10 Eylül 2021 Cuma

ŞAHABETTİN KÜÇÜKYAZICI/Fotoğraflar



Şahabettin KÜÇÜKYAZICI
Fotoğraflar
www.gazeteistanbul.net





1 Mayıs 2021 Cumartesi

ÇOCUK KÖLELER

ÇOCUK KÖLE TARİHİ GEL
ÇOCUK KÖLELER Dünyanın en küçük işçi lideri, verdiği mücadele dünya çapında ses getirince, 1995 yılında 12 yaşında bir suikastle katledildi. Pakistan’ın en yoksul bölgelerinden birisi olan Mudrike’de doğdu. 4 yaşına geldiğinde ise tüm akrabaları gibi 600 rupi yani yaklaşık 16 dolar karşılığında halı dokuma fabrikasında çalışmak üzere satıldı. Burada haftanın 7 günü 14 saat çalıştırıldı. 10 yaşına geldiğinde ise sadece 27 kiloydu. Çocuk çalıştırmanın yasak olduğunu öğrendiğinde ise fabrikadan kaçan Iqbal Masih daha sonra polisler tarafından yakalanarak tekrar fabrikaya götürüldü. Çevresinde kendisi gibi konuşmaya bile korkan 30 çocukla birlikte tutsak olarak 6 sene yaşadı. Çocukların hemen hepsine sadece hayatta kalmalarına yetecek kadar su ve yemek veriliyordu, tabii bunun da bir sebebi var: Onları mümkün olduğu sürece küçük tutabilmek… Çünkü en pahalı halıları ancak o küçücük parmaklar dokuyabiliyordu. Cezaların çok ağır olduğu bu kölelik sistemine Iqbal daha bebek sayılacak yaşta girmesine rağmen 6 yaşına bastığında isyan etmeye ve çocukların bakıcılarına kök söktürmeye başlamıştı bile. Kötü beslenme şartları ve iki büklüm saatlerce oturmanın sonunda Iqbal bir türlü gelişemedi. 10 yaşındayken hala 5 yaşında bir çocuğun kilosuna ve boyuna sahipti. Omurgası yamulmuştu ve ömrünün sonuna kadar böbrek sorunlarıyla mücadele edecekti. Bir gün kasabada Bonded Labor Liberation Front (BLLF) adlı aktivist bir grubun toplantısı olduğunu duydu, toplantıya gitmek üzere yeraltındaki köhne fabrikadan kaçtı. Orada Derneğin lideriyle konuşup yardımını isteyen Iqbal kısa sürede onu köle taciri patronlarının elinden kurtaracak gerekli evrakları hazırladı. Evraklarını fabrika sahibine bizzat elden verme konusunda ısrar etti çünkü orada arkadaşlarına seslenebilecekti: “Korkmayın. Her şeyi öğrendim. Benimle gelin. Sizler özgürsünüz.“ Fabrikaya geri dönüp evrakları adama verdiğinde patron öfkesinden kendini kaybetse de hiçbir şey yapamadı ve masih diğer çocukları da peşine takarak ilk gününde kendisiyle beraber 34 çocuğu özgürlüğüne kavuşturdu. Küçük bedeni her alanda direndi. Küçük bir bedene sahip olmasına rağmen büyük bir ruha sahip olan Iqbal Masih köle gibi davranılan ve küçük yaşlarına rağmen ağır şartlarda çalıştırılan çocukların hakları için büyük çaba gösterdi. Iqbal direniş ve uyanışın simgesi oluyordu. Konuşma yeteneği, cesareti ve azmi ile Pakistan’ı kuşkusuz etkileyen Iqbal Masih’in daha önce korktuğu mafya, kendisinden korkar bir duruma geldi. İsviçre ve Amerika’da bir çok okulda konuşma yapan Iqbal farkında olmadan başka çocukların da hayatını değiştiriyordu. Çocuk işçiliğine karşı verdiği mücadele dünya çapında duyulmaya ve ses getirmeye başlayınca 1995 yılında henüz 12 yaşında iken öldürüldü. Öldürüldüğünde henüz 12 yaşında olan Iqbal Masih’in bu ölümü örtbas edildi ve herkes susturuldu. Fakat Iqbal Masih öldürülmüş olsa bile onun izinden gidenlere büyük bir cesaret vermişti. Onun etkilediği ve mücadele ruhunu kazandırdığı çocuklardan birisi olan Craig Kielburger onun bıraktığı yerden mücadeleyi sürdürmeye devam etti. Free The Children derneğini kurdu ve 650’den fazla okul açtı. “Şimdi işler değişti. Eskiden ben patronlarımdan korkuyordum. Şimdi onlar benden korkuyor." İQBAL MASİH

17 Nisan 2021 Cumartesi

YUNAN BAKAN KRİZ ÇIKARDI

YUNAN BAKAN KRİZ ÇIKARDI Şahabettin KÜÇÜKYAZICI Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşen Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias, Erdoğan ile görüşmesinin ardından Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ortak basın toplantısı düzenledi. Dendias, "Türkiye eğer bizim egemenlik haklarımızı ihlal etmeye devam ederse o zaman yaptırımlar gündeme gelecektir" ifadesini kullandı. Dendias'ın sözlerine karşılık Çavuşoğlu, "Dendias kabul edilemez ithamlarda bulundu" dedi Dendias’ın deniz yetki alanı, mülteciler, azınlıklar konularında suçlamalarıyla birlikte Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye yaptırım uygulayabileceğini söylemesi Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “kabul edilemez” tepkisine yol açtı. Dendias ve Çavuşoğlu’nun ortak basın açıklamasında karşılıklı atışmalarla iki ülke arasındaki gerilim iyice gün yüzüne çıktı. İŞİN ASLI Türk'e duyulan hınç Yunanistan 'da Elenizm' e (Bizans 'ı canlandırmak, Ayasofya' ya çan takmak) ve Büyük Yunanistan (Megalo İdea) ülküsüne yönelmiş ve Yunan devlet siyaseti olmuştur. Anaların sütünden tarih kitaplarına, kiliselerinden bestelerine kadar Türk düşmanlığı üzerine şekillenen ve Rum çocuklarının beşiği sallanırken ninnileşen Elenizm ve Megalo İdea ülküsü şımartılan Yunanlı 'nın tatlı rüyasıdır. Türkler' i İstanbul 'dan kovmak, Türk Milleti' ni sadece Ege kıyılarından değil Alparslan 'ın Bizans İmparatoru Romen Diyojen' den aldığı toprakların da ötesine sürmek, Pontus Rum Devleti 'ni kurmak, Kıbrıs' ta enosisi gerçekleştirmek hülyasından kendisini kurtaramamaktadır. Bizans İmparatorluğu (Doğu Roma İmparatorluğu) - Büyük Yunanistan rüyası gören, bin yıl sonra da olsa İstanbul 'u almayı devlet siyaseti haline getiren Yunanistan ile İstanbul ayağında Vatikan benzeri bir devlet kurmak ve ekümenik (evrensel) olmak ve Bizansla özdeşleşmek hayalindeki Fener Rum Ortodoks Patrikliği, Elenizm ve Megalo İdea ülküsünün yay ve okları gibidir. Milyonlarca Türk 'ün kemikleri üzerinde kurulan Yunanistan' ın ve Megalo İdea 'sının fikri temelini oluşturan Etniki Eterya Cemiyeti' dir. Etniki Eterya Cemiyeti Fener Rum Patrikhanesi 'nde yuvalanmış, Bizans' ı diriltmeyi ve bu görüşü Yunanlılar arasında yaymayı ilke edinmiş, onları teşkilatlandırmıştır. Mondros Ateşkes Antlaşması 'ından sonra Patrikhane' nin kapısına çift kartallı Bizans bayrağı asılmıştır. Yunanistan ele geçirdiği topraklarda Türk varlığını her türlü zulüm ve vahşetle coğrafyadan silmiştir. Batı Trakya buna son örnek olma yolundadır. Yunanistan bugün "Ege bizimdir" demektedir. Batı Trakya 'da İskeçe' de Pontus anıtı dikmiştir. ABD ve AB Yunan emellerine hizmet etmektedir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yok sayılmakta, Rum kesimi desteklenmektedir. Avrupa Birliği ülkelerinde bastırılan haritalarda Karadeniz kıyıları boyunca Pontus Rum Devleti 'ne, Doğu ve Güneydoğu Anadolu' da ise Ermenistan ve Kürdistan 'a yer verilirken, Kıbrıs' ın tamamı da Yunanistan sınırları içerisinde gösterilmektedir. Ancak bu böyle gitmeyecektir!..Megalo İdea 'ya koştuğunu zanneden Yunanistan, bu yanlışlarından dönmediği takdirde zarar görecek, kendisini bu kompleksten kurtarmadığı sürece dostluk girişimleri sonuçsuz kalacaktır...

2 Nisan 2021 Cuma

MONTRÖ ANLAŞMASI ÜZERİNE

MONTRÖ TARTIŞMASI Şahabettin KÜÇÜKYAZICI www.gazeteistanbul.net Bazı güçlerin adına konuştuğuna inandığımız kişiler, durup durup yeni inciler yaymaktadır. Bir bakıyorsun, Lozan diyor, bir bakıyorsun Kanal diyorlar. Son olarak, yetkili bir kişi Montrö mırıldandı. Aslında, uluslararası anlaşmalar (özellikle askeri bir büyük zafer sonunda imzalanmış olanlar)Devletimiz ve Ulusumuzun varlığının garantisidir. Bu anlaşmalar taraf devletlerin temsilcilerinin katılımıyla müzakere edilmiş, imza altına alınmıştır. BM tarafından da kabul edilmiştir. Bir kelimesinin dahi tartışılması düşünülemez. Bu tartışmalar, bir ihtiyaç bir zaruret sonucu değildir. Bilinmeyen başka maksatlara yönelik olmalıdır. Tartışmaların sahipleri tarafından da ileri sürülen bir zaruret söz konusu değildir. Hatta, aradan geçen zaman içinde, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarımızdan geçen gemi sayısında, boru hatları ile taşımacılığın başlaması, TIR taşımacılığında gelişmeler, ticarette diğer gelişmeler nedeniyle büyük ölçüde azalmıştır. Büyük Devletlerin gizli askeri emelleri dışında, herhangi bir zaruret bulunmamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan yüz yıl sonra, dünya ve bölge koşulları elbette çok değişmiş, çeşitli çıkar grupları arasında, yeni bağlantılar kurulmuştur. Dünya enerji kaynakları konusunda yeni buluşlar-gelişmeler de bunu zorunlu kılmaktadır. Türkiye”nin bölgedeki stratejik konumu daha da artmış, budurum emperyal güçlerin iştahını kabartmaktadır. Önümüzdeki dönemde, petrol dışında, doğal gaz ve su rezervleri uluslararası çatışmanın odak noktası olacaktır. Orta Doğu’da her geçen gün azalan petrol, dikkatleri Karadeniz ve Doğu Akdeniz’deki doğal gaz rezervleri ve Türkiye’deki Su kaynakları üzerine çekecektir. Bu çerçevede özellikle İngiltere ve Fransa, bu kaynaklara büyük ihtiyaç duymakta olduğundan Katar ile işbirliği yaparak çalışmalar sürdürmektedir. Bu savaşlar, doğal olarak su yollarını da içermekte, anlaşmaları zorlamak pahasına, alternatif su yolları üzerinde fikir üretilmektedir. Yüz yıl önce ortaya atılan, SAROZ-GELİBOLU su yolu, KARADENİZ-MARMARA kanalı son zamanların gözde tartışma konularıdır. Özellikle gündemde olan Kanal İstanbul projesi, büyük yerleşimler içeren imar değişikliklerine, arsa spekülasyonuna konu olmuştur. Konuya bu açıdan baktığımızda da projelerin çeşitli sorunlarla karşı karşıya bulunduğu gözlenmektedir. Her şeyden önce, bölge su kaynakları bakımından fakirdir. İstanbul, halihazır su ihtiyacını çevre iller kaynaklarındı taşımak suretiyle karşılamaktadır. Diğer tedarik zincirleri açısından da büyük problemler mevcuttur. Buna rağmen, konuya ilişkin söylem ve tartışmalar sürmekte, inatlaşmaya dönüşmektedir. Ancak, şurası bilinmelidir ki, Türkiye Cumhuriyeti milli birlik ve bütünlüğünden asla taviz vermeyecek, geri adım niteliğindeki hiçbir girişim başarılı olamayacaktır.

23 Mart 2021 Salı

TÜRKLERDE KADIN

TÜRKLERDE KADIN DERLEYEN: Şahabettin KÜÇÜKYAZICI Cinsiyet ayrımcılığı İlk Çağ’dan günümüze insanlığın en önemli toplumsal problemlerinden birisidir. Tarih boyunca dünyada genel olarak kadına yönelik negatif ayrımcılık yaygındır. Toplumsal farklılıklar bulunmakla birlikte doğumdan itibaren çocuklar arasında cinsiyet ayrımı yapılması âdeta geleneksel hâle gelmiştir. İslam öncesinde Türklerin çağdaşı toplumlarda bu durum kendini gösterir. Mesela Türklerin en yakınındaki kültürlerden birisi olan Çinlilerde doğan çocuk kız ise isim verilmeye değer görülmez, ona sayı ile hitap edilir. Yakın coğrafyadaki diğer bir topluluk olan Hintlilerde çocuk kız ise evlenene kadar babasının eğer yoksa erkek kardeşlerinin himayesi altındadır. Bu himayeden maksat kızların zayıf karakterli, günaha meyilli ve hayatını tek başına devam ettiremeyecek kadar güçsüz olduğuna inanılmasıdır. Ancak bu konudaki en uç örnek Araplardadır. Araplar için doğan çocuk kız olursa bu bir utanç olarak kabul edilir. Bu yüzden kız çocuklarını diri diri toprağa gömenlere bile rastlanılır. Eski Yunan ile Roma döneminde kadına bakış ile Arapların kadına bakışı arasında hiçbir fark yoktu. Kadın hep bir zevk unsuru, köle, cariye, hizmetçi olarak görülmüştü. Hatta Avrat-Avret kelimesi bile saklanılması gereken eşya-... anlamına geliyordu. Eski Çin'de de durum farklı değildi; hizmetçi olarak görülen kadınlara isim bile verilmez, kadın bir, kadın iki, kadın 3 diye sayılırdı. Tanıklığı da kabul edilmezdi. Ortaçağda kadın bilgelik yolunu seçmişse, vay haline; cadı diye avlanırdı. Türklerin çocukları arasında cinsiyet ayrımı yapmaması onların kadına bakışları hakkında önemli bir göstergedir. Çocukluk safhasından sonraki değerlendirmelere bakıldığında ise toplumun bu konudaki mental değerleri daha da netleşmeye başlar. Genç kız, evli kadın ve anne simgeleri üzerinden yapılan anlamlandırmalar başlangıç evresindeki bakışın ilerleyen dönemde de devam edip etmediğini belli eder. Bunun için toplumun en eski değerlerini yansıtan sözlü kaynaklar oldukça kıymetlidir. Kadınların toplum içerisindeki itibarı milletin zihin dünyasındaki yeriyle yakından alakalı olduğundan milletin düşünce sistemini asırlar boyu kuşaktan kuşağa aktaran sözlü kaynaklara bakmak gerekir. Toplum hafızasının gidebildiği en eski yer olan efsane ve destanlar Türklerin kadına bakışını gösterme açısından oldukça kıymetli bilgiler içerir. Destanlara bakıldığında kahramanların anneleri ve eşleri hep ilahi ışıktan varlıklar olarak tasvir edilir. Bu semavi sembol, kadının kıymetli bir varlık olduğunun işareti olarak kabul edilir. Oğuz Kağan Destanı’nda Oğuz Han’ın eşinin karanlık bastığında gökyüzünden inen, aydan ve güneşten parlak bir ışık şeklinde tasvir edilmektedir. Eski Türk Töresince, Türk toplumunda kadın ve erkek eşittir. Türkçe "Eş" ve "Yarim" kelimesi bu kadın erkek eşitliğini ifade açısından "Eş-Eşit ve Yar-Yarım" kelimesinden türeyerek ifade edilmiştir. "Kadın"kelimesi ise İskit/Saka Türklerinden beri Kağan eşi veya Kadın hükümdar anlamında kullanılan "Katun" kelimesinden türetilerek "Kadın ve Hatun" şekline dönüşmüş. Yine "Hanım" kelimesi de Moğol ve Türk hanlıklarında Han eşlerine verilen isimdir. Eski Türklerde bir kızı taciz edenin gözüne mil çekilir kör edilirdi! Tecavüz eden ise öldürülürdü. Türk kızının kendini koruma hakkı vardı. Ayrıca devleti yöneten Kağan tarafından Türk kızının şerefi, töre/yasa ile korunmaktaydı. Bu yüzden kimse Türk kızına yanlış yapamazdı. O coğrafyada halen kadının bir nevi dokunulmazlığı var. Cengiz Han ve Timur zamanında Balkanlar’dan Çin seddine kadar tek başına bir kadın gidecek olsa, kimse yan gözle bakamazdı. O derece katı keskin kanunlar vardı ve kadına dokunulmazdı... Cengizhan: "Ben sizin Hanınızım buda (eşi Börte) benim Hanım" Rivayet odur ki; birgün Cengizhan Kurultayda eşi Börte'yi göstererek: "Ben sizin Hanınızım buda benim Hanım" demiş, ve Börtenin Han kadar Kurultayda yetki ve söz sahibi olduğunu ifade etmiştir. Yine dilimizde üçüncü tekil şahıs zamiri (İngilizce ve Arapçanın aksine) erkeklik ve dişilik belirtmeden "O" kavramıyla ifade edilmektedir. Buda Türklerin yaşantıda, dilde dahi kadın erkek ayrımı gözetmediğini kadın erkek eşitliğinde gerek Avrupa gerekse Ortadoğu uluslarından daha ileri bir düzeyde olduğunu dil bilimi açısından bize göstermektedir, Yalnızca Türkler kadını bereket sembolü, yerin ve göğün evladı olarak görmüştür. Hatunun rızası ve imzası olmadan Kağanın yaptığı anlaşma bile geçerli sayılmıyordu. Çin ile ilk anlaşmayı, Mete Han'ın hatunu yaparken; Avrupa Hun Türklerinde resmi görüşmeleri Attila'nın hatunu yapıyordu. Türk mitolojisinde ise kadın artık tanrısallaşmıştır. Yaradılış destanında Ak Ana, sudan yaratma fikrini Ülgen'e verirken, en meşhur figürlerden Umay Ana Orhun Yazıtlarında bile yer almış. Nitekim yazıtlarda ''Umay gibi, annem hatunun şerefine küçük kardeşime Kül Tigin adı verildi. Babam İlteriş kağan, anam İlbilge hatunu Tengri yukarıdan idare ederek yükseltmiş.'' demektedir. Yine Türk mitolojisinde Asena yol gösteri tanrıçayken, Ötügen ise toprak anaya verilen isimlerden biridir. Dikkat edileceği üzere Türkler mezarlıkları düz değil, yükseltilmiş ve yuvarlatılmış şekilde yapıyor. Bunun sebebi, Türklerin yeniden doğuşa inanıyor olmasından ötürü mezarlıkları hamile bir kadının karnına benzeterek, toprağın bir ana gibi tekrar insanı doğuracak olmasına inanmasıdır. Türklerde kadın bu kadar kutsal bir noktadayken, son 1000 yıl boyunca Türk kadınının resmi hakkı alınmış, sosyal hayatı kısıtlanmış, eve kapatılmış, tanıklığı bile kalmamıştır. Tüm bu hakikatleri, tüm bu tarihi gerçekleri tarihin en kanlı savaşlarında bile bulduğu ilk fırsatta okumaktan geri durmamış bir adam, 1000 yıl sonra ilk defa ''Kadınların üzerindeki bütün baskıyı kaldıracağım.'' dedi. Bunu dedi çünkü kadınların üretime katılmasıyla devletin kârlı çıkacağını biliyordu. Kadınların üzerinden bütün baskıyı kaldırmakla medeniyetin yeniden doğacağını biliyordu; çünkü kadın medeniyet demekti. Bütün baskılar kaldırıldı. Kadına giyim kuşam özgürlüğü verdi. Kadını üretime kattı. Kadına bir soyadı verdi. Ona tanıklık hakkı vermekle kalmadı, onu avukat yaptı, hakim yaptı. Kadını toplumlara öğretmen yaptı. 1000 yıl sonra tek bir adam bunu yaptı. ATATÜRK...

21 Mart 2021 Pazar

NEVRUZ KUTLU OLSUN

NEVRUZ BAYRAMI Şahabettin KÜÇÜKYAZICI Bugün nevruz (Nev= YENİ ve ruz= GÜN) yani YENİGÜN. Miladi takvime göre 22 Mart’a denk gelir. Gece ile gündüz eşitlenmeye, havalar ısınmaya, karlar erimeye, ağaçlar çiçeklenmeye, toprak yeşermeye, göçmen kuşlar yuvalarına dönmeye başlar. Yani Nevruz baharın ilk günüdür. Türklerde “Gün Dönümü” olarak da bilinir. Bir Bahar Bayramıdır. Nizami Gencevi “İskendernâme” adlı eserinde, M.Ö. 350 yıllarından bu yana Türklerin bahar bayramını kutladığını bildirmektedir. Göktürklerde “Ergenekon'dan çıkış” yani KURTULUŞ günüdür. Kâşgarlı Mahmud “Divân-ı Lügât-it Türk” adlı eserinde Nevruzun Türklerin yılbaşı günü olduğunu bildirmektedir. Selçuklu Veziri Nizamü'l-mülk “Siyasetnâme” adlı eserlerinde bu günü “yeni yıl” olarak kabul edip vergileri bu günün ilk günü toplatmıştır. Selçuklu Sultanı Melikşahın Ömer Hayyam’a hazırlattığı Celâli Takviminde yılbaşı 21 Marttır. Bu nedenle 21 Mart gününe yılbaşı anlamını taşıyan Yılsırtı da denilir. Orta Asya'dan Balkanlara kadar çok geniş bir coğrafyada yeni yılın başlangıcı olarak yerel renk ve inançlarla “bayram” havasında kutlana gelmektedir. Avrasya coğrafyasında yaşayan uluslar Ergenekon, Bozkurt, Yenigün, Ilkyaz, Çılgayak, Ekin, Cılsırtı ve Nevruz Bayramı adı altında kutlaya gelmişlerdir. Türk Dünyasının kurtuluşu müjdeleyen bahar bayramı hepimize kutlu olsun. Sağlıcakla kalınız…

18 Mart 2021 Perşembe

TÜRKİYE NÜFUSU

YAŞLANIYORUZ Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Türkiye'de yaşlı nüfus, diğer yaş gruplarındaki nüfusa göre daha yüksek bir hız ile artış gösterdi. Türkiye, yaşlı nüfus oranına göre sıralamada 167 ülke arasında 66'ncı sırada yer aldı. En az bir yaşlı fert bulunan 5 milyon 903 bin 324 hanenin 1 milyon 478 bin 346'sını tek başına yaşayan yaşlı fertler oluşturdu. Bu hanelerin yüzde 75,3'ü yaşlı kadın, yüzde 24,7'si ise yaşlı erkek. Yaşlı nüfus oranının en yüksek olduğu il, 2020 yılında yüzde 19,8 ile Sinop oldu. Bu ili yüzde 18,6 ile Kastamonu, yüzde 17,1 ile Artvin izledi. Yaşlı nüfus oranının en düşük olduğu il ise yüzde 3,4 ile Şırnak oldu. Bu ili yüzde 3,6 ile Hakkari, yüzde 4 ile Şanlıurfa izledi. Yaşlı nüfus oranı il düzeyinde yıllara göre incelendiğinde, toplam nüfus içinde yaşlı nüfus oranının en yüksek olduğu il sayısı 2015 yılında 6 iken, 2020 yılında 18 oldu. Nüfus projeksiyonlarına göre yaşlı nüfus oranının en yüksek olacağı il sayısının 2025 yılında 33'e çıkacağı tahmin edildi. Çalışma çağındaki nüfsumuz: % 67,8 Çalışma çağı olarak tanımlanan 15-64 yaş grubundaki nüfusun oranı, 2007 yılında yüzde 66,5 iken 2019 yılında yüzde 67,8'e yükseldi. Diğer yandan çocuk yaş grubu olarak tanımlanan 0-14 yaş grubundaki nüfusun oranı yüzde 26,4'ten yüzde 23,1'e gerilerken, 65 ve daha yukarı yaştaki nüfusun oranı ise yüzde 7,1'den yüzde 9,1'e yükseldi.

17 Mart 2021 Çarşamba

BELEDİYE ŞİRKETLERİNE ATAMA

BELEDİYE ŞİRKETLERİ Şahabettin KÜÇÜKYAZICI Büyükşehir Belediyeleri, Toplu Taşıma, şehir suyu başta olmak üzere çok eski yıllardan beri, özel kanunla kurulmuş şirketler eliyle halka hizmet vermektedir. Kamu hizmeti niteliğindeki bu işlerin yürütülmesi için söz konusu şirketlerde, binlerce işçi istihdam edilmekte ve pek tabi olarak şirketlerin yönetim kadroları belirlenmektedir. İSKİ; İETT gibi özel kanunlar kurulanlar dışında kalan Şirketler, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu'nun 26.maddesine göre ticari işletme statüsünde kurulmuşlardır. Belediyelerin hizmet ve görev alanlarında, ilgili mevzuatta belirtilen usullere göre kurulan bu sermaye şirketlerine, Büyükşehir Belediyesi Kanununun 38. Maddesinde sayılan Başkan yetkileri çerçevesinde Genel Müdür ve Yönetim Kurulları atanmakta iken, siyasi iktidar tarafından şirketlere yapılan atamaların, tescilini yapmakta sorun çıkarılmaya başlanmış, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 15 Mart 2019 tarihli genelge ile belediyelerin iştiraki olduğu şirketlerde belediye tüzel kişiliğindeki temsilcilerinin değiştirilmesi yetkisinin belediye meclislerine verildiği belirtilmiştir. Genelgenin yayınlanmasının ardından belediye başkanlarının şirket yönetimlerine atadığı kişilerin tescil yapılmamaya başlandı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığının genelgesini gerekçe gösteren Ankara Ticaret Sicil Müdürlüğü de Yılmaz’ın ticaret sicilinde tescil ve ilanı işlemini yapmadı. Bunun üzerine Ankara 10 Asliye Ticaret Mahkemesi’ne dava açıldı. Mahkeme, Kerim Yılmaz’ın tescil işleminin yapılmamasını yasaya aykırı buldu. Mahkeme Kararı uyarınca atama gerçekleştirilmekle birlikte, itiraz üzerine dosya Danıştay’a taşındı. Danıştay'dan, belediye başkanlarının belediye şirketlerine ve iştiraklerine meclisin onayı olmadan yönetici atayamayacağı yönünde karar çıktı. Karara göre; belediye şirketlerine yönetici belirlenirken belediye başkanı yetkisi değil, meclis onayı aranacak. Böylece AK Parti ve MHP ortaklığında oluşturulan Cumhur İttifakının çoğunluğu elinde bulundurduğu Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediyelerinde, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'ın atama yetkileri sınırlandırılması amacı gerçekleşmiş olmakla birlikte, bu çekişmelerden hizmetlerin aksayacağı, Belediye Meclisleri tarafından atanacak Genel Müdür ve Yönetim Kurulu üyelerinin Belediye Başkanları ile çatışmaya girmesi mümkün ve muhtemel görülmektedir. Ayrı bir tüzel kişiliğe ve bütçe sahip, yarı ticari nitelikte, ancak yerel yönetime bağlı ve yerel yönetimin genel denetimi altında çalışan özel amaçlı bu kuruluşlar aracılığıyla pek çok hizmet başarıyla yürütülmektedir. Bugüne kadar, çoğunluğu elinde bulunduran AKP/MHP ortaklığı tarafından Büyükşehir Belediye Meclisi toplantılarında sergilen tutum ve davranışların, hizmetin gereği tartışmaları yerine siyasi içerikli olduğu, Başkanlığın her önerisine karşı çıkıldığı bilinmektedir. Oy çokluğuyla alınan kararın gerekçesi önümüzdeki günlerde yayınlanacağı ifade edilmiştir. # google.com #
yandeş.com.tr Yapılan Yorumlar

ÇANAKKALE ZAFERİ

ŞEHİTLERİMİZİ ANIYORUZ
ŞAHABETTİN KÜÇÜKYAZICI Tarih 18 Mart 1915, dizi dizi zırhlılar ve her kıtadan getirilmiş ordular... 18 zırhlı, 12 kruvazör, 17 muhrip, 12 denizaltı, 1 uçak gemisi, 1 balon gemisi, 36 mayın gemisi, 2 hastane gemisi, 86 nakliye gemisi, 222 çıkarma gemisi, 42 uçak ve bir milyona yakın insan gücü... Peki amaçları neydi bunların? Çanakkale Boğazı'ndan zorla geçip, Türk 'ün başkenti İstanbul' u zaptetmek, Türk yurdunu sömürgeleştirmek, Türk Milleti 'ni köleleştirmek!.. Ama unuttukları bir şey vardı : Türkler onların sömürgelerindeki toplumlara benzemezlerdi. Şeref ve haysiyetleri için yaşarlar ve onun uğrunda seve seve ölüme giderlerdi. Bizim bu yanımızı bilen bilir, bilmeyen tecrübe ile öğrenirdi. Boğazı denizden geçme teşebbüsü, Nusret mayın gemisinin döktüğü mayınlar ve kıyı bataryalarımızın isabetli atışları sayesinde sonuçsuz kaldı. Boğazı denizden geçme teşebbüsü sonuçsuz kalınca düşman bire 200 oranında bir kuvvetle kıyıya çıkmıştı ama hesaba kalmadığı birşey vardı. Sıra elbette piyadenin süngüsüne de gelecekti. Geldi de... Kanlı bir boğuşma başladı boğaz boğaza... Kurşunun bittiği yerde dipçikler vardı. Burada mert olan dayanır, namert olan kaçardı. Türk 'ün yenilmezliği, Çanakkale' nin geçilmezliği ispat edilmeliydi. Edildi de... Dersini almış İngiliz aslanı, kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırarak, ortakları Fransızlarla birlikte kaçmak zorunda kaldılar... Çanakkale'de yatağı taştan yorganı yapraktan olan her koç yiğit ATASI önlerinde Türk tarihinin, aşılmaz, kırılmaz kale bedenleri gibi geçit vermediler!... Estergon, Kanije, Plevne destanlar zincirinin altın halkası oldular... Şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz...

18 Şubat 2021 Perşembe

KÖY KALKINMASI

KÖY KALKINMASI Şahabettin KÜÇÜKYAZICI Tarımsal yaşam çanlandırılıp, köyde yaşayanların sosyal ve ekonomik durumunun yükselmesi sağlanmalıdır. Buna bağlı olarak, köylünün eğitim durumu yükselmelidir. Böylece kalkınmaya katkısı ortacaktır. Uzunca bir süredir sanayi ön plana çıkartılarak, kalkınmanın bö sayede gerçekleşeceğine inanılmıştır. Elbette, sanayileşme çok önemlidir. ancak, kasaca köylü olarak tanımlaybilelceğimiz, tarım ve hayvanlcılıkla uğuraşanlar üretmez ise sanayi ürünleri üretenlerin tek başına nasıl ayakta kalacağını düşünmenin yanlış olduğu anlaşılmış bulunmaktadır. Bu nedenle köy ve köylümüzün zenginleşip kalkınması için mucizeler falan da gerekmemektedir. Geçen yüzyılda, Atatürk Türkiyesinde bunun ilk adımları atılmış, ciddi başarılar elde edilmiştir. Günümüzde köyden kente göz o kadar çok hızlı artış göstermiştir ki, köyler ancak turistik amaçla ziyaret edilir hale gelmiştir. Pek çok köyde kış aylarında kimse kalmadığı görülmektedir. Buna paralel olarak, köy okulları kapatılmış, köylerde önemli rehberlik görevi yerine getiren öğretmenler de şehire taşınmıştır. Diğer taraftan, tarım ürünlerinin ekiminden başlayarak, değerlendirilmesi hatta pazarlanması üzerine ciddi eğitim görmüş olan binlerce Ziraat Fakültesi mezunu ve tarım teknisyeni genç işsiz olduğu bilinmektedir. İş bulamamış veye tarım dışı işlerde meslekleri dışında bir işte çalışlamka olan bu gençlerin kası bir eğitimle öğretmen formasyonu kazanması pekala mümküdür. Köy okulları yeniden açılarak bu gençlerin buralarda görev almaları sağlanmalıdır. Buna paralel olarak, şehirlere göc etmiş, üstelik halen işsiz kalmış nüfusun, tarımsal üretime dönmesi kolayca teşvik edilebilecektir. Bu çerçevede, geçmişteki Köy Enstitüleri deneyimlerinden yararlamak suretiyle, Öğretmen- mühendislerin köylü ile yakın ilişki kurmaları, bilinçli bir tarımsaz faaliyetin başlamasına kıvılcım teşkil edecektir.Boş zamanlarında öğrentmen mühendisler, Köy kahvesin ve Köy Odasında köylüye her alanda rehberlik edeceklerdir. Öğretmen Mühendisler, köylüyü tarım,tarım aletleri,zirai ilaçlar,hayvancılık konularında devamlı bilgilendirebilir. Hangi tohumu hangi ilacı hangi mevsimde kullanacağını basitçe anlatabilir. Köy öğretmeni, esasen İl İdaresi Kanunumuz gereği ihtiyar heyetinin tabii üyesi olup, muhtar ve diğer üyeler ile sürekli irtibat halinde olup,sürekli olarak Kaymakamı’nın, İlçe Milli Eğitim Müdürü’nün ve İlçe Ziraat Müdürü ile İlçe Belediye Başkanı ile köylerin ilişkisini güçlendirecek,köylünün üretiminin değerlendirilmesi mümkün olacaktır. TOKİ tarafından kibrit kutusu gibi yapılan konutların, ahırlar bölgesi, küçük bahçeler, kümesler, küçük tamir-bakım atelyeleri ile desteklenmesi gerekmektedir. Tarımsal ürünler ithaline dur denilmesi, geniş ve verimli arazilere sahip ülkemizin kendi ihtiyacını karşılaması, eskiden olduğu gibi tarımsal ürün ihraç eden bir ülke olması bu suretle sağlanmış olacaktır. Bu amaçla yapılması gereken en önemli çalışmaların başında; köyden kente göçü önlemek gelmelidir. Şehirde olan bazı imkanlar köylerde de olmalıdır. Örneğin mütevazi bir köy sineması,aynı binada gönüllülerden oluşan zaman zaman da turnelerin ziyaret edip oyun sahneye koyacakları küçük bir tiyatro sahnesi kolayca kurulabilir. Öğretmen ve muhtar marifetiyle amatör tiyatro kulübü kurulabilir. Bunlar bazılarına lüks gibi gelebilir. Ama değil.’’hiçbir sorun yoktur ki içinde çözümü de barındırmasın.’’ Köydeki öğretmen ve üniversitede okuyan gençler devlet yetkilileri ile öncellikle belediyelerle iyi ilişkiler kurarak tohum, mazot, su, elektrik, tarım alet ve makinelerindeki teşviklerden yararlandırılmalıdır. Bu konuda köylüye öncülük edilmelidir. Köy kahveleri elden geçirilir ve buralarda illgili Kurum ve Kuruluşlar desteğinde internet kafeler, kütüphaneler oluşturulabilecektir. Yeter ki istensin. Balkan ülkelerine yaptığımız kısa ziyaretlerde bunun örneklerine sıkça rastlanmıştır. Yapılan Yorumlar

8 Şubat 2021 Pazartesi

KIRSAL MAHALLELER

KIRSAL MAHALLELER Şahabettin KÜÇÜKYAZICI Yerel yönetimlerin önemi her geçen gün artmaktadır. Yerel halkın ortak ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla özerk kamu tüzel kişileri olarak kurulmuş olan yerel yönetimler demokrasinin olgunlaşmasında ve yerleşmesinde son derece önemli roller üstlenmişlerdir. Yerel Yönetimlerin çalışmaları 1911 yılında yürürlüğe girmiş olan İl İdaresi Kanunu 2005 yılında 5302 Sayılı Kanunla yeniden düzenlenmiştir. 1930 yılında yürürlüğe giren Belediye Kanunu, 1984 yılında 3030 Sayılı Kanun ve 2004 yılında çıkarılan 5216 Sayılı Büyükşehir Belediyeleri Kanunu, 2005 yılında 5393 Sayılı Kanunlarla düzenlenmiştir. Anayasa’nın 127. maddesinde yerel yönetimlerin tanımı şu şekilde yapılmaktadır: “Mahalli idareler; il, belediye veya köy halkının mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar organları, gene kanunda gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzel kişileridir. Nihayet, 2012 yılında 6360 Sayılı Kanun, Büyükşehir Belediyeler ile ilgili kapsamlı bir düzenleme getirmiştir. Bu değişiklikle, 30 ilde 16 bin 220 köy mahalleye dönüştü. Türkiye’deki 34 bin 434 olan köy sayısı 18 bin 214 köye düştü. Yasa ayrıca, 1053 belde belediyesini de mahalleye dönüştürdü. Yasa, 2012’de çıkarıldıktan sonraki ilk yerel seçimde 30 Mart 2014’te uygulamaya geçti. Bu Kanunla getirilen düzenlemelerden bizce en çok üzerinde durulması gerekenin büyükşehir sınırları içerisinde yer alan belde ve köylerin tüzel kişilikleri ortadan kaldırılmış; köyler mahalleye dönüştürülmüş ve ortak malları da büyükşehir belediyelerine devredilmiş olmasıdır Geçen bu süre zarfında çok önemli sıkıntılar yaşandı. Mahalleye dönüşen köylerin ve beldelerin ortak kullanılan tüm malları, meraları, taşınmazları bağlandıkları belediyeye geçti Köyler mahalleye dönüşünce Büyükşehir Yasası ve kuralları uygulandığı için köylülerin ihtiyaç duydukları ahır ve benzeri yapıları yapmaları zorlaştı. Bürokrasi arttı. Hayvancılık yapanlar “koku yapıyor” diye şikâyet edilerek bulundukları yerlerden uzaklaştırılmaya zorlandı. Tarımsal üretim, özellikle hayvancılık yapanlar için her geçen gün daha zor hale geldi. Oysa biz neyi biliyoruz; 442 sayılı Köy Kanununa göre köyün ihtiyar heyetinin olağan iki üyesinden biri imam diğeri köy öğretmenidir! Mahalle olan köylerde artık ne köy ihtiyar heyeti yani encümen, ne köy sandığı, ne imece kaldı, per çok yerde okul da kalmadı. Bu uygulama tarımın kesiminde olumsuz gelişmelere neden olmuş, kırsalın nüfus yapısını, kültürünü, üretim ve yaşam biçimlerini doğrudan etkileyecek uygulamalar getirmiştir. Kırsal mahallelerde yaşanan sıkıntılar Tarım Şurasında da dile getirilmiş, yetkililer nezdinde genel kabul görmüş, 16 Ekim 2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan “Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 7254 Sayılı Kanun” ile mahalleye dönüşen köy ve beldelerle ilgili önemli bir düzenleme yapılmıştır. Ancak, Kırsal Köy olabilmek için muhtarların işçe belediyelerine başvuru şartı getirilmiştir. “MADDE 10 – 10/7/2004 tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununa aşağıdaki ek madde eklenmiştir. “EK MADDE 3 – Köy veya belde belediyesi iken, mahalleye dönüşen ve büyükşehir belediyesi sınırları içinde bulunup sosyo-ekonomik durumu, şehir merkezine uzaklığı, belediye hizmetlerine erişebilirliği, mevcut yapılaşma durumu ve benzeri hususlar dikkate alınarak ilgili ilçe belediye meclisinin kararı ve teklifi üzerine büyükşehir belediye meclisinin en geç doksan gün içinde alacağı karar ile kırsal yerleşim özelliği taşıdığı tespit edilen mahalleler, kırsal mahalle kabul edilir. Bu belirlemenin mahalle düzeyinde yapılması esastır. Ancak; tamamı kırsal mahalle olarak tespit edilmeyen diğer mahallelerde de on bin metrekareden az olmamak kaydıyla kırsal yerleşik alan belirlenebilir. Kırsal mahalle veya kırsal yerleşik alan vasfı bu fıkrada belirtilen usulle kaldırılabilir. Büyükşehir belediyesi, birinci fıkra uyarınca ilçe belediyesinden gelen teklifi aynen veya değiştirerek kabul edebilir ya da reddedebilir. Kırsal mahalle veya kırsal yerleşik alan olarak belirlenen yerlerde; gelir vergisinden muaf esnaf ile basit usulde gelir vergisine tabi mükellefler tarafından bizzat işyeri olarak kullanılan bina, arsa ve araziler ile mesken amaçlı kullanılan binalar ve zirai istihsalde kullanılan bina, arsa ve araziler 29/7/1970 tarihli ve 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanununa göre alınması gereken emlak vergisinden muaftır. Bu yerlerde, ticari, sınai ve turistik faaliyetlerde kullanılan bina, arsa ve araziler için emlak vergisi %50 indirimli uygulanır. Kırsal mahalle veya kırsal yerleşik alan olarak belirlenen yerlerde, 26/5/1981 tarihli ve 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu uyarınca alınması gereken bina inşaat harcı ile imarla ilgili harçlar alınmaz; anılan Kanuna göre alınması gereken diğer vergi, harç ve harcamalara katılma payları %50 indirimli uygulanır. Bu yerlerde içme ve kullanma suları için alınacak ücret en düşük tarifenin işyerleri için %50’sini, konutlar için %25’ini geçmeyecek şekilde belirlenir. 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu uyarınca bilanço esasına göre defter tutan mükellefler için bu fıkrada belirtilen muafiyet ve indirimler uygulanmaz. 3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 12 nci maddesinin yedinci fıkrası ile 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanununun ek 17 nci maddesi hükümlerinden yararlanan yerler; kırsal mahalle veya kırsal yerleşik alan olarak belirlenmesi halinde bu madde hükümlerine aykırı olmayan hak, sorumluluk ve imtiyazlardan faydalanmaya devam ederler. Bu madde uyarınca kırsal mahalle veya kırsal yerleşik alan olarak belirlenen yerler hakkında 12/11/2012 tarihli ve 6360 sayılı On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Yedi İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun geçici 1 inci maddesinin on beşinci ve yirmi dokuzuncu fıkraları uygulanmaz.” YENİ DÜZENLEME NE GETİRİYOR? Bütünşehir Yasası’nın köylerimizde yarattığı olumsuzluklar ortadan kalkmayacak olsa da yapılan yeni düzenlemeyle, eski Köy Statüsündeki yerleşim merkezlerinin, kırsal mahalle statüsüyle ; esnafa basit usulde gelir vergisine tabi olmak, burada yaşayanlar tarafından bizzat işyeri olarak kullanılan bina, arsa ve araziler ile mesken amaçlı kullanılan binalar ve zirai istihsalde kullanılan bina, arsa ve araziler 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanununa göre alınması gereken emlak vergisinden muaf olmak, ticari, sınai ve turistik faaliyetlerde kullanılan bina, arsa ve araziler için emlak vergisi yüzde 50 indirimli uygulanması gibi kolaylıklar getirilmektedir. Bina inşaat harcı ile imarla ilgili harçlar alınmayacak. Vergi, harç ve harcamalara katılma payları yüzde 50 indirimli uygulanacak. İçme ve kullanma suları için alınacak ücret en düşük tarifenin işyerleri için yüzde 50’sini, konutlar için yüzde 25’ini geçmeyecek şekilde belirlenecektir. Bize göre bu değişikliklerle beklenen çözümün sağlanmayacağı, konunun belediye encümenlerinin kararına bırakılması yerine, köy ve köylünün kaderinin orada yaşayanlar tarafından belirlenmesi için, yeniden Köy Kanununa dönülmesinin yerinde olacağı düşünülmektedir. # google.com # yandex.com.tr # corluda.com

6 Şubat 2021 Cumartesi

BİTKİSEL YAĞLAR

BİTKİSEL YAĞLAR Şahabettin KÜÇÜKYAZICI www.gazeteistanbul.net Bitkisel yağlar, insan beslenmesinde vazgeçilmez bir besin öğesi olarak kabul edilir. Uzmanlara göre yağ tüketmeden sağlıklı beslenmek olası değildir. Hangi yağın tüketilmesi gerektiği konusunda ise farklı görüşler olmakla birlikte, konumuz toplumun yağ tercihinizi belirlemek olmayıp, üretimiyle ilgilidir. Hayvansal yağ üretimimizin kısıtlı olması nedeniyle, yemeklik yağ ihtiyacımız bitkisel yağlarla karşılanmaktadır. Son yıllarda pek çok tarımsal üründe olduğu gibi, bitkisel yağ üretimi için yağlı tohum ithali de yapılmış, yıllık üç milyon ton dolayında yağlı tohum ithal edilmekte olduğu, yaklaşık üç buçuk milyar dolar bedel ödenmekte olduğu bilinmektedir. Öğrencilik yıllarımda, İktisadi Coğrafya dersimizde hocamız Prof. Abdullah Türkoğlu, yemekli ve bitkisel yağ ihtiyacı için Türkiye’nin Soya Fasulyesi üretmesinin kaçınılmaz olduğunu örneklerle anlatmıştı. Daha sonra, Karadeniz Bölgesinde bir Soya Fabrikası kurulduğunu, buna bağlı olarak ekim de yapılmakta olduğunu basında okudum. Son yıllarda Türkiye’nin yağlı tohumlarda dışa bağımlı hale geldiğini örendim. Bu nedenle, İktisat Fakültesi birinci sınıfında öğrendiğim Soya üretiminin gündeme alınması konusunu ele almak istedim. Birkaç tropikal ürün dışında hemen her ürünün yetiştiği Ülkemizin, tahıl ve yağlı tohumlar konusunda dışa bağımlı olması kabul edilemez gibi geliyor bana. Bitkisel Yağ Sanayicileri Derneği verilerine göre, beş milyon tona ulaşan yağlı tohum ithalatına on verilebilmesi mümkün müdür? En çok bilinen ve kullanılan ayçiçeği, mısır, soya, pamuk, kanola gibi ürünlerin hepsi ülkemizde yetişmekte ve üretilmekte olduğu halde üretim yetersiz kaldığı için ithalat yapılmaktadır. İthalat bağımlılığından kurtulmanın yolu, elbette yerli üretimi artırmaktır. Bu nedenle hükümetlerin hedefinin de ithalat yerine, yerli ürünlerin üretimini artırmak olmalıdır. Halbuki, Yurdumuzda milyonlarca tarım arazisinin ekilmediği, boş kaldığı haberleri her gün medyada yer almakta, İşsizlik iki haneli rakamlarla ifade edilmektedir. Ülkemizde yağlı tohumların ekimi için iklim uygun, su kaynaklarımız yeterli, makine ve teçhizat konusunda bir sorun bulunmadığı cihetle bu konu üzerinde durulması gerekir. Bu konuyu böylece belirledikten sonra, üretimin neden gerçekleşemediğine baktığımızda; girdi maliyetlerimizin çok yüksek olduğu görülmektedir. Su ve enerji maliyetlerimiz çok yüksek, gübre, ilaç, tohum bedellerinin de rakiplere göre pahalı olmasının rekabeti önlediği, üreticinin toprağını ekmediği ifade edilmektedir. Çiftçiler, üretime yönlendirilse de, artan üretimin satış problemleri, çiftçiler için yeni üzüntü kaynağı haline gelmektedir. Üretim artışına sevinmek yerine, artan maliyetlerine rağmen çiftçiler bir önceki yıla göre düşen bir fiyat politikası ile karşılaşabilmektedir. Üretimdeki artış, çoğu zaman zararı karşılamaktan uzaktır. Bu durumda çiftçiler tarlalarından uzaklaşmaktadır. Ayçiçeğinde bu durum yıldan yıla üretim azalmasına, ithalatın artmasına neden olmaktadır. Bu arada, bir miktar yağlı tohum ihracatından bahsetmek mümkün ise de sonuçları etkileyecek miktarlar söz konusu değildir. Mevcut ürünler için bu değerlendirmeyi yaptıktan sonra, yağlı tohumlar konusunda alternatif ürün olarak düşündüğümüz Soya konusuna değinmek istiyorum. Yağlı tohumlar, insan ve hayvan beslenmesinde önemli bir yere sahip oldukları gibi, sanayi sektörü için de önemli bir ham madde kaynağıdırlar. SOYA MUCİZESİ Yüksek oranda protein içermekte olması nedeniyle insan beslenmesinde önemlidir. Asya halkı tarafından binlerce yıldır beslenmede kullanılmaktadır. Yaklaşık yüzde yirmi yağ ihtiva eden soya, yağı alındıktan sonra, hem insan hem de hayvan beslenmesinde kullanılabilmektedir. Ekim alanlarında, toprağı azot bakımından zenginleştirmekte, kendisinden sonra ekimi yapılacak bitkiler için, otsuz, kabartılmış bir toprak bırakmaktadır. Soya, mısır, zeytin ve ayçiçeğinden çok daha fazla omega-3 içermektedir. Yapısı farklı olmakla birlikte balık yağı kadar besleyici niteliklere sahip, insan sağlığı için faydalı bir besin özelliğine sahiptir. Halen, Ülkemizde bitkisel yağ tüketimi sıralamasında yüzde onluk bir payla üçüncü sırada bulunan soya yağının payının artırılması her bakımdan faydalı olacaktır. Büyük ithalat kalemlerimiz arasında yer alan bitkisel yağ ihtiyacımızın, yerli üretimle karşılanabilmesi imkanımız vardır. Bunun için, yurt dışına ödediğimiz döviz yerine kendi çiftçimizin desteklenmesi yeterli olacaktır düşüncesindeyiz. Öncelikle, yağlı tohumlar için gıda güvencesi sağlanmalıdır. Buğdayda olduğu ürünlerin stratejik ürün olduğu kararı alınmalı, ekiminden itibaren, ürünlerin satın alınmasına kadar sözleşme yapılmalıdır. Bu çerçeve teşvik ve primler de uygulanması halinde, Türkiye yağlı tohum konusunda ithalat bağımlısı olmaktan kurtulabilecektir. Bitkisel Yağ Sanayicileri Derneği Başkanı tarafından yapılan açıklamalarda, çiftçilerimize yeterli desteklerin verilmediği ifade edilmektedir. Sonuç olarak ayçiçeği, pamuk, kanola ekimi konusunda, gerekli ıslah çalışmaları önemsenmeli, ekim kolaylığı ve verim yüksekliği olduğu kaul edilen soya fasulyesi ekiminin teşviki bakımından sözleşmeli tarım uygulamasına geçilmesi kaçınılmazdır.

14 Ocak 2021 Perşembe

ÇORLU HAVALİMANI

ÇORLU HAVALİMANI Şahabettin KÜÇÜKYAZICI www.gazeteistanbul.net Çorlu Trakya`nin merkezinde, plato yüzeyinin üzerindeki düzlükte yer alır. Çorlu İlçesine yakın, Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ illerine ulaşım çok kolaydı. Türkiye Havalimanlarının işletilmesi ile görevli Devlet Hava Meydanları İşletmesi (DHMİ) Genel Müdürlüğü'nce inşa edilmiştir. ​Halen, İç hat ve Dış Hat Terminalleri mevcut olup; ​6521m2 olan Havalimanı Terminali yıllık 1 milyon yolcu kapasitesine sahiptir. 7 adet check-in bankosu mevcut olup, 1 adedi engelli yolcular için düzenlenmiştir. Havalimanı güvenliği polis ve özel güvenlik personeli tarafından sağlanmaktadır. Ayrıca, CCTV kamera sistemi ile 24 saat izlenilmektedir. Tüm giriş noktalarında X-ray bagaj kontrol cihazları ve kapı-el detektörleri ile güvenlik kontrolü yapılmaktadır. Giden yolcu salonunda 5 adet, geliş salonunda 5 adet pasaport bankosu vardır. Giden ve gelen yolcu salonlarında yurt dışı harç pulu satışı yapılmaktadır. Giden yolcu salonunda uçağa geçiş için 2 adet (gate) kapı bulunmaktadır. Yolcular kapılar üzerindeki uçuş bilgi monitörleri ve anons ile bilgilendirilir. Gelen yolcu salonunda 2 adet bagaj alım konveyörü bulunmaktadır. Yolcular uçuş bilgi monitöründen bagaj bilgilerini takip edebilirler. Check-in salonunda bulunan danışma ofisinden yapılan anons sistemi ve uçuş bilgi monitörleri aracılığıyla yolcular bilgilendirilmektedir. Terminal binası diğer çevre binalar ile birlikte, yangına karşı 24 saat yangın algılama ve ihbar sistemi ile korunmaktadır. Havalimanında 24 saat yangınla mücadele ekibi görev yapmaktadır. Havalimanında 24 saat acil sağlık hizmeti verilmektedir. erminal binası içerisinde engelli/engelsiz ankesörlü telefon bulunmaktadır. Dış hatlar geliş ve gidiş salonlarında duty free için kiralık mahal mevcuttur. Hava alanında 24 saat hizmet veren otopark bulunmakta, Ulaşım hizmeti için uçuş saatlerinde belediye otobüsleri ve taksi mevcuttur. Trakyanın tek ve aktif olarak kullanılan havaalanı olan Çorlu havaalanının yurtiçi daha çok seferlere açılması için bir imza kampanyasına başlatılmış bulunmaktadır. Kampanyanın hedefi, halen sadece kargo uçuşları için ve günde duruma göre 1-2 kez Ankara – Çorlu seferinden başka sefer olmayan havaalanından, daha çok şehire seyahat imkanı sağlanmasıdır. Trakya’da yerleşik iki bine civarında sanayi kuruluşunda çalışanlar, üniversite öğrencileri, Antalya, İzmir, Adana gibi şehirlere gitmek için İstanbul Yeni Havalimanı ya da Sabiha Gökçen Havalimanlarını kullanmaları gerekmektedir. Keza yurt dışı yolculuklarında ve ihraç amaçlı kargo seferlerinde, Çorlu Hava Limanı uygun koşullara sahiptir. ŞK