
Birliğim, Kayseri’ye 18 km uzaklıkta, Erciyes dağı yamacında, Zincidere Köyü yakınında. Orduevi’ne yakın bir ev kiraladım. Eşimin tayinini de merkez Sağlık Ocağına yaptılar. Evli olmayan asteğmenlerin çoğu Orduevinde kalıyor, bazıları da birkaç kişi birlikte ev tutular. Her gün sabah alacakaranlıkta, akşam hava karardıktan sonra servisteyiz.
Birlikteki subay ve astsubayların hepsi, paraşütçü-komando. Er ve erbaşlar da komando eğitim birliklerinde temel eğitimlerini yapmışlar.
Biz, Piyade Okulundan gelen ilk grubuz. Komutan, bize 45 günlük kısaltılmış komando  eğitim programı hazırlamış. İlk gün, Teğmen Özkoca komutasında başladı. “istikamet Ali dağı. Marş Marş !
Tugayımız, 1972 yılında Ankara’da kurulmuş, 1973 yılında da eski Polis Eğitim Merkezi olan bu yerde inşa edilen binaları taşınmış 4 Tabur’dan oluşmakta.
Bu arada, 1973 yılında 8 parti katılımı ile yapılan seçimlerde, Demirel Hükümet kuracak çoğunluk sağlayamamış, Cumhurbaşkanı en fazla milletvekiline sahip Bülent Ecevit’e hükümet kurma görevi verilmiş, beklenmeyen bir şekilde Necmettin Erbakan’ın partisi Milli Selamet ile CHP ortak hükümeti kurulmuştur.
Başlangıçta yedek subayların paraşütle atlayıp atlamayacağı konusundaki tereddütler de Komutan tarafından bir emirle çözülmüştü. Hava İndirme Tugayında her asker paraşüt eğitimi alacaktır. Paraşüt eğitimi iki kısımdan oluşmaktadır.  Yer ve atlayış eğitim. Komutan bütün askerler için yer eğitimini şart koşmuştu. Ondan sonra atlayış eğitimlerine katılmamak olmazdı.
Üç ayın sonunda, ilk atlayışımızı yapmak üzere Erkilet Hava alanındaydık. Sanıldığından kolaydı ve oldukça da zevkliydi. Daha sonraları diğer eğitimlerden zaman kaldıkça atlayış eğitimlerimiz sürdü.
Bölük Komutanım  ve Tabur  Komutanım her ikisi de iyi insan ve iyi askerdiler. Eğitim saatleri dışında arkadaş, eğitim alanında hiçbir müsamahası olmayan askerdiler.
Bora, zaman zaman Ankara’da olan ailemin de desteği ile büyümekte, Altınser, Kayseri Ana ve Çocuk Sağlığındaki yeni görevinde çalışmaktaydı. Nöbetim olmadığı hafta sonları, ailelerimizin bulunduğu  Ankara’ya gidiyorduk.
Çok sert bir kıştan sonra baharı bekliyorduk. Ama Zincidere’ye bahar gelebilir miydi? Henüz belli değildi. Bu arada , hedik ve kayakla da tanıştık.
Bu arada, Kıbrıs’tan kötü haberler geliyordu. Bizim birliğimiz esas itibariyle Kıbrıs için kurulmuş gibi görünmekteydi. Zira, bizim takım komutanı odalarımızda bile Türkiye haritası yerine Kıbrıs Haritası asılı idi.
Rumların,  Enosis'i gerçekleştirmek üzere yürüttükleri saldırılar ve ambargoların arttığı, Kıbrıs Türk halkının köylerine yapılan baskınlarla göçe zorlandığı haberleri basında yer almaya başlamıştı. Yunanistan’da askerler bir  darbe ile yönetime el koymuşlardı. Cunta Hükûmetinin, adanın ilhakı ile prim yapmak hevesinde olduğu anlaşılıyordu.
Komutan 17 Temmuz 1974 günü, bütün Tugay’ı topladı. Çok heyecanlı idi. Konuşmasını Size hep söylüyordum öğrendikleriniz bir gün lazım olacak diye. İşte öğün geldi. Ne mutlu bana bu günü gördüm. Şimdi Hava alanına, oradan da Kıbırs’a gidiyoruz. Ben de sizinle birlikte Ara(ya paraşütle atlayacağım” diyerek bitirdi.
Büyük bir heyecan içindeydik. Evli olan subay astsubaya vedalaşması için izin verildi. Ben eşime Kıbrıs’a gittiğimizi söyleyince, o her zamanki gibi kısa süreli eğitimlerden birisi sanıyordu. Daha fazlasına söyleyemezdim. Oğlumla, eşimle veda ettim, Ankara’ya aileme telefonla bilgi verdim.  Sabaha karşı bütün Tugay Erkilet’te hazırdık.
Fakat intikalimiz hemen başlamadı. İki gün sonra, 20 Temmuz sabahı, önce birinci ve ikinci taburları uçaklar aldı gitti. Onları Kıbrıs’a atıp döndüler, zaman geçirmeden bizi alıp yeniden Akdeniz üzerinde uçuyorlardı. Çünkü o günlerde 4 tüburu ubirden atacak sayıda uçağımız yoktu.
Uçaklar fazla asker alsın diye koltuklar sökülmüş, askerler yere oturmuştu. Bizi ayaktaydık. Hiç beklenmeyen bir bölgeye, Kırnı’ya atlayacaktık. Mesafe çok kısa idi. En ufak bir tutukluk sondaki arkadaşlarımızın Rum bölgesine düşmesine neden olabilirdi. Ok gibi fırlamalıydık. Zaten, kapı görevlileri de bunun için yeterince yardımcı oluyorlardı.
Hava güzel, Kıbrıs güzel. Eğitim gibi olacak. Rütbeler sökülecek,  Bölük Komutanları  koluna renkli bant takacak, ayrıca renkli sis yakacaktı. Ancak, atladığımız bölgede, göz gözü görmüyordu. Rumlar sürekli havan topu atıyor, havada iken makineli ile tarıyorlardı. Bazı paraşütler rüzgarla şişmiş havalanmıştı. Başaımı kaldırdım, Tabur Komutanımızı gördüm. Birlikte toplanma bölgemize doğru yürürken, Bölük Komutanımız da bize katıldı. Silahlarımız, sırt çantalarımızla, uzun bir yürüyüşten sonra, Kıbrıslı Mücahitlerin direnişi ile korunan Bozdağ bölgesine ulaştık.
Telsizlerimizin frekansları Rumlar  tarafından  ele geçirilmiş, onlar sürekli küfür ediyorlardı. Suyumuz yoktu. Rastladığımız su kuyularından, zehirli olabilir diye içmiyorduk. Bozdağ Mücahit Karakolu bahçesinde bir havuz vardı. Bizim ulaşmamızla havuzda su kalmadı.
Gece baskına uğradık. Toparlandık. Geri püskürttük. Ve ilerlemeyi başardık. Baskında Asteğmen arkadaşım İdris Doğan ve Takım Astsubayım Ahmet Pekdemir ile bazı askerlerimiz şehit düştüler.
Biz, Çıkarma limanının tam karşısında kalan, Bozdağ’ı tamamen ele geçirdikten sonra, deniz piyadeleri rahatlıkla karaya çıkabilmişlerdir. 3. Gün sonra ateş kes ilan edildi dediler. Biz Bufevento kalesi ve eteğindeki Sihari köyünde idik. Rum karargahından ele geçirdiğimiz mühimmatlar çok işimize yaradı.
Bufevento’da bizi ziyaret eden Komutan, 3. Tabur subay ve astsubaylarına teşekkür ederken, unutulmaz bir iltifatta bulundu. “Zaferde 3. Taburun katkısı çok büyüktür.”
Ateş kes ile birlikte yaralarımız sarılmaya, şehitlerimiz toprağa verilmeye başlanmış, Bufevento 50. Alaya teslim edilmiş, 3. Tabur, Ayer Mola köyünde konuşlandırlmıştır. Haftalık izinlerimizde Lefkoşa’ya gidip, dünya ile tek bağlantısı olan Saray Otelden evlerimiz telefon ediyorduk. Diğer zamanlarda Cihan Harbindeki askerler gibi mektuplar yazıyor, gelen mektuplardaki, el, parmak resimlerinden çocuk özlemi gideriyorduk.
Barış görüşmelerinden sonuç alınamamış, 14 Ağustos1974 günü yeniden birliklerimize harekat emri verilmiştir. Bu harekatta Omorfo idi hedefimiz ve emrimizde iki tank vardı.
Çok sayıda esir vardı elimizde. Onları Kızılhaç’a teslim ettik.
Nihai hedefimiz olan Lefke’ye birliklerimiz,  16 Ağustos günü ulaşmıştı. Yeniden ateş kes yapılmıştı.
Terhis beklerken, süresiz ertelendiği  haberi geldi. 30 Ağustos 1974 tarihinde, Asteğmenlikte süremiz dolduğundan, cephede törenle yıldızımızı taktık.
Komutanımız Sabri Evren Türkiye’ye dönmüş, Adnan Doğu Paşa Hava İndirme Tugay Komutanı olmuştu.
Türk Ordusu, 20 Temmuzda Türkleri Rum mezaliminden kurtarırken, Güney Kıbrıs ve Yununistan'da Cuntanın yıkılmasını sağlamıştır.
KIBRIS TÜRKÜ SONSUZA KADAR ÖZGÜR KALACAKTIR.
Nihayet, terhis kararlarımız çıktı, Aralık ayında Kayseri’ye geldim. Bir arkadaşımın babası, memuriyet yapacaksan Ankara’da olman gerek, İstanbul’da memurluk yapılmaz demişti. Biz de, Ankara’ya taşındık. Ecevit Hükümeti istifa etmiş ama yeni hükümet kurulmadığından, Bakanlar görevde idi. Askerlik öncesi çalıştığım TEK Genel Müdürlüğü yerine, Turizm Bakanlığında göreve başladım. Harekattan  önce yazlı sınava girmiş Kıbrıs’ta iken fizibilite uzmanlığı sözlü sınavına çağırılmıştım. Bu nedenle Bakanlıkta atamam kolay oldu. Ayrıca Bakan Orhan Birgit beni iyi tanırdı. Amacım, müfettişlik sınavlarına hazırlanmak ve Batı Anadolu Seramik Sanayiinden  ayrılma nedenimi gerçekleştirmek istiyordum. Bu arada, savaşın insanlar üzerindeki  etkisini uzatmadan bir örnekle anlatmak isterim. “ Memurlarla ilişkilerimde zorlanıyordum. Bir mimar arkadaşın, yolluk için evrakları eksik vermesi nedeniyle tartışmam sert oldu. Bakanlık çok yadırgadı.” Bu nedenle,  Orhan Birgit bakanımın ayrılmasından sonra ben yeniden eski Kurumum TEK Genel Müdürlüğüne döndüm. Burada, müfettiş kökenli ağabeylerin de teşviki ile katıldığım sınavlardan, Tekel Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulunu kazanarak yeniden İstanbul’a doğru yola çıkacaktım.
Harekattan, on yıl sonra Samsun Sigara Fabrikasında teftişte iken, 1983 yılında  Birinci Ordu Komutanlığında düzenlenen bir törenle, Genel Kurmay Başkanlığınca, yıllar sonra da, Şişli Kaymakamlığında düzenlenen bir törenle KKTC tarafından madalya ile ödüllendirildim.
DEVAM EDECEK











     

yendex.com.tr google.com
yandex.com.tr
# Corluda.com # google.com

6 Şubat 2020 Perşembe

ANILARIM 7 - EVLİLİK - YEDİNCİ BÖLÜM


yandex.com
ANILARIM 7


YEDİNCİ BÖLÜM
EVLİLİK

Öğrencilik yıllarında, kız arkadaşlarımla sınıf arkadaşlığı çerçevesinde dostluklarım oldu. Tatillerde, gezilerimiz, pikniklerimiz güzel geçiyordu. Bazı arkadaşlarımın evlerine, ders notları almak veya bırakmak amaçlı ziyaretlerim de oldu, bazılarının aileleri ile de tanıştım. Okul bitmeden evlilik kararı veren arkadaşlarımız da vardı. Ben, belki aile yaşam koşullarımda sorumluluğumun fazla olmasından, mezuniyet sonrası için evlilik üzerine plan yapacak dostluklar kuramamıştım. Hatta, mezuniyet sonrasında uzun bir süre evlenmeyi düşünmediğim dahi söylenebilir. Yazmaya başladığımda, anı yazmanın gerçekte bir tür kendi ile hesaplaşmak olduğunu fark ettim. Yaşam, her zaman başarılarla, zaferlerle dolu olmuyor. Hatalarınız, yanlışlarınız kaçınılmaz olarak önünüze çıkıyor.

O yaz, sınavları hazırlanırken Burgaz Ada Öğretmenler Kampına kısa bir dönem katıldım. Kampta, birisi öğretmen olan iki kız kardeş vardı. Bir haftalık süre içinde iyi arkadaş olmuştuk. Hatta, İstanbul’a indiğimiz bir akşam vapuru kaçırmış bizim evde kalmıştık. Annem ve Babam da herhangi bir sorun çıkarmadılar. Daha önce de bazı kız arkadaşlarımla tanışmışlardı. Kamp dönemi sonunda, Altınser ve Ablası Ankara’ya döndüler. Ben de sınavlarıma.
Okul bitince, Ben özel sektör yerine kamuda çalışma kararı vermiş, sınavlar gerekçesi ile Şirketten izin almıştım. Patronuma ayrılmak istediğimi söylediğimde, Beni vazgeçirmek istedi, ama Ben kararlıydım. Kardeşlerim, dünya tatlısı insanlar, benim mutlu olacağımı düşünerek seviniyorlardı. Şimdi düşünüyorum da, acele ve ısrarım konusunda haklı bir neden bulamıyorum. Erkut ve Meliha ODTÜ yurdunda kalıyordu.
Daha kolay iş bulacağım düşüncesiyle Ankara’ya gittim. O tarihte, Numune Hastanesinde çalışan Kamp Arkadaşımı da aradım. Çok sevindi. Kendisi, Hastane’nin Hemşire lojmanlarında kalıyordu. Birlikte Öğretmen olan Ablasına gittik. Oda çok sevindi. Benim akrabalarıma gitmeme gerek olmadığını onlarla kalabileceğimi söylediler. Ben de kabul ettim. Ertesi gün, TBMM’de tanıdığım İstanbul Milletvekillerini ziyaret gittik. Meclis Lokantasında yemek yedik. Burada, Eski İlçe Başkanım, daha sonra Çalışma Bakanlığı da yapan, sevgili Bahir Ersoy, Fakülteyi bitirmeme çok sevindiğini, ertesi günü bunu kutlamamız gerektiğini söyledi. Gölbaşı’na bizi davet etti. Burada iş konusu da gündeme geldi. Ben Türkiye’nin neresinde olursa olsun çalışmak istediğimi söyledim.
Türkiye, 12 Mart Dönemini yaşıyordu. Hükümet Bağımsız Bakanlardan oluşmuş, siyasi partiler çok fazla etkin değildi. Önce Etibank, sonra Türkiye Elektrik Kurumu Genel Müdürlüklerine giderek dilekçelerimi verdim. Orada üst düzey yönetici İktisat Fakültesi Mezunu ağabeyleri bulmuş, onların yardımını da istemiştim.
Bir hafta kadar Ankara’da kaldıktan sonra İstanbul’a dönüyordum. Bu arada, Altınser ile evlenmeye karar vermiştik. Ben prensip olarak, askerlik yapmadan evliliğe karşı idim. Ancak, o yıllarda ordunun yedek subay ihtiyacında fazlalık bulunduğu gerekçesiyle, mezunlar gruplara ayrılıyor, her grubun sırasının gelmesi iki yıla yakın sürüyordu.
İstanbul’a döner dönmez evlilik kararımı aileme açtığımda, büyük tepki ile karşılaştım. Aslında çok haklıydılar. Bu kadar acele etmemem konusunda onlarca neden sayılabilirdi. Yetmezmiş gibi, yılbaşında nikah yapmak istiyordum. Çaresiz kabul ettiler. Fakat, maddi olanaklarımız bizim için ayrı bir evin eşyalarını karşılamak konusunda yetersizdi. Patronumdan yardım istedim. Onun da acele etmemek konusundaki uyarıları Beni vazgeçirmeye yetmedi. Beni çok seviyordu. Maddi yardım talebimi reddetmedi. Ailem de elinden geleni yapacaktı.
Önce Etibank, Şark Kromları İşletmesine tayinimin onaylandığını, sonra da TEK, İstanbul Ticaret Müdürlüğüne Muhasebe Memuru olarak atandığımı haberleri geldi. Elbette İstanbul daha cazipti.
Altınser’in de evlilik gerekçesi ile İstanbul’a, Haydarpaşa Numune Hastanesine nakli gerçekleşti. İkimizin işyerine yakın olsun diye Üsküdar, Doğancılar Caddesinde bir daireyi kiraladık.
Annem bütün becerisini kullanarak, perdelerimizi hazırladı. Evdeki fazla eşyalar tespit edildi. Altınser’in evlilik için hazırladığı eşyaları İstanbul’a taşındı. Beyoğlu Evlendirme Dairesinden nikah için 30 Aralık günü alındı. Nikah davetiyesi bastırıldı. Ulaşabildiğimiz dostlarımıza iletildi.
TEK, İstanbul Ticaret Müdürlüğünde Büro Şefim İktisat Fakülteli, Ülkü Hanım, Partiden sevdiğim Bilge Abla ve diğer ağabeyler de yardımcı oldular. Düğün falan istemiyorduk. Nikahtan sonra evimize gidecektik. Ancak, partili Emire abla, o tarihte seferleri bulunan Bursa İstanbul uçağından gidiş-dönüş uçak biletini hediye edeceğini, İlçe Başkanı Hüseyin Çetindemir de Bursa’da otel rezervasyonu yaptırdığını söyledi. Liseden arkadaşım, aramızdan çok erken ayrılmış olan, Diş Hekimi Bülent Şahin, otomobilini gelin arabası olarak bize verdi. Sürücüsü de kendisi idi. Altınser’in ailesi ile benim ailemin, nikah töreni günü tanışmaları da hatalar zincirinin bir parçası olarak anılarıma kazınacaktı. Beyoğlu Evlendirme Dairesinden, yeni zor bir yaşama yürüyorduk.
Üç günlük Bursa tatili sonunda, evlilik iznimiz bitmiş, çalışmaya başlamıştık. Sabahları arabalı vapurla karşıya geçiyor, vapurda gazetemi okuyor, akşamları da yine Üsküdar’a dönüyordum. Müdürüm üç yabancı dil bilen, nitelikli ve iyi bir insandı. Liseden ve Fakülteden arkadaşlarımız da çeşitli yerlerde iş bulmuş çalışıyorlardı. Onlarla zaman zaman buluşuyor, okul anılarımızı paylaşıyorduk.
Askerlik sıramın gelmesine bir yıldan fazla zaman vardı. Günler böyle geçiyordu. İşyerinde arkadaşlarımın hemen hepsi çok iyi insanlardı. Yaz tatilinde, o yıl yedek subay olarak Gökkçeada Jandarma Birliğinde görev yapan, arkadaşım Bülent Düşko bizi Jandarma Kampında konuk etti. Güzel bir tatil olmuştu.
Zaman hızla geçti. 1973 yılının Nisan ayında tuzla Piyade Okulunda yedek subay öğrenci olarak yemin ettim.
Hafta sonları evci olarak çıkıyordum. Bu arada bir de bebek bekliyorduk. Nihayet, 11 Haziran günü Bölük Komutanı izniyle, Zeynep Kamil Hastanesinde Boramızı kucaklamıştım. Doğum sonrası Altınser’in ailesi gelip yardımcı oldular.
Yedek Subay Okulunda, Bizim dönemimiz 119, altı aylık okul döneminin sonu oldu. Bizden sonra hem okul dönemi 4 aya düştü, hem kısa dönem yedek subaylık çıktı. Yaz çabuk geçmişti. Eylül sonu kura çekiyoruz. Heyecanlı bekleyiş. İki nedenle heyecan yüksek. Birincisi, bizden önceki dönemde, sakıncalı piyadeleri yolcu etmiştik dönem başında. Bir de bizim dönemden, Hava indirme Tugayına gidecekler olacaktı. Nitekim kıtada mavi bere giyeceklerden birisi de ben oldum. İlk maaşlarımızı almış, 15 günlük izne başlamıştık. Altınser’in de naklini yaptırıp, Kayseri’de ev bulup taşındık. Yeni bir hayata başlıyorduk.
DEVAM EDECEK

 
  

4 Şubat 2020 Salı

ANILARIM 6 - ALTINCI BÖLÜM ÜNİVERSİTE YILLARI -

google.com
yandex.com.tr

ANILARIM 6

ÜNİVERSİTE YILLARI
6.(ALTINCI BÖLÜM)

Aile içi sorunlar fazla uzun sürmedi.1966 yazı sona ererken, her şey normale dönmüştü. Konfeksiyona fason gömlek işi parasal sorunları da çözmüştü. Elektrik İdaresine direk katkı payı ödenmiş, elektrik aboneliğimiz gerçekleşmiş, dikiş makinelerinin motorlu olması sağlanmıştı. Yoğun bir şekilde çalışıyor, hafta sonları, ailece Florya veya Ataköy plajına gidip yazın keyfini de çıkarıyorduk. Ben gün içinde mutlaka Bakırköy’e iniyor, arkadaşlarımla buluşup hoş vakit geçiriyordum. Hala aynı arkadaşlarla buluşup, aynı şekilde güzel anılar paylaşabiliyoruz. Doğanın bazı güzel insanları bizden ayırdı. Onların yeri asla doldurulamaz. 
Üniversiteye giriş yıllarım,  Türkiye’nin başını çok ağrıtacak siyasal kutuplaşmanın başlamış olduğunun da habercisi idi.
İstanbul Üniversitesine kayıt olmam, iki yıldır Haznedar – Beyazıt arasında, kesimi yapılmış kumaşların eve, dikim sonunda Beyazıt’a tüccarın mağazasına taşınması ile ilgili yaşanan sorunlara da çözüm olacağı düşüncesinden hareketle, ailemizde Laleli’de bir daire satın alınması girişimleri başladı.
Erkut Eğitim Enstitüsünü kazanmış, Meliha Çamlıca Kız Lisesinde. Onlar içinde hafta sonları eve gelmeleri kolay olacaktı. Mediha da yeni satın aldığımız evin hemen yakınındaki Koca Ragıp Paşa İlkokulu’na başlayacaktı. Babam da bir süre sonra Fatih Ulubatlı Hasan İlkokulu’na  nakil gelecekti. Yarım gün çalıştığı için dikiş konusunda Babamın da ciddi katkıları oluyordu.
Karadenizli bir müteahhit  uygun taksitlerle evi bize satmaya razı oldu. Emniyet Sandığı ve Haydar Kütük arsa taksitleri bitmiş, Kargı’dan temin edilen borç da ödenmişti. Beyazıt’taki evin müteahhidinin istediği peşinat için de memlekette bir tarla satıldı.
Ben İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesine kaydımı yaptırdım. İki sınıf ve Dekanlık, Merkez Binada Hukuk ve Tıp Fakültelerine komşu dersliklerde,  birinci ve ikinci sınıflar yani biz, Esnaf Hastanesi ile Tıp Fakültesi Kütüphanesi arasındaki yeni binada eğitim görecektik. Yemekhane ve Kütüphanelerimiz ise Merkez Binalar içinde idi.
Üniversite yıllarımda, Beyazıt, Aksaray, Laleli  çok sakin, gece saat 22.00 olduğunda sessizlik çokken semtlerdi. Aksaray ve Kumkapı’ya yakınlığı nedeniyle bu semtlerde oturanlar, deniz olanaklarından da yararlanırdı. Kiralık sandal bulunurdu günün her saatinde. Saati yetmiş beş kuruş olan sandallardan denize girmek mümkün olduğu gibi, oltanızla açıkta balık da tutabilirdiniz. Gece, erken baskı gazeteleri Aksaray’da satılırdı. Yarınki haberleri buradan okumak mümkündü.
Sahildeki çay bahçeleri de, üniversite öğrencilerinin dinlenme yerlerindendi.
Bina yetersizliği nedeniyle, tekler ve çiftler ve sabah-öğle olarak gruplandırılmıştık.
Daha önce üniversiteye kayıt olmuş arkadaşlarımı ziyaretlerimden, Üniversite hakkında yeterli bilgilere sahiptim. 3. Kez girdiğim sınavda aldığım puanım, Tıp Fakültesine kayıtların son puanının on puan üzerinde idi. Fakat, öğrenim süresi uzun olduğu için Tıp Fakültesini  tercih etmemiştim. O yıllarda   ekonomi öğrenimi de oldukça revaçta idi.
Nitekim, 1967 girişli İktisatlıların geçmişleri de bununu gösteriyordu. Sınıfımızda, Yabancı Dille eğitim veren liselerden mezun olan çok sayıda arkadaşımız olduğu gibi,  hepimiz giriş sınavlarında  yüksek puanlar almıştık.
Bugün bile geriye baktığımda gurur duyduğum bir öğretim kadrosu bizi teslim almıştı. İktisat öğrenimi ile ilgili tarih bilgisine ulaştığımızda, neden Tıp Fakültesi ile komşu olduğumuzu da anlamıştım. Bizde iktisat eğitimi, ilk defa Mekteb-i Tıbbıye’nin serbest dersleri arasında, Fransızca   okutulan bir ders olarak başlamış, 1859 yılında  Mektebi-Mülkiyenin kurulmasını takiben, 1860 yılında İstanbul’da, Saray Erkanına iktisat dersleri verilmesi ile devam etmiştir.
Daha sonra Hukuk Fakültesi  öğretimi içinde İktisat dersleri okutulmuş, o yıllarda başlayan sanayi-tarım tartışmaları içinden bir iktisat politikası çıkmıştır. Bu durum, 1880 -1940 yılları arasında sürmüş, özellikle Avrupa’daki akımlardan etkilenen bazı paşaları tarafından savunulan iktisadi liberalizm, İkinci dünya savaşından kaçan üniversite hocaları, W. Röpke, F. Neumark, A. Rustow, G.Kessler, A.İsaac gibi önde gelen isimler, Fazıl Pelin, Şükrü Baban, Ömer Celal Sarç gibi Türk hocalarla birlikte İstanbul Üniversitesi bünyesinde bağımsız bir İktisat Fakültesinin temellerini atmışlardır. O yıllarda emeği geçenler arasında Z. Fahri Fındıkoğlu’nu unutmamak gerekir.
Ben bu hocalardan, Fındıkoğlu ve Ö.Celal Sarc’ın öğrencisi oldum. Ayrıca, Sıddık Sami Onar, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Orhan Aldıkaçtı, Orhan Oğuz gibi, ülkemiz sınırları dışında saygı gören hocalardan hukuk dersleri, Sabri Ülgener, Süleyman Barda, Yüksel Ülken, Abdullah Türkoğlu, Haluk Cillov gibi çok değerli  hocalardan ekonomi dersleri aldık.
O yıllar üniversite öğrencileri açısından hareketli yıllardı. Sık sık öğrenci olaylarına tanık olacaktık..
Bu arada yemek ve kütüphanelerimizden bahsetmeden olmaz. Turan Emeksiz adının verilmiş olduğu yemekhanemiz, Haliç manzaralı günün koşullarında oldukça modern denilebilecek bir yemekhanemiz vardı. Öğrenciler için Üniversite yönetiminin destek verdiği için, her öğün dört çeşit  yemek için iki lira ödeniyordu. Ben evde yemek çeşitlerini anlattığımda, Annem ve babam her gün eve taşınma, sende orada ye dediler. Ben de arkadaşlarımla birlikte yemeklerimi okulda yemeye başladım.
Kütüphanemiz, gece saat 22.00 ye kadar açıktı. Burada ders çalışmayı çok seviyorduk, arada da bahçede arkadaşlarla gündemi tartışmaktan zevk alırdık.
Hatta, yavaş yavaş ülke yönetimi ile ilgili konularla da ilgilenmeye başlamıştık. Öğrenci temsilciliği seçimlerini yakından izliyor, siyasi partilerin faaliyetlerini izliyorduk. Bir grup arkadaşımızla birlikte Sosyal Demokrasi Derneklerini kurduk.
Döneme damgasını vuran 6. Filo protestosu gösterileri ve buna bağlı olaylardı. Giderek olaylar, öğrenciler dışında işçi ve köylüler arasında da yaygınlaştı. Universiteli olmak zorlaştı bir anlamda.

SINAVLAR
Bu ortamda, büyük bir ciddiyetle üniversite, sınavları yapmaya devam ediyordu İkinci dönemin sonlarına gelmiştik. İk yılı tamamlamış yaz tatiline başlamıştık.
Büyük sınıflardan Bakırköy’de oturan bir ağabey, kendisinin, Tophane’de  bir firmada Muhasebe Müdürlüğü yaptığını, yanında çalışmamı önerdi. Benim için iyi bir fırsattı. Günlük tahsilatları yapacak, yevmiye defterini yazacaktım. Babamın maaşı kadar da para kazanacaktım. Hatta okul açılınca da devam edebilecektim. Hemen başladım. Şirket sahipleri. Eskiden kaptanlık yapmış denizciler şirketin ortakları idi. Ceylan Bey Şirket Müdürü olarak sürekli şirkette bulunurdu. Finlandiyalı bir hanımla evli, modern görüşlü iyi bir insandı. Müşterilerimiz denizcilerdi. Çoğu zaman, Boğazı geçen gemilere ihtiyaçları olan malzemeleri  temin eder, römorkla teslim ederdik. Çoğunlukla da haritalar, pusulalar gibi teknik malzemeler satardık. Yaz güzel geçti. Ekim  ayında ikinci sınıfta başladık.
Okulumu çok sevmiştim. Sınıfımı ve arkadaşlarımı da. Türkiye gündemi ısınmaya devam ediyordu. Hatta, zaman zaman öğrenci gösterileri istenmeyen olaylara sahne oluyor, üzücü sonuçlarla karşılaşabiliyordu.
Lise ve fakülte yıllarımdan arkadaşlarım, kendi işlerinde, özel sektörde, kamuda, savcı, avukat, mühendis ve banka Müdürü olarak çok önemli görevler üstlendiler.
Öğrenci Derneği için Laleli’de  kiralamayı düşündüğümüz,  fakat, kirasını yüksek bulduğumuz bir daire için görüşme sırasında, iyi giyimli, kibar bir kişi de daireye bakmak için gelmişti. Ben, bizim için kirası yüksek, siz kiralayabilirsiniz dedim. Bu arada kendisinin, Kurucu Meclis Kütahya üyeliği yaptığını anlattı. Sonunda da, işlerini İstanbul’a taşıyacağını,  birlikte çalışmamızı önerdi.
Tophane yerine, Laleli’de çalışmak ve daha fazla ücret almak cazip geldi. Tayfun Ağabey ile konuşup, Deniz Malzeme Limited şirketinden ayrıldım. Rifat Bey,  önemli derslerimi saat kaçta olursa olsun kaçırmamam gerektiği konusunda bana çok yardımcı oldu. Şirket’i sıfırdan kuruyorduk. Kütahya’daki Fabrikalar faaliyete devam edecek, Kendisi buradan idare edecekti. Ayrıca, Salihli ve Turgutlu’da bulunan iki fabrika ile daha sözleşmeler yaptık. Batı Anadolu Limitet şirketi İstanbul’un tuğla piyasasında yerine aldı. Bir süre sonra, İstanbul tuğla tekelini elinde bulunduran Ekmekçiğlu’nun sahibi olduğunu söyleyen bir kişi bana telefon ederek görüşmek istedi, fakat Ben Rifat Beyle birlikte devam etmeyi tercih ettim.
Öğrencilik, çalışma hayatı, Derslerden kalan zamanlarda, çok sevdiğim sinemalara koşuyordum. Arkadaşlarla piknik ve hafta onu gezileri de yapıyorduk. Hayatım güzel geçiyordu.
Kardeşlerim de hem evde sürdürdüğümüz fason gömlek dikimi işinde yardımcı oluyor, hem de okullarında başarılı oluyorlardı. Erkut, 1968 yılında Fen Bilgisi öğretmeni olarak mezun olmuş, Batman Lisesi’ne tayin olunmuştu. Bir lise öğretmeni için , bir de güney doğu olunca, ok genç ve hatta çocuk kalıyordu. Ama neden bilemiyorum, kendisine yardımcı olamıyorduk. Parasız yatılı okuduğu için,  gitmek zorundaydı. Bir yıl orada çalıştı, üniversite giriş sınavlarına katıldı ve ODTÜ Elektronik bölümünü kazandı. Meliha’da ODTÜ Kimya Mühendisliği kazandı. Onların ODTÜ öğrencisi olmaları ile ailece gurur duymuştuk.
Üniversite dışında çok hızlı gelişen sosyal ve siyasal yaşamı da doğal olarak izliyordum.
Yaz tatilinde, şirkette tam gün çalıştım. Rıfat Bey benden çok memnundu. Benim yaşlarımda olup, trafik kazasında kaybettiği oğlunun yerine beni koyduğunun farkındaydım. Şirkete yeni birkaç eleman daha almış, şirket de iyi yolda idi. Osaka fuarına katıldı, bir mukavva fabrikası satın aldı. İstikrarlı bir şekilde büyümekteydi.
Mümkün olduğu kadar, dışarıdaki olaylardan etkilenmemeye çalışıyordum. Üçüncü sınıfı da tamamlamıştım.
O yaz tatilinde, Dayım Burgaz Ada’da bulunan Öğretmenler kampına tatile gelmişti. Ben de gitmiş ve çok beğenmiştim.  Yaz sonunda, 1970 – 71 öğretim yılı başlamıştı. Artık, mezuniyet havasına girmiştik.
Ancak, içinde ve dışında olaylar bir türlü sona erdirilemiyordu. Buna rağmen biz, arkadaşlarla kır gezileri, boğaz, adalar gezileri düzenliyor, güzel günler geçiriyorduk. Bu gezilere zaman zaman kardeşlerimi de alıyordum. Patronum Rıfat  Çini  ve Annemin üniversiteyi bitirmem konusunda önemli destek alıyordum.
Tarihler 12 Mart 1971 i gösterirken, bir anlamda askeri müdahale demek olan, Ordunun Muhtıra verdiğini, Sıkı Yönetim ilan edildiğin, bazı öğrenci liderlerinin tutuklanmak üzere arandığını radyodan dinledik. Türkiye yeni bir dönemin başındaydı.Nihat Erim Başbakan oldu. Yurt dışı görevde olan Atilla Karaosmanoğlu çağırılarak Babakan Yardımcısı yapıldı. Amaç ekonomik ve sosyal reformlar yapılması olarak açıklanmıştı.
Geleneksel olarak, son sınıflar için hazırlanacak Yıllık için Komite oluşturmuştuk.  Süleyman Tancar, Hikmet Kubilay, Necdet Evren, Berran Gürsel,Emir Erem, Leyla Bahtoğlu, Cengiz Kaya, Hande Özgelen, Şahabettin Küçükyazıcı’dan oluşan  Sosyal  Komite çalışmalarına da başlamıştık. Dört yıldır çok iyi anlaşan bir gruptuk. Bu çalışmada da kısa sürede başarı sağlamıştık. Fotoğraflar, bilgiler toplanıyor. Eski yıllara, başka fakültelere ait yıllıklar bulunup inceleniyordu.
Sonunda, yıllığımız hazırdı ve arkadaşlara teslim edildi.
Bu arada,  Ben de hedeflediğim gibi bütün derslerimden geçmiştim. Diplomaya kavuşmam an meselesi idi. Fransızca sınavı sözlüsündeyim. Siyaset İlmi disiplini öğrencileri  için yabancı dil sınavı hem yazılı hem sözlü. Fransız olan Öğretim Görevlisi, geçer not verebileceğini ancak, dönem ertelersem özel olarak ilgilenip çok daha iyi hale gelebileceğimi söyleyip tercihi bana bıraktı. Fakat benim hiç zamanım yoktu. Çünkü, hemen iş bulup evlenecektim.

DEVAM EDECEK











31 Ocak 2020 Cuma

ANILARIM 5 - LİSE YILLARIM - BEŞİNCİ BÖLÜM


www.google.com
www.yandex.com


ANILARIM 5
Beşinci Bülüm
LİSE YILLARIM
Kızılırmak Vadisinde, küçük şirin bir kasabada  1946 yılında ınga ile başladığımız yaşam koşusunda, 1961 yılını geride bırakmak üzereydim. İstanbul’un yeni yerleşim bölgesi Haznedar’da  kendimize ait ir ev yapmak için kolları sıvamıştık.
Babam , okul yıllarından bu konuda kendisini deneyimli kabul ediyordu. Arsamız üzerinde yapacağımız  binanın pek çok bölümünde bizzat çalışmaya hazır olduğu anlaşılıyordu. Pek tabii olarak bizde onu izlemek durumundaydık. Mahalledeki nalburdan gerekli malzemeler alındı, arsanın köşesine bir kireç kuyusu açmakla işe başladık.
Karşı tepede Davutpaşa kışlası eteklerindeki boş alanlarda taşı-toprağı altın hayaliyle İstanbul’a koşmakta olan Anadolu insanları Zeytinburnu örneğinden esinlenerek, gecekondularını yapmaktaydılar. Daha önceki yıllarda, Aynı olay Kışla karşısında Tozkoparan arazisinde yaşanıyordu. Babama göre, Yasa dışı olan bu yapıların hepsini  Devlet bir gecede yıkacaktı. Ancak, yaz sıcağında bizim inşaat işini kendimizin sürdürmesi kolay değildi. Bahçe duvarını kendimiz yapabiliriz, evin yapım işi için usta ve işçi bulmamız gerektiğine karar verdik. Arsa için ödenen peşinat, ve bazı malzemeler için yapılan ödemeler ineklerin satılmasından sağlanan paramızın tükenmesine yetmişti. Ev sahibimiz sevimli  bir ihtiyardı, hepimiz ona kendi isteği ile Dede diyorduk. Her ay kirayı almak için geldiğinde, bir kahve içimlik oturur, hemen her konuda sohbetler yapardı. Özellikle okullarımız konusunda bizi teşvik ederdi.
Bu bina yapımı konusunda da  Babamı cesaretlendiriyordu. Parasal durumu da bir şekilde sezmiş olmalı ki, Cağaloğlu’nda bulunan Emniyet Sandığı isimli bankanın, yapı kredisi verdiğini anlattı. Ertesi gün Babam ve Annem, Emniyet Sandığı’na gittiler. Gerçekten de buradan olumlu cevap aldılar. Birkaç gün içinde ustalar ve işçiler için gerekli parayı da bulmuştuk.
Çünkü, Babamın maaşı altı yüz lira civarında idi. 250 lira kiraya gidince, kalan para ile benim, kardeşimin harçlığı, yiyecek masraflarımız için  zorlanıyorduk. Ev kendimizin olursa daha rahat edecektik.
Evin planı, Babam tarafından çizilmişti. Yerden 70 cm yükseklikte bir temel, dört oda ve bir banyo-tuvaletten ibaretti. Odalardan birisi mutfak olarak planlanmıştı. Yola bakan cepheye de boydan boya balkon yapılacaktı. Nitekim öyle oldu.
Ancak,  hesap yine tutmadı. Tavan ve doğramalar için para gerekiyordu. Sonbahar yaklaşıyordu. Ben, yeni çalışmaya başlayan Kargı – İstanbul otobüsü ile cebimde Dedeme yazılmış bir mektup hareket ettim. Mektupta durum anlatılıyor, Dedemden borç isteniyordu.  Dedem mektubu birkaç kez okudu. Durumdan pek hoşnut olmadığını saklamıyordu. Kendisinin de birikmiş parası olmadığını ancak, tüccar birisinden borç temin edebileceğini söyledi. Sabah olunca, çarşıda manifaturacılık  yapan bir amcaya birlikte gittik. Aralarında konuştular. Amca bana paraları teslim etti. Ancak, konuştuklarından iki yüz lira eksikti. İtiraz edecek oldum, dedem paranın tamam olduğunu ısrarla söyledi. Babana anlat o biliyor dedi. Çaresiz parayı sıkıca koynuma yerleştirdim, ertesi gün Unkapanı kargı Otobüs Yazıhanesinde beni bekleyen Babama teslim ettim.
Doğrama ve tavan tahtalarının siparişleri de verildi. Adnan Usta bir taraftan boya işlerine başladı. Babam, kardeşlerim biz de bahçe duvarını örmeye soyunduk. Ben harç yapıyorum, Kargı’dan dönmüş olan kız kardeşim minicik elleri ile taş-tuğla taşıyor, Babam büyük bir ciddiyetle duvara yerleştiriyordu.
Karşı komşu kuyusundan bize su vermekte nazlanmadı. Fakat inşaat ilerledikçe, çeşitli bahanelerle kuyunun kapağını kilitlemeye başladı. Yapılacak tek şey vardı. Biz de bahçeye kuyu açacaktık. Kuyucu bulundu, pazarlıklar yapıldı ve kazı başladı.
Akşama kadar inşaat bizi yorduğu için, gazetemi okuyamıyor, radyo da dinleyemiyordum. O yıl sınıfımı geçtiğim için ders çalışmam gerekmiyordu.
Devrim ile yönetime el koyan Ordu, kısa sürede sivil yönetime iktidarı devretmiş, Yassıada Mahkemeleri hızla sonuçlandırılmış, Emekli bir Generalin Genel Başkan olduğu yeni kurulan  Adalet Partisinin de katılımı ile seçimler yapılmış, İsmet Paşa Başbakanlığında koalisyon hükümeti kurulmuştu. İstanbul Belediye Başkanlığına getirilmiş olan  General Refik Tolga da, seçimler sonunda görevini Haşim İşcan’a devretmişti. Refik Tolga’dan aklımda kalan,basına yansıyan,  Nakliyat Ambarları ve hal şehir dışına taşınacaktır”  sözüdür. Sirkeci’de bulunan Nakliyat ambarları ile Unkapan’ındaki Sebze ve Meyve Halinin şehir dışına çıkarılması çalışması başlatmıştı. Ancak, bu işlemin gerçekleşmesi yıllar sürdü.
1961 Seçimlerinde, mahalli idareler de yenilenmiş, İstanbul’da AP adayı kazanmış ise de adaylık sürecindeki aksaklık nedeniyle mazbatası iptal edilmiş, CHP Adayı Haşim İşcan Başkan olmuştu. Biz, günümüz gençliğinden farklı olarak, ilkokul ve orta okul yıllarımızda, yurttaşlık bilgisi derslerimizde kamu yönetimi hakkında bilgilendirilmiştik.
1962 yazında eski Demokratların örgütlendiği   Adalet Partisi içinde, eski demokratların etkisinde yeni gruplar oluşmaya başlamıştı. Bu  gruplar, İsmet İnönü Başbakanlığındaki koalisyonda sorunlar çıkarmaya başlamışlardı. Ve İsmet İnönü başbakanlıktan istifa etmişti. Yeni Hükümeti, diğer iki parti ile kurmuştu.  Ama, Demokratların huzursuzlukları biteceği benzemiyordu. Bizim evde, olağanüstü bir durum yoksa, 19 haberleri mutlaka dinlenirdi.
Kuyucu amca, suyu bulmuştu. Birkaç teneke su çıkardık. Fakat kaynağı beğenmediği için daha derine inmek istedi. Bu kez de kaya çıktı. Az diye beğenmediği su da kayboldu. Her gün sabah gelir, bir iple aşağıya iner, bir işçi de o ipi çektikçe toprağı dışarıya atardı. Uzun bir uğraştan sonra kayayı geçti ve bol suyu buldu. Gerçekten su kaynağı güçlü idi. Yıllarca biz ve yakın komşular İstanbul’un su kıtlığından etkilenmedik.
Bahçe duvarı başarıyla tamamlanmış, renkleri Annemin beğendiği renklerle hiç ilgisi olmayan koyu tonlarda  olsa da Adnan Usta boya işini tamamlamış,  bizleri yakını gibi görmeye başlamış olan, ev sahibimize ve eşine yeni evimizin kuyu başında kahve ikram etmiştik. Evimizin önü boştu. Kuyu başında oturduğumuzda karşıda Davutpaşa Kışlası görülüyordu.
Erkut, Ankara’ya okuluna gitti. Meliha, yeni evimizin yakınında Ek bina olarak faaliyete geçen Haznedar İlkokuluna başlamıştı. Mediha ise birinci sınıfa gidecekti.
Su konusunu halletmiştik. Fakat, elektriğimiz bağlanamıyordu. Çünkü, bizim eve kadar hat çekilmesi için direk dikilmesi gerekiyormuş. Program dışı olduğu için bizim katılım payı olarak ciddi bir bedel ödememiz gerekiyordu. Ancak, biz bütün paramızı yeni evimizin yapımı için harcamıştık. Ama olsundu. Evimiz kendimizindi. Gaz lambasına alışıktık.
Yaz boyu, Kışladan engelleme çalışmaları ile gecekondu faaliyetleri  kısmen önlenmiş olsa da Güngören sırtlarında yeni derme-çatma yapılar artmıştı. Merter kardeşler,  babalarının ölümü üzerine, çiftliklerini satmışlar,1966 yılında, Efes Pilsen firması büyük bir Fabrika binası yapmıştı. Bu zamana kadar, şarap hariç tüm alkollü içkiler Tekel idaresi tarafından üretilmekte iken, böylece bira da monopol dışına çıkmış oluyordu.
İsmet İnönü Hükümeti, 1962- 1964 döneminde İstanbul konut sorununun çözülmesi konusunda çalışmalar yapıyordu. Bunlardan birisi de, günümüzde hala ayakta olan Tozkoparan Sosyal Meskenleri idi. Gecekondu Önleme Bölgesi ilan edilen alanda, tüm çarpık yapılar yıkılarak, yerlerine düzenli uzun vadeli, ucuz meskenler yapıldı. Biz, evimiz olduğu için bu projeden yararlanamadık. Aynı dönemde, Ataköy Emlak Bankası konutları da bitirilerek uygun fiyatlarla satışa sunuldu. Hatta cazip hale getirilmesi için, Ataköy sahilinde yapılan 400 kabinli, uzun kumsalı olan bir plaj yapılmış ve Emlak Bankası Konutları sakinlerine sezonluk kuponlar verilmişti.
Haznedar’a yaptığımız, tek katlı, bahçeli şirin evimize taşınmakla, okula gidip gelmem konusunda değişen bir şey olmadı. Fakat, yeni ders yılı için kitap, defter ve diğer gereçlerin satın alınması konusunda zorlanma, evde geçim sıkıntısının da habercisi idi.
Demokratların, yaşı nedeniyle cezası infaz edilmeyen, eski Cumhurbaşkanı Bayar’ın sağlık nedeniyle cezaevinden çıkarılması, eski milletvekillerine af talepleri yoğunlaşmış, dışarıda Kıbrıs konusunda sorunlar yaşanmaya başlamıştı. Bütün bunlar ekonomiyi de olumsuz etkiliyor, hayat pahalılaşıyordu.
Annem, biçki-dikiş konusunda eğitim almış iyi bir terzi idi. Çalışıp bütçemize katkıda bulunmak istiyordu. Babam, bir süre bu konuda direnç gösterdi. Ama, Haydar kütük Arsa Ofisinin,  Emniyet Sandığının taksitleri, manifaturacı amcanın borcu ile ilgili hatırlatmalar karşısında durumu kabullendi. Annem, bir komşumuzun aracılığı ile Çakmakçılar yokuşunda   bir toptan gömlek mağazası için, evde  gömlek dikmeye başladı. Tüccar, kesimi yapılmış kumaşları veriyor, Annem evde onları dikip teslim ediyordu. Bu çalışma bizim ailede geçim konusunda büyük rahatlık sağlamıştı. Zaman içinde, dikiş makinemize motor alınmış, daha seri üretim yapılabiliyordu. Tüccar, dikim kalitesi ve zamanında teslimden memnun kalmış, daha fazla gömlek dikilmesi konusunda talepte bulunuyordu. Anneme bizler de yardım etmeye başladık. İkinci bir dikiş makinesi alındı, Ben de okuldan boşta kalan zamanlarda gömleklerin kolay olan kısımlarının dikilmesine yardıma başladım. Hatta en küçüğümüz Mediha bile gömlek dikim işlerinde görev üstlenmişti. Erkut, yaz tatilinde geldiğinde, O  da bu çalışmalara katılmak zorunda  kalıyordu, Çünkü, tüccar sürekli olarak daha fazla gömlek dikmemizi istiyordu. Biz tatillerde bu sayede, Ataköy, Florya plajlarına gidebiliyorduk.
Okulumda, arkadaşlarımla çok iyi anlaşıyorduk. Daha çok Bakırköy’de zaman geçirmek hoşumuza gidiyordu. Bilardo, tavla oynamasını öğrenmiştim. Bazı arkadaşlarla,  o günlerin yaşam tarzına uygun olarak  birbirimizin evlerine misafir olarak gider, anne ve babalarımızı da tanırdık.
Lisede son sınıfa kadar her şey yolunda gitti. Sınıf mümessili bile oldum. Fakat aile içinde, 1964 yılında bazı sorunlar yaşadık. Komşumuz  İbrahim Amcanın Usta başı olduğu Teksan Su Sayaçları Fabrikasında çalışmaya başladım. Fabrikada bütün çalışanlar SSK kapsamında idi. Benim sosyal güvenlik başlangıcım bu nedenle 1964 yılıdır. 
Koalisyon Hükümeti, 1965 yılında, genel seçimleri yaptı. Adalep Partisi Genel başkanı Süleyman Demirel ile birlikte zafer kazanmıştı
Kısa süre sonra, okuluma devam etmek için fabrikadan ayrıldım,  ancak  bitirme sınavları öncesinde karnem çok iyi olmasına rağmen, lise  bitirme sınavlarında iki dersten bütünlemeye kaldım ve bütünleme sınavlarında da başarısız oldum.
Lise son sınıfta bekleme süresi içinde, benim durumumda olan başka arkadaşlarımda vardı. Onlarla sık sık buluşur, Bakırköy’de vakit geçirirdik.
Biz son sınıfa geldiğimizde, o zamana kadar her fakültenin  kendi giriş sınavını yaptığı sistemden,  Üniversiteler Arası Merkezi Giriş sınavı  sistemine geçilmişti.  Bitirme sınavları bitmeden bu sınavlar yapılıyordu. İlk kez katıldığım 1965 sınavlarında yüksek bir puan aldım, ama lise yakamı bırakmıyordu, 1966 Üniversite Giriş sınavlarında yine başarılıydım.  Fakat, Lise diplomamı alıp İktisat Fakültesine kayıt olmam  1967 yılında mümkün olabildi.
Bu arada, Erkut Öğretmen Okulunu bitirmiş, yaşı küçük olduğu için atamasını yapmamışlardı.  Meliha, Bakırköy Orta Okuluna devam ederken, Milli Eğitimin parasız yatılı sınavlarını kazanarak Çamlıca Kız Lisesine yatılı olarak devam etmeye başlamıştı.
Erkut, ataması yapılmayınca katıldığı Yüksek Öğretmen Okulu sınavlarını kazanmış, Fen Bilgisi bölümüne yatılı olarak devam hakkı kazanmıştı.
Ve1967 yılı benim için yeni bir dönemin başlangıcı.  Artık üniversite öğrencisiydim.
DEVAM EDECEEK



 

 

 














30 Ocak 2020 Perşembe

ANILARIM 2 - İKİNCİ BÖLÜMÇOCUKLUK YILLARIM- KARGI

google.com
yandex.com.tr

ANILARIM 2
ÇOCUKLUK YILLARIM /KARGI
ikinci bölüm
Yıl, 1955. KARGI’DAYIZ ARTIK
Kargı bizim ailemizin toplu yaşadığı bir ilçedir. Kızılırmak vadisinde, bağlar, bahçeler arasında şirin bir kasabadır. Yerleşim yerinden sonra Irmağa kadar uzanan düzlükte, mera-harman yeri, devamında ise pirinç tarlaları uzanır. Asıl geçim kaynağı pirinçtir. Bunun yanı sıra, sebze ve hayvancılık yapılır.
Kargı'da bizi, Ali Dedem, Dayılarım, Amcam, Teyzelerim, ve kuzenler. Burada bizi yeni ve güzel bir hayat bekliyordu. Gazlı dedem Ben dört yaşında iken rahmetli olmuştu.
Okula yakın evimizin inşaatı üst kat hariç bitmiş, üst katın pencereleri takılmasa da çatı tamamen kapatılmıştı. Bodrum katı tartışmasız ineklerimizin olacaktı. Orta kat, Mutfak, iki yatak odası ve banyo bizim yaşam alanımız. Bizim ailenin evlerinde tartışmasız, ayrı bir banyo ve tuvalet mutlaka bulunur. Aslında, yörenin ortak özelliğidir budur. Hemen bütün Kargı evlerinde kullanışlı bir tuvalet ve banyo mevcut idi.
Örneğin, Ali Dedemin evi. İki katlı, giriş katında mutfak, büyük bir kiler ve bağımsız bir tuvalet, ikinci kattaki odalarda mutlaka bir banyo dolabı ve katta bağımsız hela ile, avluda at ve eşek için ayrı bölmesi olan ineklerin barındığı ahır ve samanlık. Ön avluda, bütün mahallelinin de yararlandığı kubbeli fırın. Özellikle ramazan aylarında her gün fırın yakılır, komşular keşkeklerini bırakır, Babaannem büyük bir itina ile fırın kapağını hamurla kapatır, pişme zamanı gelince açardı. Ahırların bulunduğu avluda küçük bir sebze bahçesi, sulama kanalının (boklu ark) arkasında büyük bir sebze ve meyve bahçesi bulunmaktaydı. Ve halan bunlar ayakta olup kuzenler tarafından kullanılmaktadır. Ali Dedem, gençlik yıllarını savaşlarda geçirmişti. Doğu cephesinde Osmanlı ordusunda, daha sonra, Kuvey-ı Milliyede. Az konuşur. Çok çalışır. Zaman buldukça atına atlar kırlara, bahçelere giderdi.
Fazlı Dedem, sevilen,sayılan bir öğretmen olup ben küçükken aramızdan ayrıldı. Kurtuluş savaşı yıllarında köy köy dolaşarak halkı düşmana karşı direnmeye çağırmış, Cumhuriyet kurulduktan kısa bir süre sonra emekli öğretmen olarak, siyaset sahnesinde görev almıştı. İl Genel Meclisi üyesi, aynı zamanda Daimi Encümendeydi öldüğünde. Aile içinde otorite ve kuralları, ölümünden sonra da uzun yıllar sürdü. Büyük Dayım, Yüzbaşı Selahattin, tam bir Türk Askeri idi. Görev yaptığı karakollarda, işe atıyla gidip gelir, askerleri tarafından çok sevilirdi. Babam vatani görevini yapmak için gittiğinde, Annem ve Ben onlarla kalmışız. Haluk Dayım ile ise hemen hemen birlikte büyüdük. Aramızda fazla yaş farkımız yoktu.
Fazlı Dedem, nasıl bir kültürden geldi ise, öğretmenliği sırasında Kargı’ya bir ev yapmış. Buna ev demek yerine konak demek daha doğru olacak. Üç kattan oluşmakta. Oldukça geniş bir arazi üzerinde yapılmış, giriş katında, mutfak dediğimiz kocaman ir oda. Bu odada doğrudan çatıya ulaşan bacası olan heybetli bir ocak bulunmaktadır. Ortada büyük bir holden geçilerek avluya inilir. Avluya çıkmadan, sol tarafta her türlü hububat ve erzakın depolandığı dev sandıklar bulunmaktadır.
Sağ tarafta yakarı katlara çıkan kapıdan girdiğinizde bir sürprizle karşılaşırsınız. Kocaman bir DOKUMA TEZGAHI. Boz zamanlarında herkes, halı kilim ve özellikle KARGI BEZİ dokur. İç çamaşırlarımız bu bezden dikilirdi. Yastıklarımız bu bezle yapılır. Anneannem, teyzelerim inanılmaz yetenekli insanlardı. Bağ bahçe işlerinde, hayvan bakımında olduğu kadar bu dokuma ve terzilik işlerinde de beceri sahibi idiler.
Ancak, ilerleyen zaman içinde, bana göre tarihi eser bile sayılabilecek bu konak, gelişigüzel bir kararla, meydan oluşturmak gerekçesiyle yıkılmış, ben çok sonra öğrendim. Üstelik, yerine ne meydan , re de başka bir düzenleme yapılmamıştı. Yazık etmişlerdi. Örnek bir kargı ev olarak korunabilirdi.
Sadece annemin ailesi değil, babaannem ve amcamın eşi de aynı becerilere sahiptiler.
Bize düşen, okullarımızda başarı sağlamak, tatillerde bağ bahçe işlerine yardım etmekti. Bunu da en iyi şekilde başarıyorduk. Özellikle bağ bozumunu çık severdim. Eşekler sıra sıra, küfeler üzüm dolu üzümler avluya taşınır. Burada şıra yapmak için kullandığımız OLUK içine boşaltılır, tulumba başında, iyice yıkandığı kontrol edilen ayaklarla üzümler ezilir, suyundan pekmez yapılırdı. Pekmezin bir kısmı, pekmez toprağı ile dövülerek ak pekmeze dönüştürülür. Önceden iplere dizilmiş cevizler, pekmez kazanına batırılarak enfes sucuklar yapılır, bütün kış tüketilirdi.
İkinci, üçüncü katlarda yatak odaları ve tuvaletler bulunurdu. Pencereler ise klasik cumbalı bir evdi.
Ahır ve samanlık yapısı itibariyle beni çok etkilemiştir. İki katlı olan ahir binasının, ikinci katı samanlık, yol hizasında idi. Ot ve saman boşaltmak kolay, hayvanları buradan besleme çok pratikti.
Bahçedeki örnek bağ da çeşit çeşit üzümler, yemelik üzüm ihtiyacımızı karşılardı.
Fazlı Dedem, ayrıca, bugünlerin saunasına benzer bir hamam yaptırmıştı bahçeye. Yine bahsetmeden geçemeyeceğim bir ayrıntı vardı burada. ZURNUK.
Pek çok kişi bu gün zurnuk nedir bilmez. Zurnuk vardı Fazlı Dedimin bahçesi ile yol arasında. Yağmur yağdığında, yoldan akan sel suları istenildiğinde bahçe sulamasında kullanılabiliyordu bu zurnuk sayesinde.
Bizim evin bahçesini de babam kalın duvarlarla çevirmiş, bahçesinde de asmalar dikmişti. İki de büyük dut ağacımız vardı. Dedemlerde bulunan kuyular bizimkinde yoktu. Zira, Babam evi yaptırdığında artık Kargı şehir suyuna kavuşmuştu.
Bizim Kargı’daki iki yıllık yaşamımız inanılmaz güzel anılarla doludur. Annemin inekleri sağarken, kedilerimizin kapıda bekleyişleri, buzağılarımızın doğumu, büyümelerini izleyişimi heyecanla hatırlarım.
Her şeyden önce, uzakta da ola bağımız, bahçemiz vardı. İneklerimiz vardı. Kendimiz ekip biçiyorduk Hatta, bahçedeki dut ağaçları sayesinde, boş olan üçüncü katımızda yazları ipek böceği yetiştirdik. Onların, dut yapraklarını yemelerini, koza zamanı yaprak yemeyerek, sürekli ağızlarından çıkardıkları salyalarla koza yaptıklarını hala hatırlarım.
Kargı merkez ilkokulunda günler güzel geçti. Dördüncü sınıftaki, Emin öğretmenim emekli oldu biz 5. Sınıfa başladıktan Sonra gelen, idealist, 52 yıl sonra bile adını ve yüzünü hatırladığım öğretmenimiz, Rasim Mehmet Bütüner .
Artık bir diplomam vardı. İlkokul mezunuydum.
Ben, daha İlkokul birinci sınıfında iken, aile ortamından etkilenerek, Andımızı, İstiklal Marşını ezberlemiş, ulus, yurt bilincine sahip olmuştum. Dörtten beşe geçtiğim ve İlkokulu bitirdiğim yaz aylarında, Büyük Caminin Kuran Kurslarına devam etmiş, aile geleneğimiz olan Din Eğitimini de tamamlamıştım.
İlkokul arkadaşlarım çok nitelikli ve iyi insanlardı. Zira, anneleri-babaları da öyleydi. Çoğunun ailesi çiftçi idi. Bir arkadaşımızın babası C.Savcısı idi. Yıllar sonra arasam, Rüstem’i bulabilir miyim acaba ?
Okul bahçesinde genellikle mendile sarılmış gazete kağıtlarından oluşan topla maç yapardık. Rüstem’e meşin top aldılar. Artık, Rüstem, Savcı Babasından daha forslu idi. Topu vardı. Meşin topla oynamak ayrı bir zevkti. Ama Rüstem’i kızdırmamak gerekirdi. Rüstem kızınca topunu alır eve gider, biz yine mendil topa kalırdık.
Amcam sevilen bir berberdi. Bağ bahçe işleri ile de uğraşırdı. Ne zaman çarşıdan geçsem yakalar, saçın uzamış otur bakalım der, kafamı üç numara yapardı.
Evin büyük çocuğu olarak, Anneme yardım etmek görevimdi. İneklerin bakımına, tavukların beslenmesine yardımcı oluyor, tarlada ot biçip, sebze topluyordum.
Bu arada, kargı İlkokulu Müdürü de Emin Öğretmenle birlikte emekli olmuş, Babam Okul Müdür Vekili olarak Halı Köyden Merkeze tayin olmuştu.
Ben ilkokulu bitirmiştim. O yaz dünyalar tatlısı bir kız kardeşim daha doğmuştu. Ortaokul kitaplarımı temin ediliyor, Yaz tatilinde haylazlık yapmama izin verilmiyordu.
Kargı, kültür bakımından da civar kazalardan ileri idi. Özellikle Halkevi bünyesinde çeşitli etkinlikler bunda büyük rol oynamıştır diye düşünüyorum.
Yine Kargı günlerimde, Babamın çocukluk arkadaşları, manav Cevdet amca ve Demirci Mustafa amcalardan çok etkilenmişimdir. Çok çalışkan ve bilge denecek kadar kültürlü insanlardı.
Tam okullar açılmasına yakın, bizim evde bir hareketlenme oldu. Babam hırçın, Annem üzgün, Dedem ve Babaanmem ise kızgındılar. Bir süre sonra konu anlaşıldı. Babamın dönem arkadaşı olan Hilmi Amca okul Müdürü olarak atanınca, Babam da nakil istemiş, Osmancık İlköğretim Müdürlüğüne (Maarif Memuru) atanmıştı.
Bir Eylül gününde, eşyalarımız bir kamyona yüklenmiş. Annem ve Babam şoför mahallinde, Erkut, Meliha ve Ben kamyonun kasasında , eşyalar arasında bize ayrılan yerde, henüz bir kaç aylık Mediha Annemin kucağında Osmancık’ doğru yola çıkmıştık.
Osmancık’ta kiraladığımız ev bahçeli, fakat ahırı olmadığı için ineklerimizi hemen götüremedik. Osmancık’ta ahır bulduktan sonra onları getirecektik. Şimdilik onları, Dedemlere bıraktık.
DEVAM EDECEK
Yıl, 1955. KARGI’DAYIZ ARTIK
Kargı bizim ailemizin toplu yaşadığı bir ilçedir. Kızılırmak vadisinde, bağlar, bahçeler arasında şirin bir kasabadır. Yerleşim yerinden sonra Irmağa kadar uzanan düzlükte, mera-harman yeri, devamında ise pirinç tarlaları uzanır. Asıl geçim kaynağı pirinçtir. Bunun yanı sıra, sebze ve hayvancılık yapılır.
Kargı'da bizi, Ali Dedem, Dayılarım, Amcam, Teyzelerim, ve kuzenler. Burada bizi yeni ve güzel bir hayat bekliyordu. Gazlı dedem Ben dört yaşında iken rahmetli olmuştu.
Okula yakın evimizin inşaatı üst kat hariç bitmiş, üst katın pencereleri takılmasa da çatı tamamen kapatılmıştı. Bodrum katı tartışmasız ineklerimizin olacaktı. Orta kat, Mutfak, iki yatak odası ve banyo bizim yaşam alanımız. Bizim ailenin evlerinde tartışmasız, ayrı bir banyo ve tuvalet mutlaka bulunur. Aslında, yörenin ortak özelliğidir budur. Hemen bütün Kargı evlerinde kullanışlı bir tuvalet ve banyo mevcut idi.
Örneğin, Ali Dedemin evi. İki katlı, giriş katında mutfak, büyük bir kiler ve bağımsız bir tuvalet, ikinci kattaki odalarda mutlaka bir banyo dolabı ve katta bağımsız hela ile, avluda at ve eşek için ayrı bölmesi olan ineklerin barındığı ahır ve samanlık. Ön avluda, bütün mahallelinin de yararlandığı kubbeli fırın. Özellikle ramazan aylarında her gün fırın yakılır, komşular keşkeklerini bırakır, Babaannem büyük bir itina ile fırın kapağını hamurla kapatır, pişme zamanı gelince açardı. Ahırların bulunduğu avluda küçük bir sebze bahçesi, sulama kanalının (boklu ark) arkasında büyük bir sebze ve meyve bahçesi bulunmaktaydı. Ve halan bunlar ayakta olup kuzenler tarafından kullanılmaktadır. Ali Dedem, gençlik yıllarını savaşlarda geçirmişti. Doğu cephesinde Osmanlı ordusunda, daha sonra, Kuvey-ı Milliyede. Az konuşur. Çok çalışır. Zaman buldukça atına atlar kırlara, bahçelere giderdi.
Fazlı Dedem, sevilen,sayılan bir öğretmen olup ben küçükken aramızdan ayrıldı. Kurtuluş savaşı yıllarında köy köy dolaşarak halkı düşmana karşı direnmeye çağırmış, Cumhuriyet kurulduktan kısa bir süre sonra emekli öğretmen olarak, siyaset sahnesinde görev almıştı. İl Genel Meclisi üyesi, aynı zamanda Daimi Encümendeydi öldüğünde. Aile içinde otorite ve kuralları, ölümünden sonra da uzun yıllar sürdü. Büyük Dayım, Yüzbaşı Selahattin, tam bir Türk Askeri idi. Görev yaptığı karakollarda, işe atıyla gidip gelir, askerleri tarafından çok sevilirdi. Babam vatani görevini yapmak için gittiğinde, Annem ve Ben onlarla kalmışız. Haluk Dayım ile ise hemen hemen birlikte büyüdük. Aramızda fazla yaş farkımız yoktu.
Fazlı Dedem, nasıl bir kültürden geldi ise, öğretmenliği sırasında Kargı’ya bir ev yapmış. Buna ev demek yerine konak demek daha doğru olacak. Üç kattan oluşmakta. Oldukça geniş bir arazi üzerinde yapılmış, giriş katında, mutfak dediğimiz kocaman ir oda. Bu odada doğrudan çatıya ulaşan bacası olan heybetli bir ocak bulunmaktadır. Ortada büyük bir holden geçilerek avluya inilir. Avluya çıkmadan, sol tarafta her türlü hububat ve erzakın depolandığı dev sandıklar bulunmaktadır.
Sağ tarafta yakarı katlara çıkan kapıdan girdiğinizde bir sürprizle karşılaşırsınız. Kocaman bir DOKUMA TEZGAHI. Boz zamanlarında herkes, halı kilim ve özellikle KARGI BEZİ dokur. İç çamaşırlarımız bu bezden dikilirdi. Yastıklarımız bu bezle yapılır. Anneannem, teyzelerim inanılmaz yetenekli insanlardı. Bağ bahçe işlerinde, hayvan bakımında olduğu kadar bu dokuma ve terzilik işlerinde de beceri sahibi idiler.
Ancak, ilerleyen zaman içinde, bana göre tarihi eser bile sayılabilecek bu konak, gelişigüzel bir kararla, meydan oluşturmak gerekçesiyle yıkılmış, ben çok sonra öğrendim. Üstelik, yerine ne meydan , re de başka bir düzenleme yapılmamıştı. Yazık etmişlerdi. Örnek bir kargı ev olarak korunabilirdi.
Sadece annemin ailesi değil, babaannem ve amcamın eşi de aynı becerilere sahiptiler.
Bize düşen, okullarımızda başarı sağlamak, tatillerde bağ bahçe işlerine yardım etmekti. Bunu da en iyi şekilde başarıyorduk. Özellikle bağ bozumunu çık severdim. Eşekler sıra sıra, küfeler üzüm dolu üzümler avluya taşınır. Burada şıra yapmak için kullandığımız OLUK içine boşaltılır, tulumba başında, iyice yıkandığı kontrol edilen ayaklarla üzümler ezilir, suyundan pekmez yapılırdı. Pekmezin bir kısmı, pekmez toprağı ile dövülerek ak pekmeze dönüştürülür. Önceden iplere dizilmiş cevizler, pekmez kazanına batırılarak enfes sucuklar yapılır, bütün kış tüketilirdi.
İkinci, üçüncü katlarda yatak odaları ve tuvaletler bulunurdu. Pencereler ise klasik cumbalı bir evdi.
Ahır ve samanlık yapısı itibariyle beni çok etkilemiştir. İki katlı olan ahir binasının, ikinci katı samanlık, yol hizasında idi. Ot ve saman boşaltmak kolay, hayvanları buradan besleme çok pratikti.
Bahçedeki örnek bağ da çeşit çeşit üzümler, yemelik üzüm ihtiyacımızı karşılardı.
Fazlı Dedem, ayrıca, bugünlerin saunasına benzer bir hamam yaptırmıştı bahçeye. Yine bahsetmeden geçemeyeceğim bir ayrıntı vardı burada. ZURNUK.
Pek çok kişi bu gün zurnuk nedir bilmez. Zurnuk vardı Fazlı Dedimin bahçesi ile yol arasında. Yağmur yağdığında, yoldan akan sel suları istenildiğinde bahçe sulamasında kullanılabiliyordu bu zurnuk sayesinde.
Bizim evin bahçesini de babam kalın duvarlarla çevirmiş, bahçesinde de asmalar dikmişti. İki de büyük dut ağacımız vardı. Dedemlerde bulunan kuyular bizimkinde yoktu. Zira, Babam evi yaptırdığında artık Kargı şehir suyuna kavuşmuştu.
Bizim Kargı’daki iki yıllık yaşamımız inanılmaz güzel anılarla doludur. Annemin inekleri sağarken, kedilerimizin kapıda bekleyişleri, buzağılarımızın doğumu, büyümelerini izleyişimi heyecanla hatırlarım.
Her şeyden önce, uzakta da ola bağımız, bahçemiz vardı. İneklerimiz vardı. Kendimiz ekip biçiyorduk Hatta, bahçedeki dut ağaçları sayesinde, boş olan üçüncü katımızda yazları ipek böceği yetiştirdik. Onların, dut yapraklarını yemelerini, koza zamanı yaprak yemeyerek, sürekli ağızlarından çıkardıkları salyalarla koza yaptıklarını hala hatırlarım.
Kargı merkez ilkokulunda günler güzel geçti. Dördüncü sınıftaki, Emin öğretmenim emekli oldu biz 5. Sınıfa başladıktan Sonra gelen, idealist, 52 yıl sonra bile adını ve yüzünü hatırladığım öğretmenimiz, Rasim Mehmet Bütüner .
Artık bir diplomam vardı. İlkokul mezunuydum.
Ben, daha İlkokul birinci sınıfında iken, aile ortamından etkilenerek, Andımızı, İstiklal Marşını ezberlemiş, ulus, yurt bilincine sahip olmuştum. Dörtten beşe geçtiğim ve İlkokulu bitirdiğim yaz aylarında, Büyük Caminin Kuran Kurslarına devam etmiş, aile geleneğimiz olan Din Eğitimini de tamamlamıştım.
İlkokul arkadaşlarım çok nitelikli ve iyi insanlardı. Zira, anneleri-babaları da öyleydi. Çoğunun ailesi çiftçi idi. Bir arkadaşımızın babası C.Savcısı idi. Yıllar sonra arasam, Rüstem’i bulabilir miyim acaba ?
Okul bahçesinde genellikle mendile sarılmış gazete kağıtlarından oluşan topla maç yapardık. Rüstem’e meşin top aldılar. Artık, Rüstem, Savcı Babasından daha forslu idi. Topu vardı. Meşin topla oynamak ayrı bir zevkti. Ama Rüstem’i kızdırmamak gerekirdi. Rüstem kızınca topunu alır eve gider, biz yine mendil topa kalırdık.
Amcam sevilen bir berberdi. Bağ bahçe işleri ile de uğraşırdı. Ne zaman çarşıdan geçsem yakalar, saçın uzamış otur bakalım der, kafamı üç numara yapardı.
Evin büyük çocuğu olarak, Anneme yardım etmek görevimdi. İneklerin bakımına, tavukların beslenmesine yardımcı oluyor, tarlada ot biçip, sebze topluyordum.
Bu arada, kargı İlkokulu Müdürü de Emin Öğretmenle birlikte emekli olmuş, Babam Okul Müdür Vekili olarak Halı Köyden Merkeze tayin olmuştu.
Ben ilkokulu bitirmiştim. O yaz dünyalar tatlısı bir kız kardeşim daha doğmuştu. Ortaokul kitaplarımı temin ediliyor, Yaz tatilinde haylazlık yapmama izin verilmiyordu.
Kargı, kültür bakımından da civar kazalardan ileri idi. Özellikle Halkevi bünyesinde çeşitli etkinlikler bunda büyük rol oynamıştır diye düşünüyorum.
Yine Kargı günlerimde, Babamın çocukluk arkadaşları, manav Cevdet amca ve Demirci Mustafa amcalardan çok etkilenmişimdir. Çok çalışkan ve bilge denecek kadar kültürlü insanlardı.
Tam okullar açılmasına yakın, bizim evde bir hareketlenme oldu. Babam hırçın, Annem üzgün, Dedem ve Babaanmem ise kızgındılar. Bir süre sonra konu anlaşıldı. Babamın dönem arkadaşı olan Hilmi Amca okul Müdürü olarak atanınca, Babam da nakil istemiş, Osmancık İlköğretim Müdürlüğüne (Maarif Memuru) atanmıştı.
Bir Eylül gününde, eşyalarımız bir kamyona yüklenmiş. Annem ve Babam şoför mahallinde, Erkut, Meliha ve Ben kamyonun kasasında , eşyalar arasında bize ayrılan yerde, henüz bir kaç aylık Mediha Annemin kucağında Osmancık’ doğru yola çıkmıştık.
Osmancık’ta kiraladığımız ev bahçeli, fakat ahırı olmadığı için ineklerimizi hemen götüremedik. Osmancık’ta ahır bulduktan sonra onları getirecektik. Şimdilik onları, Dedemlere bıraktık.
DEVAM EDECEK